4 Mart Pazar gecesi sahiplerini bulacak olan 90. Oscar ödüllerine beş ana dalda aday olan ‘Uğur Böceği / Lady Bird’ sıcağı sıcağına gösterime giriyor. 34 yaşındaki yazar/oyuncu Greta Gerwig’in bu ilk yönetmenlik denemesi, sanatçının özyaşamsal anılarından besleniyor. Senaryo ortağı olduğu ‘Frances Ha’ da olduğu gibi. Noah Baumbach imzalı 2012 yapımı bu film, üniversite eğitiminin ardından New York sokaklarını mesken tutmuş 27 yaşındaki taşra kökenli Frances’in büyük şehirde var olma mücadelesi üzerinedir. Tutkulu olduğu modern dans kariyerinde yükselmeyi hedeflemektedir genç kadın. Lakin kalabalık metropolün rekabeti de büyüktür. Parasız kalıp çok bunaldığında Sacramento’daki aile ocağına sığınır. Ne var ki huzurlu olduğu denli durağan taşra hayatı ona göre değildir artık.
California orta batısının orta ölçekli kenti Sacramento’da orta halli ailesiyle birlikte yaşayan 17 yaşındaki Christine McPherson’ın hayalleri üzerine şekillenen ‘Uğur Böceği’, Frances’in tek kişilik serüveninin öncesini öyküler gibidir. Bire bir yönetmenin özyaşamsal hikâyesi değildir belki, ancak ‘Lady Bird’ olarak çağrılmak isteyen, taşradaki baba evinden Doğu kıyısının -‘yazarların ormanlık bölgelerde yaşam sürdüğü’- New York benzeri kültürlü insanların yaşadığı doğu kıyısındaki kentlere kaçma arzusuyla yanıp tutuşan Christine’in yaşadıkları, yönetmenin ilk gençlik yıllarından izler taşır.
Hikâyenin omurgasını hararetli anne-kız çatışması oluşturuyor. Gerwig’in annesi gibi ‘Lady Bird’ün annesi Marion da kızının geleceği konusunda kaygılıdır. Öyle ya, yıllardır depresyonda olan baba bir de işini kaybedince, ailenin tüm yükü onun omuzlarına binmiştir. Aile eyalet dahilindeki okulların ücretini dahi zar zor karşılarken, Christine’in büyük kent okullarına başvurma konusundaki ısrarı, endişeli anneyi iyice çileden çıkartacaktır. Ancak zaman zaman iki kadın arasında bir güç gösterisine dönüşen bu ilişki, karşılıklı sevgi ve özeni de içermektedir. Gerwig kendi annesi ile sorunlar yaşadığını ama bu denli çatışmadığını bir röportajında dile getiriyor.
‘Lady Bird’ ilk bakışta, benzerlerini defalarca izlediğimiz büyüme serüvenlerinden birini öykülüyor gibi dursa da, yazar yönetmenin içtenliği ve kıvrak diyaloglarıyla benzerlerinden sıyrılmasını bilmiş. ‘Gazap Üzümleri’ romanının final cümlelerini gözyaşları içinde dinledikten hemen sonra ‘keşke ben de badireler atlatmış olsaydım’ diye dert yanan Christine’in, annesinin kinayeli sözlerini duyunca arabanın kapısını açıp dışarı atladığı ilk sahneden başlayarak çatışmalı gergin atmosferini inşa etmeye başlayan, tahmin edilemeyen sürprizlerle dolu bir anlatım tutturmuş Gerwig. Hükümetin Irak müdahalesiyle vaziyeti kurtarmaya çalıştığı, işten çıkarılmaların arttığı ekonomik açıdan sorunlu 2002 yılı iklimini incelikle betimlerken, kıt kanaat geçinen ailenin hayat mücadelesini karamsar bir bakış açısıyla ele almıyor. Sorunlu dönemeçleri komik anlarla süslüyor.
Herşeyden önce tüm karakterlerini; endişeli anneyi, depresif babayı, isyankâr genç kızı, eşcinselliğini gizlemek zorunda kalmış erkek arkadaşı ve diğerlerini sevgi ve hoşgörüyle sarmalıyor. Onların ilişkilerini zeki, nükteli diyaloglarla aktarıyor. Okul müdürü baş rahibenin bir sahnede sözünü ettiği gibi ‘insan sevgi duyduğuna özen gösteriyor’. Gerwig de, çocukluk ve gençlik yıllarının geçtiği küçük kentini sevgiyle hatırlıyor, Sam Levy’nin parlak görüntüleri eşliğinde Sacramento köprüleri üzerinden gün batımına selam çakıyor.
Filmin oyuncuları da mükemmel. Üçüncü kez Oscar adayı olan Saoirse Ronan, ‘Lady Bird’ kompozisyonuyla ışıldıyor. Annede -yine Oscar adayı- Laurie Metcalf, babada emektar Tracy Letts; Christine’in genç aşıklarında, geçtiğimiz yıl ‘Yaşamın Kıyısında / Manchester By The Sea’ ile Akademi ödülüne aday olmuş Lucas Hedges ile ‘Beni Adınla Çağır / Call Me By Your Name’in göklere çıkartılan -bu yıl aynı filmle Oscar adayı da olmuş- Fransız asıllı oyuncusu Timothée Chalamet’nin kusursuz takım oyunu, büyümeye dair bu incelikli filmin başarısına katkıda bulunuyor.
(01 Mart 2018)
Ferhan Baran
ferhan@ferhanbaran.com