‘Dinamo Operasyonu’ olarak tarihe geçen ‘Dunkirk Tahliyesi’, İkinci Dünya Savaşı’nın kaderini değiştiren yakın tarihin dönüm noktalarından biridir. Belçika ve Fransa’ya giren Alman askerlerinden kaçarak Manş Denizi kıyısındaki Dunkirk sahiline konuşlanmış 400 bin kişilik İngiliz ordusu, 26 mil ötedeki evlerine ulaşabilme mücadelesi içindedir. Karadan Alman tanklarıyla sarılmış, hava ve denizaltı bombardımanlarıyla çoklu ateş altında kalmış askerler yok olmak ya da teslim olmak tercihiyle karşı karşıyadır.
1940 yılının 27 Mayıs’ından 4 Haziran’a kadar süren operasyon başarıyla sonuçlanmış ve 335 bin İngiliz askeri sağ salim vatanlarına dönebilmişlerdir. Dünyanın yeni düzenini yakından etkilemiş bu olaydan çok etkilendiğini, yaşamı boyunca duyduğu en insani ve en gerilimli vaka olduğunu belirtiyor Christopher Nolan. Buradan hareketle çektiği ‘Dunkirk’, dünya sinemalarıyla eşzamanlı olarak bizde de gösterime girdi ve ilgiyle izlenmeye devam ediyor.
İngiliz asıllı sinemacının en kişisel eseri olarak dikkat çeken ‘Dunkirk’, yaratıcısının da altını çizdiği gibi konvansiyonel bir savaş filmi değil. ‘Er Ryan’ı Kurtarmak / Saving Private Ryan’ın açılış sekansı benzeri kanlı savaş sahnelerine yer vermekten özellikle kaçınmış yönetmen. Kısıtlı bir süre içinde 72 kilometre uzunluktaki sahilde tutsak kalmış askerlerin hayatta kalma mücadelesi üzerine yoğunlaşıyor yapım. Askerler kumlar ve tahta mendirek üzerinde destroyerlerce alınmayı bekliyor. Gemiler ve tüm plaj Alman uçaklarınca bombalanıyor. Manş denizinin öte yakasından sivil tekneler mahsur kalmış askerleri kurtarmak için harekete geçiyor.
Nolan, farklı zaman dilimlerinde geçen olayları kurgu marifetiyle birleştiriyor. Bu tür zaman sıçramalarına yönetmenin önceki filmlerinden aşinayız gerçi. Bu kez, karada yaklaşık bir hafta, denizde azami bir gün, havada ise bir saatlik yakıt yüklemesi yapabilen uçakların ortak mücadelesini soluk soluğa bir ritimle harmanlanmayı başarıyor ve bu ölüm kalım deneyimini tüm görselliğiyle aktarıyor. Karakterlerin hikâyeleriyle, geçmişleriyle ya da gelecekte neler yapmayı plânladıklarıyla ilgilenmeyişi bu yüzden. Her şey şimdiki zamanda anlatılırken, izleyiciyi derinden etkileyen iki saate yakın deneysel bir seyir hedeflenmiş.
Filmin neredeyse % 90’lık bölümünde kullanılmış IMAX formatı tercihi de bu yüzden. Yönetmenin ‘Yıldızlararası / Interstellar’da da birlikte çalıştığı İsviçre doğumlu Hollanda-İsveç asıllı görüntü ustası Hoyte Van Hoytema’nın izleyiciyi olay anının tam ortasına sokan ve yaşananları orada bulunanların gözünden aktaran çalışması tam bir mühendislik şaheseri. Bu nedenle filmin IMAX formatında film gösteren salonlarda izlenmesi tavsiye olunur.
Sessiz filmlerin tutkunu olduğunu bildiğimiz Nolan, sinemanın bu has döneminden esinle filminde çok az diyalog kullanıyor. Sözgelimi, baştan sona yaşam mücadelesine tanıklık ettiğimiz genç asker (Fionn Whitehead) ilk 35 dakikada hiç konuşmuyor, devamında ise birkaç repliğin ötesinde sesini işitmiyoruz. Havada Tom Hardy, karada Kenneth Branagh, denizde Mark Rylance ve Cillian Murphy gibi tanınmış usta oyuncuların filmin önüne çıkmayan mütevazi katkıları var, ancak karakterler üzerine değil, hayatta kalma mücadelesinin deneyimlenmesinin hedeflendiği bir seçim söz konusu.
Sadece teknik bir gösteriden de ibaret değil ‘Dunkirk’. Havadan keklik gibi avlanan insanların dayanışmasını izlerken çok etkileyici duygusal anlara tanıklık ediyoruz. Gökten Almanların ‘teslim olun ve sağ kalın’ broşürleri düşerken yollarına devam eden genç askerlerin tedirginliği, doğal ihtiyacını gidermek üzere kumlara eğilmiş askerin toparlanarak ölü arkadaşını gömmeye çalışan bir diğerinin yardımına koşması, büyük oğlunu savaşta kaybetmiş sivil tekne sahibinin ‘savaşı benim yaşımdakiler çıkardı, çocukları ölümden kurtarmalıyız’ feryadı, istemeden genç bir sivili ağır yaralayan travma geçirmekte olan askerin pişmanlığı, hayatını kaybeden genç sivilin kurtuluş sonrasında son arzusunun yerine getirilmesi, karaya oturmuş tekneye doğru koşan genç İskoçların görüntüleri filmin unutulmaz kareleri olarak zihinlerde yer ediyor.
Ve bu görsel deneyim ve duygu fırtınasını bir sessiz sinema piyanisti edasıyla müzikleyen Hans Zimmer’in filme önemli katkısının hakkını vermeden de geçmeyelim. Üstadın, İngiliz besteci Edward Elgar’ın bir teması üzerine oluşturduğu müzik bandı kolay unutulacak cinsten değil. Cristopher Nolan’ın en kişisel filmi, şimdiden klasikleşmiş bir başyapıt ‘Dunkirk’. Ödül mevsiminde adını bol bol duyacağımızdan eminim.
(22 Temmuz 2017)
Ferhan Baran