Çilingir Sofrası (Sadi Bey’in Facebook Günlükleri):
Seyithan Özdemir ve Sadi Bey (28. Ankara Uluslararası Film Festivali’nin en önemli fotosu.) Fotoğraf çektirmek için Seyithan’ın yanına gittiğimde ve “Sana hayranım Seyithan, Sarmaşık’taki gölgenle bile bu hayranlığı hak ediyorsun.” dediğimde kolunu omuzuma attı, “Aman ağam, kimseye doğru dürüst sarılamıyorum, asıl ben sana minnettarım, uzun boyun ve kalıbınla kolumu doldurdun.” dedi. Seyithan, sinemamızda kötü karakter canlandıran altın kalpli oyuncularımızın son temsilcilerinden. (25 Nisan 2017)
28. Ankara Uluslararası Film Festivali Ulusal Belgesel Yarışması’nda “Lüfer” adlı belgeseliyle İkincilik Ödülü kazanan Mert Gökalp, teşekkür konuşmasında “Umarım bir belgesel bir balığı kurtarır” mealinde bir şeyler söyledi. Gökalp’e moral vereyim: Kurtarır, kurtarır, Süha Arın’ın “Safranbolu’da Zaman” belgeseli koskoca kasabayı kurtardı, “Lüfer” niye lüferi kurtaramasın? (01 Mayıs 2017)
Hayatta her an bir ilk’le karşılaşmamız mümkün. 28. Ankara Uluslararası Film Festivali’nden dönüyoruz. Sabiha Gökçen’e indik, önden 5. sırada otursam da erken kalktım yürüdüm, uçağın kapısına geldim. Hayatımda ilk defa uçaktan birinci inen insan olacağım. O sırada merdiven yanaşmış, uçağın kapısına “Tık, tık” diye vuruldu. Tam burada “Atlara Fısıldayan Adam”dan aldığım ilhamla aklıma film yapımcılarına ilginç bir film adı önermek geldi: “Uçağın Kapısını Tıklayan Adam”. Bu isimden hareketle pekâlâ güzel bir (hava) yol(u) filmi yapabilirsiniz. Bu önerdiğim filmin öncülü de “Merdiven Baba” adıyla yapılmıştı zaten. Olur, olur. (01 Mayıs 2017)
“Çok konuşanlar bilmez, çok bilenler konuşmaz” mı, neydi o? (02 Mayıs 2017)
Cümleye büyük harfle başlamayan, noktayı, virgülü nereye koyacağını bilmeyen arkadaşların yazdığı yazıları -elimde değil- pek ciddiye alamıyorum. Misalen bir arkadaşın yazma şekli ilkokul öğrencisinden bile kötü. Neredeyse her kelimeden sonra veya iki kelimede bir nokta koyuyor, rastgele büyük harf kullanıyor. Adam sanki Friedrich Nietzsche ama dediğim gibi, imlâ hataları yüzünden yazdıklarını pek ciddiye alamıyorum. Buraya yazdıklarımızı bir kişi bile okuyor olsa dahi, dil bilgisi kurallarına uygun yazmaya gayret göstermeliyiz. (02 Mayıs 2017)
Sosyal medya ortamında Sabiha Gökçen Havalimanı’nda genelde yer bildirimi yapmıyorum. Olur da facebook kamu aleme “Sabiha Gökçen’den ayrıldı” diye mesaj geçer, yanlış anlaşılır. (02 Mayıs 2017)
“İyilikten maraz doğar” sözüne son haftamdan iki örnek vereyim. Birinci örnek: Otelden çıktık, taksiyle SİYAD jüri üyesi görevimi yapmak üzere Büyülüfener Sineması’na gidiyoruz, yanımda Kısa Film jürisinin yabancı üyesi bir delikanlı var. Tam Tunus Caddesi’nden sapacağız önümüzde giden taksi ile özel araba birbirine girecekken ani bir frenle durdular. Her ikisinden de sürücüler indi, hışımla arabaların yapmadığı birbirine girme eylemine davrandılar. Tam o sırada iyi niyetli bir vatandaş “Yapmayın, etmeyin” diyerek aralarına daldı. Özel araba sürücüsü ilk şiddetini bu vatandaş üzerine uygulayınca, boş bulanan vatandaş boylu boyunca yola devrildi. O sırada çevreden yetişenler kavgaya niyetlenen sürücüleri yatıştırdılar, arabalarına bindirip gönderdiler. Yola düşen vatandaş ise kenarda kendi kendine ayağa kalkmış yere çarpan ellerini oğuşturmaktaydı. Belli ki ellerinde eziklikler oluşmuştu ve yüz ifadesinden acı çektiği anlaşılıyordu. İkinci maraz hikâyesi de az önce kendi başıma geliyordu. Şişli Etfal Hastanesi’nde iki çeşit asansör var. Vatandaşların kullandığı birincisinin, malûm olduğu üzere müşterisi bol, kapısı sürekli kalabalık. İkincisini ise doktorlar ve hastane personeli kartla kullanıyor. Vatandaşın birisi geldi, kapıya dikildi. Ben o sıra 6. katta gözüme damlatılan ilacı sindirmek için tam asansörün karşısında oturuyorum. Birden iyilik damarım kabardı. Vatandaş boşuna beklemesin diye “O asansör kartla çalışıyor” diye seslendim. Vatandaş şöyle bir geri döndü, öyle bir baktı ki, kendimi Rocky tarafından bir güzel benzetilmiş gibi hissettim. Bakışını uygulamaya teşebbüs edemeden tam o sırada asansörün kapısı açıldı, bir doktor indi ve bu uyanık vatandaş atladı asansöre, gitti. Çoğunluğu disiplinli ve doğru hareket eden vatandaşların hayatı işte bu tür kişiler yüzünden sıkıntı içinde geçiyor. Memleketimiz eskiden böyle değildi, son yıllarda şirazesinden çıktı. 40 yıl önce, gece yarısı, Ankara’da tren garından çıkmış vatandaşın, yoldan araba geçmediği halde yaya geçidinde durup kendisine yeşil ışığın yanmasını beklediğine bizzat şahit olmuşumdur. Boşuna “Ankara, Ankara, güzel Ankara; seni görmek ister her bahtı kara” dememişler. Ondan. (03 Mayıs 2017)
Sinemada Kelebek Etkisi’ne bir örnek: Değerli oyuncumuz İzzet Günay’a 2013 yılında 4. Malatya Uluslararası Film Festivali ve 20. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali onur ödülü vermişti. Kelebek etkisi bu yıl 28. Ankara Uluslararası Film Festivali’nde de etkisini gösterdi ve değerli sanatçımız 3. kez onurlandırıldı. 19. Uluslararası Eskişehir Film Festivali’nin dün yapılan basın toplantısında açıklandığına göre değerli sanatçı 2017 yılında -şimdilik- 15 gün içinde 2. kez onurlandırılmış olacak. Benzer bir olay birkaç yıl önce naçizane bendenizin de başına gelmişti. Sağolsun 15. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali’nin verdiği Emek Ödülünü valizime koyup Malatya’ya geçtim, birde orada Emek Ödülüyle onurlandırıldım. İnsan mutlu oluyor ama yanlış anlaşılmasın bir yıl içinde iki kere bana ödül vereceğinize bir bana vereydiniz, bir de Hadi Bey’e vereydiniz daha iyi olurdu gibime geliyor. (03 Mayıs 2017)
(05 Mayıs 2017)
Sadi Çilingir
sadicilingir@sadibey.com