Orhan Pamuk’a Söylemeyin Kars’ta Çektiğim Filmde Kar Romanı da Var

Çilingir Sofrası (Sadi Bey’in Facebook Günlükleri):

Değerli büyüğümüzün bugünkü Yenikapı mitinginde yaptığı konuşmanın başında “İstanbul beni sarhoş ediyorsun” mealindeki sözünden hareketle TV.lerde gösterilen sinema filmlerindeki kadeh sahnelerinin buğulanması uygulanmasından vazgeçilmesini umut ediyorum. (08 Nisan 2017)

67 yıllık hayatımın 50 yılını İstanbul’da geçirdiğime göre İstanbullu olmaktan gurur duyduğumu beyan etmekte bir beis görmüyorum. Gözünü* sevdiğim İstanbul hakikaten memleket gibi bir şehir. Siyasilerimiz diğer şehirlerimize gittiklerinde genelde boyunlarına o şehrin futbol takımının renklerini havi atkı, şal, poşu, vs. asar. Bugünkü Yenikapı mitinginde ikinci değerli büyüğümüzün kırmızı-beyaz atkı ile sahneye çıktığını gördüğümde yüzüme geniş bir tebessümün yayıldığını itiraf ederim.
* Neresi olduğunu tabi ki bilmiyorum, “gözünü sevdiğim” lâfın gelişi. (08 Nisan 2017)

1914 yılında başlayan sinemamız bu yıl itibariyle 103 yaşında. Türk Sineması olarak adlandırılan sinemamız son yıllarda bazı kesimler tarafından Türkiye Sineması olarak adlandırılmaya başlandı. Bu yeni adlandırmayı -festival nedeniyle ilk akla gelen- İstanbul Film Festivali, Mithat Alam Film Merkezi, Sinema Yazarları Derneği gibi kuruluşlar da kullanmaya başladı. Mithat Alam Film Merkezi’nin “Türk Sineması Görsel Hafıza Projesi”nin adı “Türkiye Sineması Görsel Hafıza Projesi”ne, Kadir Has Üniversitesi’nin “Türk Film Araştırmalarında Yeni Yönelimler Konferansı”nın adı “Türkiye Film Araştırmalarında Yeni Yönelimler Konferansı”na dönüştü. 36. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Altın Lale Yarışması’nın tanıtım görselleri arasında ülkemiz sinemasına ait filmlerin Blue Silence, Claire Obsure adlı İngilizce afişlerini görünce sinemamızı da artık Turkey Cinema olarak mı anmaya başlasak diye düşündüm. Yeşilçam Sineması’na da Green Pine Cinema veya Pinecine deriz. (Pine/Çam ile Cine/Sinema arasındaki kafiye uyumuna da dikkat çekerim.) (09 Nisan 2017)

“Sinemamızda benzeri olmayan film” denildiğinde birbirleriyle hiç âlâkası olmayan Metin Erksan’ın Sevmek Zamanı ve Ömer Kavur’un Yusuf ile Kenan filmleri aklıma gelirdi, şimdi bunlara bir de Rıza Sönmez’in Orhan Pamuk’a Söylemeyin Kars’ta Çektiğim Filmde Kar Romanı da Var filmi eklendi. (09 Nisan 2017)

Yanlış hatırlamıyorsam Rıza Sönmez’in Orhan Pamuk’a Söylemeyin Kars’ta Çektiğim Filmde Kar Romanı da Var filminin adı başlangıçta Peri Peri’ydi. Antalya’da Rıza ile konuştuğumuzda, filmin yeni adını bildirdiği Orhan Pamuk’tan herhangi bir kısıtlama gelmediğini söylemişti. Ayrıca kanaatimce filmin, seyreden sinemaseverleri romanı okumaya da teşvik edeceğine eminim. Nasıl ki bendeniz film festivali nedeniyle Kars’a gittiğimde ilk iş olarak Kar romanında bahsedilen mekânları aradıysam, filmi seyredenler de romanı okuyacaklar ve Kars’a yolları düştüğünde romandaki ve filmdeki yerleri görmek isteyeceklerdir. Orhan Pamuk-Kars birlikteliğini bundan böyle pekâlâ Orhan Pamuk-Kars-Rıza Sönmez birlikteliği olarak da algılayabiliriz. (10 Nisan 2017)

Rutin muayenem için hastaneye biraz erken gidince kafeteryada bekleyelim dedik. Ben telefonumla haşır neşir olurken hanım yanından geçen şef garsona “Çay alabilir miyiz?” dedi. Şef garson çayları dolaştıran diğer garsona “Hanımefendilere de iki çay ver?” diye seslendi. Etraf kalabalık, duyan falan olmuştur diye zevahiri kurtarayım dedim, “Hayırdır şef, hanımefendiye benzer bir yerim mi var?” diye sordum. Neyse ki Şef, gaf yaptığını fark etti, “Estağfurullah abi.” dedi. Güldüm. Gülüştük. (10 Nisan 2017)

Fısıltı gazetesinin gücüne bir kez daha inandım. T2 Transpotting filmi geçtiğimiz If İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’nde gösterildi. Festival ilgilileri sağolsunlar basına da ayrıca bir gösterim düzenlediler. Filmi seyrettikten sonra Türkiye’de vizyona girmeyeceği bilgisi gelince görenler bir kez daha göremeyeceklerine, göremeyenler de filmle sinema perdesinde buluşamayacaklarına üzüldüler. Tam o aşamada fısıltı gazetesi faaliyete geçti, sinemaseverler ve medya mensupları filmden övgüyle bahsetmeye başladılar. Ardından filmin 05 Mayıs’ta vizyona gireceği açıklandı. Bu karar değişiminde fısıltı gazetesinin büyük etkisi olduğunu sanıyorum. (10 Nisan 2017)

11 Nisan Şanlıurfa kurtuluş günü kutlu olsun; 1967’lerdeki Atlas Sineması ve Türkmen Sineması’na selam olsun. (11 Nisan 2017)

Sabah soğukluğu: Güzel Türkçemizde bazı ifadeler ters yüz edildiğinde insanı gülümsetiyor. Hep “Sebze fiyatları aldı başını gidiyor” ve “Trafik Arap saçına döndü” denir; hiç “Sebze fiyatları verdi başını geliyor” denmez veya trafik hiçbir zaman Fransız saçına dönmez. (11 Nisan 2017)

(15 Nisan 2017)

Sadi Çilingir

[email protected]

Bu Film Hayal Değil, Hayat Ürünü

Mandıra Filozofu filmleriyle milyonlarca seyirciye ulaşan Müfit Can Saçıntı, senaryosunu kendisinin kaleme aldığı yeni filmi Yaşamak Güzel Şey’de hayatından bazı anları aynen beyazperdeye aktardı. Filmdeki kahramanlara gerçek ailesinin isimlerini veren Saçıntı, “Yaşamak Güzel Şey’de herkes kendinden bir şeyler bulacak. Çünkü, bu film hayal değil, hayat ürünü. Ancak filmdeki Müfit, benim söyleyemediğim birçok şeyi söylüyor.” diyor.

Sadi Çilingir Yazıyor: Canım Kardeşim

Ömrü uzun olsun Hakkı Bulut, Müslüm Gürses’in başka bir versiyonudur. Aynen Müslüm Gürses gibi, Mehmet, Heey Mehmet ve Mehmet Efendi tarafından sevildiği gibi Mehmet Bey tarafından da, yani herkes tarafından sevilir. Yıl 1975, Sarıkamış’ta askerim, her gün yer gök “İkimiz Bir Fidanız” diye inliyor. Bulut besteyi yeni yapmış, çok tutulmuş. Asker milletinin de malûm aklı fikri fidanın diğer dalında olduğundan etrafta sürekli o şarkı … Devamı… »

Yeni Başlayanlar İçin Hayatta Kalma Sanatı, 36. İstanbul Film Festivali’nde

Genç yaşında, annesini, babasını ve kız kardeşini trafik kazasında kaybeden ve intiharı düşünürken yaşadığı deneyimlerle hayatın içine çekilen bir genci konu alan Yeni Başlayanlar İçin Hayatta Kalma Sanatı, 36. İstanbul Film Festivali’nde Seyfi Teoman İlk Film Ödülü için yarışıyor. 12 Nisan Çarşamba günü 13:30’da Beyoğlu Sineması’nda gösterilecek olan filmi Burak Serbest yönetiyor.

Sessizliğin Kardeşleri, İstanbul Film Festivali’nde

Taylan Mintaş’ın yönettiği Sessizliğin Kardeşleri, ilk gösterimini İstanbul Film Festivali’nde yarın 16:00’da Beyoğlu Sineması’nda yapacak. Film, yönetmenin yıllar sonra gittiği köyünde karşılaştığı kuzenleri Toso ve Çao’nun hikâyesini konu alıyor. Kars’ın Susuz İlçesine bağlı küçük bir köyünde yaşayan Toso ve Çao, birbirlerinden farklı iki kardeştir ama onları ortaklaştıran şey, sağır, dilsiz ve kendilerine özgü bir işaret diline sahip olmalarıdır.

Ian McKellen’a Sıcak Karşılama

Sanat ve eşitlik konulu bir dizi etkinliğe katılmak için British Council’ın konuğu olarak İKSV işbirliğinde ilk kez Türkiye’ye gelen ünlü İngiliz oyuncu Ian McKellen İstanbul ziyareti boyunca gittiği her yerde büyük ilgi gördü. Yüzüklerin Efendisi serisi, X-Men, Richard III ile Tanrılar ve Canavarlar filmlerinden tanıdığımız beyazperdenin ve tiyatro sahnelerinin en sevilen oyuncularından Ian McKellen’ın katıldığı etkinliklerin öncesinde hayranları uzun kuyruklar oluşturdu.

Ian McKellen’a Sıcak Karşılama yazısına devam et

28. Ankara Uluslararası Film Festivali Bilet Satışları Başlıyor

20 – 30 Nisan tarihleri arasında gerçekleşecek, sinemaseverlerin merakla beklediği 28. Ankara Uluslararası Film Festivali için geri sayım başladı. Dünya festivallerinin en özel seçkileri, ünlü yönetmenlerin kült filmleri, kısa ve belgesel filmlerin son dönem başarılı örnekleri Kızılay Büyülüfener Sineması, Çağdaş Sanatlar Merkezi, Goethe-Institut Ankara’da seyirci ile buluşacak. Festival biletleri bugün itibariyle Kızılay Büyülüfener Sineması gişelerinden ve www.biletinial.com’dan temin edilebilecek. Ankara Uluslararası Film Festivali bilet fiyatları, ilk seanslar 6 TL, öğrenci / öğretmen / 65 yaş üstü 12 TL, tam bilet 15 TL olarak belirlendi.

28. Ankara Uluslararası Film Festivali Bilet Satışları Başlıyor yazısına devam et

Yeşil Kırmızı, 36. İstanbul Film Festivali’nde

Çekimleri geçtiğimiz yıl tamamlanan ve Amedspor takımını anlatan Yeşil Kırmızı, 36. İstanbul Film Festivali, Ulusal Belgesel yarışma kategorisinde seyirciyle buluşacak. 10 Nisan Pazartesi günü 21:30’da Beyoğlu Sineması’nda gösterilecek belgeselin yönetmenliğini Ersin Kana üstlendi. Yeşil Kırmızı, Diyarbakır Büyükşehir Belediyespor olan adını şehrin kadim isimlerinden Amed ile değiştiren, 2015 – 2016 sezonunda Ziraat Türkiye Kupası’nda dokuz maç yenilgisiz ilerleyerek çeyrek finale yükselen Amedspor takımının futbol serüvenine odaklanıyor. Filmin Diyarbakır çekimleri sırasında şehrin bazı bölgelerinde sokağa çıkma yasağı devam ediyordu.

Semur: Şeytanın Kabilesi

Gökhan Aksu’nun yönettiği ve İpek Erdem, Balamir Emren, Gamze Pelin Gökçe ile Batuhan Yar’ın oynadığı Semur: Şeytanın Kabilesi, 18 Ağustos 2017’de MC Film dağıtımıyla Ayhan Ulam Yapım tarafından vizyona çıkarıldı.
Çocukken, teyzesi tarafından kıskançlık büyüsü yapılan Merve’nin hayatı kâbuslarla geçmiştir. Merve, Ozan adında bir çocukla tanışır ve evlenir. Bir zaman sonra Merve’nin teyzesi hayatını kaybedince Merve’nin annesi Fatma, babasının vasiyeti üzerine son görevini yapmak için Merveyi cenaze evine çağırır. Cenazeye gitmek istemeyen Merve ya cenazeye gidecek yada bir daha annesini göremeyecektir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Film Seti
  • IMDb

Korkut Akın Yazıyor: Baraka -The Shack-

Ölüm, geri dönülmeyen bir yok oluştur. Bu, bütün canlılar için geçerli. Bunu kabul etmek, belki bütün canlılar için değil ama insanlar için en zor kabul edilebilir bir durum. Herkes, hepimiz ikinci bir dünya olduğuna, orada huzur, barış, mutluluk olduğuna inanırız. Büyük olasılıkla burada, bu dünyada yaşayamadığımız bütün güzellikleri oraya bırakmamızın temelinde yatan da bu duygu. Üç çocuklu, geliri yerinde, mutlu ailede en küçük kız kaçırılarak … Devamı… »

36. İstanbul Film Festivali’nden Son İzlenimler

Bir festivali daha geride bıraktık. Hızla geçen 11 gün içinde bir sinema salonundan diğerine koştuk, güzel filmlerle içimiz aydınlandı. Festivalin son günlerinde izleme fırsatı bulduğum birkaç filmden söz etmek istiyorum bu yazımda.

Locarno Film Festivali’nden en iyi yönetmen ödüllü ‘Ornitolog’ Portekizli sinemacı Joao Pedro Rodrigues’in imzasını taşıyordu. Kuş gözlemcisi Fernando’nun ormanın derinliklerinde, doğanın huzur verici dinginliğinde başlayan sakin yolculuğu, nehirdeki akıntının botunu kapıp götürmesiyle yön değiştiriyor. Bundan sonrasında orman ile Fernando, gerçek ve hayal, rüya ile kâbus arasındaki çizgiler giderek belirsizleşecektir. Rodrigues bu kaybolmuşluk öyküsünü dinsel referanslar ve cinsel fanteziler eşliğinde sunuyor izleyicisine. Hacı olma yolundaki tekinsiz Japon kızlar, etrafta cirit atan orman ruhları, genç İsa, yönetmenin bizzat yorumladığı Aziz Antonio devreye giriyor sırasıyla. Derek Jarman külliyatından beslenen Rodrigues’in yapıtı hem ana karakterine, hem de izleyicisine şaşırtıcı sürprizler sunuyor, görselliğiyle parmak ısırtıyor. Film, Reha Erdem’in başkanlığını yaptığı Uluslararası Yarışma’da Altın Lale ödülüne layık görüldü.

Yarışma seçkisinin bir diğer önemli filmi ‘Benim Mutlu Ailem’ Gürcistan’dan geliyordu. Üç yıl önce yine festivalde izlediğimiz ilk uzun metrajları ‘Hayatın Baharı’ ile ilgi alanımıza giren Nana Ekvtimishvili ile Simon Gros’un ortaklaşa yönettikleri yapım, ataerkil Gürcü toplumunu mercek altına alıyor. 25 yıllık evliliğini sürdüren edebiyat öğretmeni Manana, üç odalı baba evini kocası, anne-babası, yetişkin iki çocuğu ve damadıyla paylaşmaktadır. 50’li yaşlardaki Manana kiraladığı küçük dairede tek başına yaşama kararı aldığında aile bireyleri şaşkınlığa düşeceklerdir. Mükemmel yazılmış, yönetilmiş, Gürcistan sinemasının tanınmış oyuncusu Ia Shugliashvili’nin kusursuz performansı ve uzun planlar eşliğinde dingin ilerleyen yapım, bu yılki festivalin iz bırakan filmleri arasındaydı.

Aynı seçkide yer alan ‘Lady Macbeth’, İngiliz tiyatro ve opera yönetmeni William Oldroyd’un ilk uzun metraj denemesi. Oldroyd, Rus yazar Nikolai Leskov’un Shostakovich’in aynı adlı ünlü operasına da kaynaklık etmiş kısa romanı ‘Mtsensk İlçesi’nin Lady Macbeth’i’ni, İngiltere’nin genç kuşak oyun yazarlarından Alice Birch ile ortaklaşa kaleme aldıkları senaryodan beyazperdeye uyarlamış. Shakespeare’in ünlü tragedyasıyla doğrudan bağlantısı olmayan bu hikâyede, kendisinden yaşça büyük zengin adama bir küçük toprak parçası ile birlikte satılmış genç Katherine’in tutkuları ve özgürlüğü için mücadelesini izliyoruz. Kocasının aşağılayıcı davranışlarına katlanmaya çalışırken, çiftlikteki işçilerden biri ile tutkulu bir ilişki yaşamaya başlayan genç kadın, hayatta kalabilmek için mazlum konumundan acımasız bir Lady’ye dönüşecektir. Genç oyuncu Florence Pugh’un parlak kompozisyonuyla öne çıktığı yapım, festivalin iyileri arasındaydı.

1984 doğumlu Polonyalı yönetmen Bartosz M. Kowalski’nin ilk uzun metrajı ‘Oyun Alanı / Plac Zabaw’, herkesin kolay kaldıramayacağı final sekansıyla festivalin seyri en zor filmlerinden biriydi. Ergenliğe geçiş yaşlarındaki çocukların dünyasındaki acımasızlık ve şiddeti son derece soğukkanlı bir şekilde perdeye taşıyan genç sinemacının cevap vermekten ziyade sorunları ortaya koyan tavrı dikkat çekiyor ve Haneke etkisi buram buram hissediliyordu.

Kaçırılmaması gerekenler listemde ilk sırada yer alan ancak programım gereği festivaldeki son gösteriminde izleme şansı bulabildiğim ‘Vahşi Bölge / La Region Salvage’ ile Amat Escalante bizleri bir kez daha yanıltmadı. Yıllar önce festivalde gösterilen ‘Kan / Sangre’ ile bir avuç sinefili büyüleyen Meksikalı sinemacı, ‘Heli’nin ardından çektiği, Venedik’ten en iyi yönetmen ödüllü son filminde, cinselliğin; tabu, kural, sınır tanımayan cinselliğin, doğanın en ölümcül mutluluk kaynağı olduğunun altını çiziyor. Andrzej Zulawski’nin ünlü ‘Possession’una ithaf edilmiş bu çizgi dışı yapımda, insanlar (ve de hayvanlar) saf cinsel haz veren dünya dışı bir varlığın çekimine kapılıyor. Yönetmen ilk kez tür sinemasıyla flört ediyor, Mozart’ın ‘Sihirli Flüt’ ezgilerine tedirgin edici elektronik tınılar karışıyor.

(15 Nisan 2017)

Ferhan Baran

[email protected]