Aşk Mektupları (Mal de Pierres)
Yönetmen: Nicole Garcia
Eser: Milena Agus
Senaryo: Jacques Fieschi-Nicole Garcia
Müzik: Daniel Pemberton
Görüntü: Christophe Beaucarne
Oyuncular: Marion Cotillard (Gabrielle), Louis Garrel (André), Alex Brendemühl (José), Brigitte Roüan (Adèle), Victoire du Bois (Jeannine), Aloïse Sauvage (Agostine), Daniel Para (Martin), Jihwan Kim (Emireri Blaise), Sören Rochefort (Georget), Camilo Acosta Mendoza (Camilo), Julio Bollullo Carasco (Julio), Elian Planes (Simon), Maxime Flourac (René), Victor Quilichini (Marc)
Yapım: StudioCanal (2016)
Oyuncu-yönetmen Nicole Garcia’nın “Aşk Mektupları” filmi, kırılgan bir genç kadının aşkı arayışının peşine düşerken, Fransa’daki toplumsal hayata da gerçekçi bakış sunuyor.
Film, II. Dünya Savaşı’nın sonrasında başlıyor. Aslında bu film, İtalyan yazar Milena Agus’un romanının epeyce uzağında ve serbest bir uyarlama oluyor. Bir sanatçı, bir başka sanatçının eserini olduğu gibi aktarmayabilir. Belki de en iyisi buydu. Fransız yönetmen Nicole Garcia, 1955 doğumlu İtalyan yazar Milena Agus’un 2006’da yayınlanan “Mal di Pietre” romanını esere sadık kalmadan uyarladı işte. Ayrıca bu roman bizde yayınlanmadı hâlâ. Ama Pupa Yayınları, yazarın “Yufka Yürekli Kontes” romanını 2012’de yayınlandı.
Yönetmen Garcia, 1946’da Cezayir’de doğdu. Yönetmenin 1998 yapımı “Place Vendôme-Vendôme Meydanı” filmi ülkemizde vizyona çıkmıştı. Garcia’nın 2013 yapımı “Un Beau Dimanche-Güzel Bir Pazar” filmini de hatırlatmalı. Yönetmen, oyuncu olarak Alain Resnais’nin 1980’deki “Mon Oncle d’Amérique-Amerikalı Amcam”, Claude Miller’in 2001’deki “Betty Fisher et Autres Histoires-Bayan Fisher ve Diğer Öyküler” ve 2003’teki “La Petite Lili-Küçük Lili” dahil birçok filmde başrol oynadı. Yönetmenin 2016 yapımı sinemaskop “Mal de Pierres-Aşk Mektupları”, her şeyiyle bir kadın film. Bu filmi gördükten sonra insanın kalbi kadınlardan yana daha da çok çarpıyor.
Erotik düşlerle…
1950’lerin sonlarında, günümüz. Bir araba Lyon’a doğru yol alıyor. Arabada Gabrielle, kocası ve oğulları Marc var. Lyon’a geldiklerinde sürekli mektup gönderdiği adresin sokağını gördüğünde heyecanlanıyor. Apartmanın girişinde dairenin Sauvage yazan zilini çaldığında film geriye dönüyor ve 1940’ların ikinci yarısına, ikinci savaş sonrasına gidiyor.
Ekonomik durumları iyi çiftlik sahibi ailenin iki kızından büyüğü olan Gabrielle, kasabanın evli öğretmeninden aşkı istiyor önce. Onun kendisine okuması için verdiği “Uğultulu Tepeler” romanıyla erotik düşler kuruyor Gabrielle. Kitabın sayfasında öğretmenin adı da yazıyor. Bu onu daha da ateşliyor ve zihninden düşen erotik kelimelerle kitapla sevişiyor adeta. Romanın yazarı İngiliz Emily Brontë de taşradan hiç ayrılmamış onun gibi. Bu roman Can Yayınları tarafından 2016’da yayınlandı. Hasat zamanı yemeğinde öğretmenin evli olduğunu öğreniyor Gabrielle. Gerçek aşkı arıyor aslında. Bu aşk da bir derinin altında tekmiş gibi olabilmek. Kadınlar belki de bunu arıyorlar hep.
Gabrielle’i baygın bulunuyor. Bebeğini de düşürmüş. Gabrielle bunalımlar yaşarken, annesi Adèle, onun deliliğin sınırında olduğunu düşünüyor. Çiftliklerinde Katalan bir komünist duvar ustası José Rabascal da ırgat olarak çalışıyor. José, Cumhuriyetçilerle beraber faşist Franco’ya karşı savaşmış. Şimdilerse yolu Fransa’daki bu çiftliğe düşmüş. Dinsiz, komünist ve yalnız biri o. Gabrielle piyano çaldığında dikkatle onu dinlerken, Adèle bu erkeğin Gabrielle’in ruh halini düzelteceğini umuyor. Bu ilişki mümkün müydü? Gabrielle, ya akıl hastanesine yatacak ya da evlenecekti. José’yle evleniyor. Ama Gabrielle yatağının kapalı olduğunu söylüyor ona. Marsilya’ya taşınıyorlar. José, Gabrielle’in sermaye yardımıyla inşaat işlerinde büyüyor. Cinsel sorunlarını da Toulon şehrindeki fahişelerle çözümlüyor. Gabrielle, fahişelerle yatmanın nasıl olduğunu merak ediyor ve onlar gibi oluyor bir geceliğine. Parasını da alıyor José’den.
Taş hastalığıyla…
Böbreğinde taş olan Gabrielle, sanatoryuma benzeyen dağ hastanesine yatıyor çok geçmeden. Bu hava değişikliği onu hayatının aşkına getiriyor. Çinhindi’nde, yani Vietnam’da savaşmış Teğmen André Sauvage’la yolu kesişiyor burada. Hastanede her işle beraber hemşirelik de yapan Agostine’le dostluk kuran Gabrielle, hastalığından bitkin düşmüş André’yle yakınlık kuruyor. André, tüm gücünü yitirmiş ve hep yorgun. Gabrielle, André’yle hayatının erkeğini buluyor belki de. Onunla yakınlaşmaları Gabrielle’i tedavi ediyor sanki. Arada kocası da ziyaretine geliyor. José geldiğinde mutsuzluğu yüzüne iniyor adeta. Bir gün André cankurtaranla (ambulansla) Lyon’a götürülüyor. André ona, umutsuz hastaların Lyon’a götürüldüğünü söylemişti konuşmalarında. André’nin odasının boşaltıldığını gören Gabrielle, André’yi arzuluyor hep. Onunla bir derinin altındaymış gibi olmak istiyor. Belki de tüm kadınların düşüydü bu. André hastaneye dönüyor muydu bir anda? Ya o sevişme? Sinema tarihine bir armağan olan André’yle Gabrielle’in sevişmeleri, bir derinin altında tek olmayı görselleştiriyor sanki. Sonra eski hayatına dönüyor Gabrielle ve André’ye mektuplar yazıyor. José her şeyin farkında. Sonra gönderdiği mektupların hepsi iade ediliyor. Şimdi ne yapacaktı? Bebeği onu mutlu edecek miydi?
Çaykovski ve Bach…
Gabrielle, André’nin piyanoda çaldığı Çaykovski’nin “Haziran” bestesi “Les Saisons / Barcarolle de Juin” (Mevsimler / Gondolcuların Şarkısı Haziran) müziğine tutuluyor. André’den bir hatıra gibi. Oğlu Marc’a da bu tınıları çaldırıyor. Çaykovski’nin bu bestesi, filmi ve seyirciyi tam anlamıyla kuşatıyor. İnsanın kulağına da aşina geliyordu bu Çaykovski tınıları. Yönetmen, Bach’ın “Siciliana” bestesini de piyano tınılarıyla duyuruyor filminde. Bach’ın bu bestesi “Siciliana”, aslında Barok dönemden gelen, yavaş ve kıvrak olabilen bir müzik tarzı. “Psychodelic” ruh gibi. Barok müzik dönemi, 1600’lerin başından 1750’lere kadar devam etmişti. Kısaca pastoral de deniyor bu sanatsal döneme. Günümüzde etkileri az da olsa devam ediyor. Filmde Schubert, Mozart ve Chopin de duyuluyor. Filmdeki fotoğraflar da çarpıcı ve ilham verici. Yönetmen, geçmişteki anları, dönem filmlerindeki gibi kahverengimsi tonlarda yansıtmış. Işık düzenlemeleri kasveti biraz daha artırıyor mekânlarda. Günümüzdeyse renkler daha belirgin ve kasvet azalıyor. Sanki Barok dönemin ruhu yansıyordu bu filmde.
(08 Aralık 2016)
Ali Erden