François Ozon’un geçtiğimiz Venedik Film Festivali’nde ilk kez görücüye çıkmış yeni çalışması ‘Frantz’ sıcağı sıcağına bizde de gösterimine başlıyor. Fransız sinemasının üretken yönetmeninin 2007 yapımı ‘Angel’dan beri çektiği bu ilk dönem filmi, iki savaş arasında Maurice Rostand tarafından kaleme alınmış ‘Öldürdüğüm Adam / L’Homme Que J’ai Tué’ isimli sahne oyunundan yola çıkmış Ernst Lubitsch imzalı ‘Broken Lullaby’ın da yeni uyarlaması.
1919 yılında Almanya’nın küçük dağ kasabası Quedlinburg’ı mekân alan hikâye, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından yitirdiklerinin yasını tutan bireylerin dramı üzerinedir. İsimsiz bir şekilde diğer askerlerle birlikte Fransa’da gömülmüş nişanlısı Frantz’ın boş mezarını hergün ziyaret eden Anna’nın görüntüsüyle açılır film. Elinde çiçeklerle ziyarete gelen Adrien Rivoire isimli Fransız genç adamla mezar başında karşılaşır genç kadın. Savaş öncesinde Frantz ile yakın arkadaş olduğunu söyleyen Adrien, Anna ve nişanlısının ailesi tarafından şüpheyle karşılanır önce. Dönem iki ulusun karşılıklı nefretinin yoğun yaşandığı bir dönemdir ve acılı Alman baba için her Fransız oğlunun katilidir. Ancak hal ve tavırlarını oğullarına benzettikleri ve yitirilenin anısıyla bağ kurabildikleri genç adamı bağırlarına basmaları uzun sürmez. Onun anlattıkları kaybettiklerinin anısını canlı tutar. Öyle ki, aile Anna’nın bu aniden çıkagelmiş Fransız adamla birlikte olmasını onaylamakta gecikmez. Lakin hiçbir şey bizlere sunulduğu gibi değildir. Oyuna ve Lubitsch’in filmine aşina olanların çok iyi bildiği bir sürpriz itiraf olayların yönünü değiştirecektir.
Daha önce hiç savaş veya çatışma sahnesi ve Alman dilinde film çekmemiş Ozon için ilklere tanık olduğumuz bir film ‘Frantz’. Savaş ertesi melankolisininin etkileyici bir biçimde aktarılmasına olarak sağlayan siyah-beyaz tercihi de öyle. Özenle kotarılmış bu dönem filminin günümüz iklimine göndermelerde bulunduğu da aşikâr. İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrıldığı, ırkçı söylemiyle dünyayı ayağa kaldıran Donald Trump’ın ABD başkanlığına yerleştiği, kör milliyetçiliğin ve yabancı düşmanlığının ayyuka çıktığı günümüzde özgün oyunun barış ve dostluk yanlısı mesajını güçlü bir biçimde iletiyor yönetmen. Chopin’in noktürnleriyle, Verlaine’in, Rilke’nin şiirleriyle bir bağ kurmuş bireylerin savaşla darmadağın oluşlarının hüznünü etkileyici bir biçimde aktarıyor. Anti militarist, anti ulusçu savaş karşıtı manifestosunu çarpıcı sahneler eşliğinde dile getiriyor. Alman olsun Fransız olsun milliyetçilerin savaş ertesinde doruğa çıkmış düşmanca söylemlerini şiddetle eleştiriyor. Önceleri ‘her Fransız birey oğlumun katilidir’ diyen Frantz’ın acılı babasının ‘onları savaşa kendi ellerimizle uğurladık, bizler oğullarının ölümüne zafer kadehleri kaldıran bir nesiliz’ diyerek isyan edişi bu yüzden anlamlı.
Lubitsch uyarlamasında da yer alan bu bölümün ya da Anna’nın savaş günlerinden sonra ilk kez bir elbise satın alarak Adrien ile dansa gittiği sahnenin özenle korunduğu film, Frantz’ın Anna ve Adrien ile müziği paylaştıkları geçmiş mutlu anlarda renkleniyor. Pascal Marti’nin kadrajları, Philippe Rombi’nin Mahler etkisindeki müzik çalışması kadar birinci sınıf oyuncularıyla da parlıyor ‘Frantz’. Jalil Lespert imzalı filmde ‘Yves Saint Laurent’ rolüyle dikkatimizi çekmiş Pierre Niney kırılgan Adrien’e hayat verirken, Venedik’te Marcello Mastroianni adına ithaf edilmiş en iyi genç aktris ödülüne layık görülen Alman oyuncu Paula Beer, Anna yorumuyla filmin esas keşfi olarak dikkat çekiyor.
Filmin Almanya’dan geçen ilk perdesinde Rostand / Lubitsch yorumuna sadık kalmış olan Ozon, Paris’te geçen ikinci bölümde öyküye yeni bir boyut ekliyor. Küçük Alman kasabasında yasını sürdüren acılı anne babayı bir kenara bırakıyor ve Anna’nın ölüm yerine yaşamı seçişine dair yeni bir serüveni öykülemeye girişiyor. Paula Beer’in öne çıktığı bu bölümde Anna’nın başdöndürücü kişisel gelişimini aktarmada son derece başarılı sinemacı. Başlagıçtaki içine kapanık genç kız, Adrien ile yaşama sevincini keşfediyor önce. Genç adamın beklenmedik itirafı onu yolundan döndürmüyor, yeni ve özgür dünyada yeni ufuklara açılmaktan çekinmiyor genç kadın.
Ozon hayranlarını birçok açıdan ilklerle buluşturan, kelimenin tam anlamıyla yılın en zarif filmlerinden biri ‘Frantz’. Duygusallığı ile güçlü savaş karşıtı mesajını ustaca dengeleyişiyle övgüyü hakediyor.
(25 Kasım 2016)
Ferhan Baran