Efsaneler kulaktan kulağa yayılır, yayıldıkça farklılaşır… Çoğunlukla da güncellenmektir bu farklılaşma. Herkes bilir efsanenin aslını, az ya da çok. Herkes alacağı tadı da kestirebilir, az ya da çok. Beklentileri o versiyon üzerinden değil, efsane üzerinden şekillenir.
Tarzan, sinemanın çok sevdiği, çok kullandığı efsanelerdendir. Teknoloji gelişip güçlendikçe Johnny Weissmuller’den (en çok tanınan ve tabii, sevilen Tarzan’dır) başlayarak yeni versiyonlar yapılır. Bu kez, David Yates çekmiş, Adam Cozad ve Craig Brewer’ın kaleme aldığı, Edgar Rice Burroughs’un yarattığı Tarzan efsanesini…
Görsel şölen
Sinema tarihi boyunca ne kadar Tarzan trüğü varsa tümünün yer aldığı Tarzan Efsanesi, tam bir aksiyon, tam bir görsel şölen. Belli ki ince ince işlenmiş, ince ince düşünülmüş, ince ince çalışılmış ve bir bütün olarak sunulmuş izleyicinin önüne.
Bir hileyle yeniden ormana dönen Tarzan, hem hileyi boşa çıkarır (bütün kahraman filmlerinin olmazsa olmazıdır, hep başarırlar) hem de ikiye bölünen dünyada Avrupalıların köleci, ticari anlayışı karşısında Amerikalıların daha özgürlükçü -ama hep kendine yontan- yaklaşımını vurgular.
Jane ile Tarzan…
Bu tür macera aksiyon filmlerinin taşıyıcı gücü olan kadın, bu kez çok daha aktif, çok daha kararlı. Erman Şener (çiçekler çelenk örsün başucunda), “Seyirciyi çekmek için vardır kadın kahramanlar, bakın hemen hepsinde sadece dururlar, hiçbir şeye katkıları yoktur, güzellikleri, cinsellikleri dışında.” derdi. Jane, bu kez bu kalıbı karmayı başarmış, bana göre…
Geniş savanların arasında onlarca canlının yaşam savaşımı verdiği ve gökyüzünün alabildiğine uzak olduğu ormanların içinde hayata tutunan Tarzan (Alexander Skarsgård), Londra’da Lordlar Kamarasının asil bir üyesidir: Greystoke Lordu 3. John Clayton. Sevgilisi, artık eşi, güzel Jane (Margot Robbie) ile birlikte Afrika ormanlarına ticari ataşe olarak dönerler. Yanlarında insan hakları savunucusu -emekli asker- George Washington Williams (Samuel L. Jackson); karşılarında ise Leon Rom (Christoph Waltz), esas kötü adam vardır; üzeri tozlanmış yaşanmışlıkları da unutmamak gerekir…
Aradan geçen zaman içerisinde çok şey değişmiştir kuşkusuz, ama acılar duruyordur, kinler daha bir bilenmiştir, sadece karşılaşmak bile bir savaşın başlangıcı olacaktır.
Mağluptur, bu yolda galip
Kötüler cezalarını çekerler, hemen her macera filminde olduğu gibi… Mutlu sonla biter film ve kahraman(lar)ımız başarmışlardır. Ama gerçekten öyle midir? Gerçekten başarı sağlanmış mıdır? Başarı aynı zamanda bir başka acının, sıkıntının, zahmetin, egemenliğin kapılarını mı açmaktadır? “Tarzan Efsanesi”, bir anlamda köleci Avrupalılarla özgürlükçü Amerikalıların karşı karşıya geldiği bir şölendir. İzleyici de kafasında bu karşı karşıya gelişin 100 – 150 yıllık gelişimini kafasında sorgulayarak çıkar salondan. Mutludur, keyifli bir film izlemiştir, balta girmemiş ormanlarda, onlarca vahşi hayvanı (onlardan daha da vahşi insanı, bir de) izlemiştir. Filmin kıssasından hisse almasının zamanıdır.
Tarzan Efsanesi, Yönetmen David Yates, Oyuncular Alexander Skarsgard, Samuel L. Jackson, Margot Robbie, Djimon Hounsou… 08 Temmuz’dan itibaren.
(04 Temmuz 2016)
Korkut Akın