Sicilya’nın güneyinde gözlerden ırak bir ada. Parlak Akdeniz güneşinin altında tutkuyla sevişen bedenler. Bizde ‘Sen Benimsin’ adıyla gösterime giren ‘A Bigger Splash’ Visconti esintili 2009 yapımı bir önceki uzun metrajı ‘Benim Adım Aşk / Io Sono L’Amore’ ile dikkatlerimizi çekmiş olan Luca Guadagnino’nun imzasını taşıyor. Mekânın sakin ve bozulmamış doğal güzelliği ile yazın parlak renk skalası reklam piyasasından gelen sinemacı için biçilmiş kaftan aslında. Alabildiğine özgür kamera ve kurgu marifetiyle uçarı biçem arayışlarını sürdürmeye devam ediyor İtalyan yönetmen.
Cennet Pantelleria adasında kaygısızca güneşlenen Marianne ve Paul ile tanışıyoruz önce. Ses tellerindeki ciddi rahatsızlıktan muzdarip ünlü rock yıldızı ile ağır bir depresyon döneminin ardından kendini Marianne’ın şefkatli kollarına bırakmış belgeselci Paul’ün huzurlu birlikteliği ani bir ziyaretle gölgelenecektir. Gölgesi güneşlenmekte olan çiftin kusursuz bedenlerine yansıyan uçak Marianne’ın eski aşkı Harry ile ‘Grinin Elli Tonu’ndan fırlamış Dakota Johnson’ın cazip bedeninde karşılığını bulmuş yeni yetme kızını taşımaktadır adaya. Aşk, tutku, rekabet ve kıskançlığın ağlarını ördüğü bir serüvenin yaşanılması kaçınılmazdır artık.
Guadagnino’nun kışkırtıcı yeni çalışması bir yeniden yapım. Fransız popüler sinemasının tanınmış isimlerinden Jacques Deray imzalı -ülkemizde yine ‘Sen Benimsin’ adıyla vizyon görmüş- 1969 yapımı ‘La Piscine’in yeniden çevirimi. Yaklaşık elli yıl öncesinin fotoroman kokan bu Fransız yapımı mekân olarak Brigitte Bardot’nun adıyla özdeşleşmiş Saint Tropez’de geçer. Lüks villanın geniş havuzunda oynaşan ana çift ise o dönem dillere destan bir aşkı geride bırakmış Alain Delon / Romy Schneider ikilisidir. Maurice Ronet’nin eski aşık, gencecik Jane Birkin’in yeni yetme kızını canlandırdıkları döneme özgü sıradan erotik gerilim bu filmin ertesinde Claude Sautet ile verimli bir sinema kariyerine başlayacak ve Fransız sinemasının en önemli kadın oyuncularından biri olarak tanınacak olan Alman asıllı muhteşem oyuncu Schneider’in hüzünlü güzelliğinin hatırına anılarımızda yer etmiştir.
İtalyan sinemacının David Bowie’yi anımsatan rock yıldızında gözdesi Tilda Swinton, kendinden yaşça küçük yakışıklı sevgilisinde son yılların yükselen oyuncusu Matthias Schoenaerts’a yer verdiği çalışmasında, ‘Şike / Quiz Show’ ile hayranı olduğumuz kıymeti fazla bilinmemiş İngiliz oyuncu Ralph Fiennes’in gösterişli barok yorumuyla rol çaldığını söyleyebiliriz. Eski tarihli ilk yapıma göre karakterlerin daha derinlemesine ele alındığından söz edilebilir belki ancak filmin esas kozu, Guadagnino’nun reklamcılıktan gelen becerisini bu bir tutam Antonioni çeşnisi katılmış tutku yüklü ilişkiler hesaplaşmasının merkezine gayet dengeli bir biçimde yedirebilmiş olmasından kaynaklanıyor.
Yeni yapım, David Hockney’nin görünmez bir yüzücünün dalışıyla ölü sükûneti bozulmuş bir yüzme havuzunu betimlediği halen Tate Museum’da sergilenen 1967 tarihli ünlü tablosu ile aynı özgün adı taşıyor. Havuzdan sıçrayan sular ana çiftin huzurunun bozulmasını simgelerken, havuzda kimin daha fazla su sıçratacağı üzerine oynanan oyun ezeli ebedi eril rekabetin temsiline dönüşüyor. İtalyan sinemacının filmi ilk çevrimde yer aldığı biçimde burjuva hayatların fırtınalı ilişkileriyle yetinmiyor. Guadagnino’nun gösterişli kamerası villanın yüzme havuzundan gökyüzüne yükseliyor ve adanın komşu Afrika kıyılarına açılan suları kadraja giriyor. Film boyunca ekrana yansıyan haberlerle Pantelleria’nın yoğun göç alan bir yerleşim merkezi olduğunun altını çizen sinemacı, ıssız bir sahilde çekilmiş kilit sahnede filmin iki karakteri ile çaresiz göçmenleri karşı karşıya getiriyor. Filme damgasını vuran cinayeti soruşturan ada komiserinin daha iyi bir yaşam uğruna yüzlercesi suda yitip giden mültecileri sadece hırsızlık ve cinayetle suçlanabilecek bir güruh olarak gördüğü şaşkın finalle başbaşa bırakıyor izleyicisini.
(12 Haziran 2016)
Ferhan Baran
ferhan@ferhanbaran.com