35. İstanbul Film Festivali’nden Bir Avuç Belgesel

35. İstanbul Film Festivali çerçevesinde bu yıl ilk kez düzenlendi ‘Ulusal Belgesel Film Yarışması’. 13 filmlik seçkiden izleme fırsatı bulduğum dokuz tanesi üzerine bu yazım. Üç belgeselciden oluşan yarışma jürisi (bizden Emel Çelebi ve Güliz Sağlam ile Meksikalı sinemacı Carlos Hagerman) büyük ödülü ‘Hazır Ol!’ filmine verdiler. Onur Bakır ve Panagiotis Charamis ortak imzalı yapım, 32 yaşındaki doktora öğrencisi Bakır’ın bedelli askerlik yapmak ile 6 ay boyunca orduya hizmet etmek arasında ikilemde kalması üzerine. Bu tartışmalı konuyu mizahi bir dille ele alan filmde Bakır aile büyükleriyle ve arkadaşlarıyla samimi bir ortamda röportajlar yapıyor. İstanbullu tedirgin orta sınıf ailenin imkânları zorlayarak hem Onur hem de kendinden küçük erkek kardeşinin bedel karşılığı askerlikten muaf olmaları için görüş birliğinde olduğuna şahit oluyoruz. Son 12 yılda asker ocağında 1070 intihar vakasının kayıtlara geçtiğini öğreniyoruz. ‘Vicdani Ret Derneği’nin militarizm karşıtı görüşlerine kulak veriyoruz. Hızlı bir kurguyla derdini pek güzel ifade eden genç sinemacılarımızın yeni işlerini merakla bekliyoruz.

Jüriden özel mansiyon alan ‘Ötekiler’ ile Van ilimize hareket ettik. 1915 tehcir ve soykırımı öncesinde Ermenilerin tarihi vatanı olan kentten bugün geriye kalan çoğu harap haldeki kiliseler, mahvedilmiş freskler ve Ermeni köklerini itiraf etmekten çekinen Vanlı kürtlerdir. Ayşe Polat imzalı yapım Ermeni trajedisinin ağızdan ağıza aktarılan vahşet hikâyelerini konu alıyor. Van’a bağlı Çatak’taki Çevre ve Tarihi Eserleri Koruma Derneği’nin üyesi Ali (Sulmaz), ölüm döşeğindeki son dileği imamlarca yerine getirilmeyen büyükannesi Piroze’yi (sonradan Hanife adını vermişler) anlatıyor. Günümüz Türkiye’sinde öteki sınıfına dahil edilmiş Kürtlerin Ermenilere ötekiler gözüyle baktığına tanık oluyoruz. Çok zengin malzemesini yeterince toparlayamamış ancak eldeki haliyle bile son derece değerli bir çalışma bu.

Yönetmen Gürcan Keltek’in Kıbrıs üzerine tanıklığının filmi ‘Koloni’ festivalin ilgiye değer yapımlarından bir diğeriydi. Bir coğrafyanın tarihinin ve hafızasının o coğrafyada yaşayan insanlar üzerinde yaşayan insanlar üzerindeki etkisinin peşine düşen Keltek, 1974 yılında adada Müslüman Türkler ile Ortodoks Rumlar arasında yaşanan savaş sırasında öldürülen insanların izini süren Otonom Kayıp Şahıslar Komitesi’nin Beşparmak dağlarında tampon bölge içinde yürüttüğü kazı çalışmaları üzerine yoğunlaşıyor. Seyirciyi söz ve bilgiyle boğmayan yönetmenin kamerası henüz açılmamış toplu mezarlarda, boşaltılmış köylerde dolaşıyor, geçmişin hayaletlerinin peşine düşüyor. 2015 Documentarist İstanbul Belgesel Günleri’nde Yeni Yetenek Ödülü kazanmış olan bu siyah beyaz film deneysel özellikleriyle dikkat çekiyor.

 Faysal Soysal’ın ‘Kayıp Zamanlar’ı bizleri geçtiğimiz yüzyılın yüzkarası soykırımlarının bir diğerine, Bosna vahşetinin göbeğine taşıdı. Srebrenitsa ve Prijedor katliamlarında yakınlarını kaybedenlerin mücadelesini anlatıyor bu belgesel. 1995’te izini kaybettiği kocası ve iki oğlunun kemiklerine on yıl sonra ulaşan Hatice Mehmedovic, Prijedor’daki katliamda kendi ailesinden annesi dışında herkesin ölümüne tanık olmuş Mirsad Duratovic’in tanıklıklarıyla ilerliyor film. Arşiv görüntüleri insanlık dışı toplama kamplarını belgeliyor, yüzlerce cesedin gömülü olduğu toplu mezarların açılışını izliyoruz öfke ve hüzünle.

Halen devam etmekte olan 11. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nin açılış filmi de olan ‘Soluk’ta kamerasını maden işçilerinin şehri Zonguldak’ın kaçak madenlerine yöneltmişti yönetmen Metin Kaya. En küçük güvenlik önleminin alınmadığı, ağır koşullar altında yaşanan çeşitli varoluş hikâyelerine, kaçak kömür üretiminin bir parçası haline gelmiş çocukların ve katırların trajik yaşamlarına tanıklık ettik bu ilginç yapımda.

Festivalin ses getiren bir diğer belgeseli ‘Kara Atlas’ kömürle çalışan termik santrallerin çevreye ve insan sağlığına verdiği zararı çarpıcı bir dille ortaya koyan bir çalışmaydı. Manisa Karabiga’ya bağlı Yırca köyü halkının haklı mücadelesine tanıklık eden Umut Vedat imzalı film, köy arazisine üçüncü bir termik santral yapılmasına, çocukları gibi büyüttükleri zeytin ağaçlarının kesilmesine genciyle yaşlısıyla direnen Yırcalıların soylu direnişini, doğayı tehdit eden kömür termik santrallerine karşı zehir solumak istemeyen insanların güçlü çığlığını son derece etkileyici bir dille belgeliyor. Türkiye’nin çeşitli bölgelerindeki mücadelelere katılıp ‘taşımıza, kuşumuza, böceğimize göz diktiler! Kimse sesimizi duymuyor’ diyen köylülerin mücadelesine omuz vermiş, Greenpeace gönüllüleriyle birlikte aylarca nöbet alanlarında yaşamış film ekibi.

Festivalden üç film üçü de birbirinden ilginç portreler sundu bizlere. ‘İki Dil Bir Bavul’ ve ‘Babamın Sesi’ gibi yüz akı filmlerde imzası olan Orhan Eskiköy’ün ‘Başgan’ı 40 yılı aşkın süredir devam eden Kıbrıs Sorunu’nu çözeceğine kendini fazlaca inandırmış ve buna destek ararken kendi gerçekliğini kaybetmiş nevi şahsına münhasır politikacı Arif Salih Kırdağ’ın 13. kez giriştiği seçim kampanyasını öykülüyor. ‘Fotoğraf’ ve ‘Fırtına’ kurmaca filmleriyle ve ilgiyle karşılanmış ‘Son Mevsim: Şavaklar’ belgesiyle tanıdığımız Kazım Öz’ün son çalışması ‘Beyaz Çınar / Çınara Sıpȋ’, Dersim’in Hozat ilçesinin bir dağ köyünde yaşayan 100 yaşına merdiven dayamış on parmağında on marifet Kürt usta Zeynel Dede’nin (Zeynel Kahraman) renkli yaşamına çeviriyor kamerasını. Onlarca popüler türkünün yaratıcısı Dede’nin sadece müzik alanında sınırlı olmayan ustalığını taş, ahşap alanlarında miras bıraktığı eserlerinde keşfederken ezgilere takılıyor, aile içindeki ilişkilere, acılara sevinçlere tanıklık ediyoruz.

Kişisel olarak bizleri en çok etkileyen işlerden biri olan ‘Rafet’in Çocukları’ ise Türkiye’de yıllarca sol örgüt liderliği yaptıktan sonra darbe sırasında çalışmalarını sürdürdüğü Berlin’de 25 yıl sürgün hayatı yaşamak zorunda kalmış Rafet Temur’un hikâyesi üzerine. Rafet’in Berlin’deki göçmen çocuklara kol kanat gerişinin, aileleri tarafından dışlanmış sevgiye hasret gençleri biraraya toplayarak psikoloji, felsefe, politika hakkında düzenli seminerleriyle onları hayata kazandırmasının müthiş güzel hikâyesini anlatan belgeseli Mümin Barış ile Reşit Ballıkaya ortaklaşa yönetmişler. ‘Uzun bir süre evsiz ve yurtsuz kalınca, her yeri ev ve yurt haline getirmeyi öğreniyor ve bu süreçte kendi değerlerini yaratıyor insan’ diyor Rafet. ‘Çocuklarla birlikte hep bu arayışın insanları olduk ve Berlin’de kendi yurdumuzu yarattık’ diye ekliyor.

35. İstanbul Film Festivali’nin en çarpıcı toplamlarından birini oluşturuyordu bu yılın ‘Ulusal Belgesel Filmler’ seçkisi. Deneyimli isimlerin son işlerinin yanı sıra yepyeni sinemacıların birbirinden değerli çalışmalarıyla kanatlandık, sinemamız adına umutlandık. Bu güzel filmlerin vizyon görme ihtimali fazla değil. Diğer festivallerde, internet ortamında veya başka bir mecrada herhangi birine rast gelirseniz atlamayın diye kaleme aldım bu haftaki yazımı.

(02 Mayıs 2016)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com