35. İstanbul Film Festivali, ölümünün 30. yıldönümünde klasik Amerikan sinemasının büyük ustalarından Otto (Ludwig) Preminger’in eşsiz kariyerinden 10 filmlik bir seçki sunuyor. Sinema tarihinin bu iz bırakmış ismi 1905 yılında Avusturya – Macaristan İmparatorluğu topraklarında Yahudi bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Baba mesleğinin izinde giderek hukuk okurken tiyatro tutkusu ağır basmış ve dönemin ünlü tiyatro adamı Max Reinhardt’ın eğitiminden geçmiştir bir süre. Daha sonra sinemaya yönelir ve ilk filmi ‘Die Grosse Liebe / Büyük Aşk’ı 1931 yılında Avusturya’da çeker. Nazizm’in yükselişe geçtiği dönemde Broadway’de bir oyun sahnelemek üzere 1935 yılında ABD’ye göç eder. Burada 20th Century Fox ile anlaşan sinemacı, Daryl Zanuck ile ters düşer önceleri, ancak büyük bir ticari başarı kazanan 1944 yapımı (bizde ‘Kanlı Gölge’ adıyla gösterilmiş) ünlü ‘Laura’ ile Hollywood’daki engellenemez yükselişi başlar.
Festival seçkisini de başlatan ‘Laura’ sinema tarihinin önemli kara film (Film Noir) örneklerinden biridir. Preminger gizemli güzel Gene Tierney ve gözde oyuncularından Dana Andrews ile ilk kez bu filmde çalışır. Tierney’nin klasik bir ‘femme fatale’ olarak çizilmemiş olduğu suç ve gerilim öyküsünde yazar Waldo karakterinde Clifton Webb ile uçarı playboyda erken rollerinden birinde korku ve gerilim filmleriyle sonradan ünlenecek Vincent Price’ı izlemek keyif vericidir.
Laura’nın hem ticari hem de eleştirmenler cephesindeki başarısı Preminger’in kara film türünde yeni eserler üretmesine yol açar. 1945 yapımı ‘Düşmüş Melek / Fallen Angel’ ve festival seçkisinde yer alan 1950 tarihli ‘Kaldırımlar Bitince / Where the Sidewalk Ends’ tipik gece filmleridir. Okyanus kıyısındaki küçük kasabanın gizemli sessizliği liman kentinin vapur düdükleriyle bozulur bu sır dolu hikâyelerde. Yine Gene Tierney ile çalıştığı 1950’ler başından ‘Girdap / Whirlpool’ dönemin Freudyen okumalara açık yapımlar modasına uygun, hipnoz üzerine bir kleptoman öyküsüne soyunur. Son iki filmde (Hitchcock ustanın ünlü hipnoz hikâyesi ‘Öldüren Hatıralar / Spellbound’ ve ‘Aşktan da Üstün / Notorius’un senaryolarını da kaleme almış olan) dönem Hollywood’unun en tanınmış yazarlarından Ben Hecht ile parlak bir işbirliği söz konusudur.
1952 yapımı ‘Angel Face’ başroldeki Jean Simmons’un melek yüzünün ardındaki karanlığı eşeler. ‘Postacı Kapıyı İki Kere Çalar / The Postman Always Rings Twice’ı hatırlatan finaliyle seyircisini şaşırtan bu yapımda dönemin gözde aktörlerinden Robert Mitchum ile çalışır. Mitchum ile işbirliği, oyuncuyu Hollywood’un gelmiş geçmiş en büyük ikonlarından Marilyn Monroe ile eşleştirdiği (festival programı içinde yer alan) ‘Dönüşü Olmayan Nehir / River of No Return’ isimli ilk ve tek western çalışmasında sürer.
Kara film janrında elde ettiği haklı başarının üzerine birbirinden farklı türlerde denemelerden kaçınmamıştır Preminger. Üstelik bunu stüdyo sisteminin altın çağını yaşadığı Hollywood ortamında yapabilme cesaretini göstermiş, yaratıcılığının sınırlarını zorlamıştır. Birçok filminde kolaycı mizansenlerden kaçınmış, dönemin ana akım Hollywood filmlerinde pek rastlanmayan uzun planlarıyla farklılık yaratmıştır. Bu özellikleriyle Fransızların ünlü ‘Cahiers Du Cinema’ yazarlarının gözde yönetmenlerinden biri olarak eserleri mercek altına alınmış, Jacques Rivette 1954 yılında kaleme aldığı incelemesinde kendisini bir mizansen ustası olarak selamlamıştır.
Stüdyo düzeni ve sansür baskısından yılmış olan Preminger 50’li yılların ortalarından itibaren bağımsız yapımcı yönetmen olarak kariyerinde yeni bir dönem başlatır. Bu süreçte korkusuzca Hollywood tabularının üzerine gitmesi ve filmlerinin gösterilmesi için hukuk mücadelesine girmekten kaçınmaması Amerikan sinemasının özgürleşmesi adına önemli bir adımdır. 1954 yılında George Bizet’nin müziği üzerine sahnelenmiş ‘Carmen Jones’ müzikalinin sinema versiyonu Dorothy Dandridge ve Harry Belafonte’nin başı çektiği tümüyle siyahi oyunculardan oluşmuş kastıyla o dönem Hollywood ortamında tam bir devrim niteliğindedir. Bağımsız Preminger ertesi yıl çektiği ve Frank Sinatra ile Kim Novak’ı biraraya getirdiği ‘Altın Kollu Adam / The Man with the Golden Arm’ filminde başka bir tabu konuya, uyuşturucu bağımlılığına el atacaktır.
Fransız Yeni Dalgası’nın sembol figürlerinden Jean Seberg’i keşfederek ‘Aziz Joan / Saint Joan’ ve Françoise Sagan uyarlaması ‘Günaydın Hüzün / Bonjour Tristesse’ ile dünya sinemasına armağan eden yine O’dur. Bu farklı denemelerin ardından gelmiş geçmiş en önemli mahkeme dramlarından ‘Bir Cinayetin Anatomisi / Anatomy of a Murder’ ile baba mesleğine selamını çakar yönetmen. ‘Washington’da Fırtına / Advise and Content’ ile siyasetin koridorlarında korkusuzca gezinir. 1963 yapımı ‘Kardinal / The Cardinal’ ile Vatikan’ı mercek altına alır, dinle ilgili sorular sorar. Ustanın festival seçkisine dahil olmuş son çalışması 60 yaşında Londra’da çektiği son dönem filmlerinden ‘Küçük Kız Kayboldu / Bunny Lake is Missing’ başrollerden birinde Sir Laurence Olivier’nin yer aldığı keşfedilmeyi bekleyen ilginç bir psikolojik gerilimdir.
Setteki sıkı disiplini nedeniyle ‘Korkunç Otto’ olarak anılmıştır sinemacı. Güçlü kişiliği ve heybetli görünüşüyle, Yahudi kökenli olmasına rağmen Billy Wilder’ın 1953 yapımı ‘Esirler Kampı / Stalag 17’ gibi başka sinemacıların yapıtlarında Nazi subayı olarak boy göstermesi ise sinema dünyasının muhteşem ironilerinden biri olarak tarihe geçmiştir.
Yazımı tamamlarken festivalin uzunca bir aradan sonra klasik retrospektiflere dönüş yapmasını ve sinema tarihinin yenilikçi ustalarından Otto Preminger’i genç kuşaklara tanıtma çabasını coşkuyla karşıladığımı ifade etmek isterim.
(11 Nisan 2016)
Ferhan Baran
[email protected]