Sinemasal değerlerinin ötesinde oluşturdukları gündemle önem kazanır bazı filmler. Yaklaşan Oscar ödüllerinin güçlü favorilerinden ‘Spotlight’ işte böyle çalışmalardan. 2003 yılında Boston Globe Gazetesi’ne Pulitzer ödülü kazandırmış olan yazı dizisinden yola çıkıyor yönetmen Tom McCarthy. Haberin konusu Katolik Kilisesi’ni derinden sarsan taciz ve tecavüz vakaları. İki hafta evvel Pablo Larraín filmi ‘El Club’ için yazdıklarımızı okuyanların yine mi pedofil din adamları dediğini duyar gibi oluyorum. Ancak olanlar çok vahim ve uzun yıllar sistem tarafından görmezden gelinmiş oluşu dehşetin katsayısını arttırıyor.
Gerçek olaylardan yola çıkan film 1976 yılında Boston, Massachusetts’de bir karakolda başlıyor. Bu giriş bölümünde bir rahibin çocuk tacizcisi olarak gözaltına alındığını ve kiliseden uzaklaştırılacağına dair güvence verilmesinin ardından pederin salıverildiğine tanık oluyoruz. İlerleyen bölümlerde benzeri vakaların altmışlı yıllarda, belki çok daha öncesinde gündeme geldiğini ve gazetelerde yer almış bazı münferit hadiselerin hızla hasıraltı edildiğini öğreniyoruz.
Ta ki Marty Baron gazetenin başına gelişine kadar. Hem kentin hem de Yahudi kimliğiyle Katolik cemaatin dışından olduğunun özellikle altı çizilen yeni patron 2000’li yılların başında devralıyor görevi. İnternet rekabetinin başladığı zamanlardır bunlar. Gazeteyi okurlar için vazgeçilmez kılma hedefiyle yola çıktığını ifade eden Baron, derinlemesine ve uzun soluklu araştırmalarıyla bilinen ‘Spotlight’ ekibini kendi gazetelerinde küçük bir haber olarak yer almış taciz davasını araştırmakla görevlendirir.
Rahip Geoghan davasının üzerine gidildiğinde kurban çocukların avukatlığını üstlenmiş olan Ermeni asıllı Mitch Garabedian devreye girer. Yine dışardan biri olan avukatın aktardıkları sarsıcıdır. Peder Geoghan otuz yıl boyunca 6 farklı bölgede seksen kadar çocuğu istismar etmiş, eyaletin kardinali olanları onbeş yıl öncesinde öğrenmesine rağmen sesini çıkarmamış, istismar belgeleri piskoposluk tarafından mühürlenmek suretiyle ortadan kaldırılmıştır.
‘Mağdurlar Organizasyonu’ olarak da bilinen ‘Rahiplerin İstismarından Kurtulanlar Örgütü’ ile temasa geçildiğinde durumun vahameti ve münferit olarak geçiştirilen vakaların korunaklı sistemin ürünü olduğu ortaya çıkmaya başlar. Pederler istismara geldiğinde kız oğlan ayırmamış, cübbelerini kurban olarak seçtikleri yoksul ve dağılmış ailelerden gelmiş çocuklara tecavüz etmek için kullanmıştır. Kurtulanlardan Phil Saviano ‘El Club’ın kurbanı Sandokan misali neler yaşadıklarını dile getirir. Sadece ‘fiziksel’ değil ‘ruhsal’ bir istismardır bu. Tanrı’nın elçisi olarak saygı gören din adamları inançlarını çalmıştır minik bedenlerin. Bu sadece Boston’un değil, tüm Amerika’nın, tüm Dünya’nın sorunudur diye ilave eder talihsiz adam.
Elde edilen kanıtların ışığında sadece Boston çevresinde yüze yakın rahibin bine yakın çocuğu istismar ettiği ortaya çıkar. Taciz vakaları Kilise’nin kurbanın ailesiyle anlaşması yolu ile örtbas edilmektedir. Buna göre uzlaşmak üzere kurbanın ailesi ile gizlilik anlaşması imzalanmakta, avukatlar komisyonlarını cebe indirirken Kilise yönetimi tüm pisliği halı altına süpürmektedir. Ancak ‘bana bu adamların ceza almaması için sistemi nasıl manipüle ettiklerini gösterin’ diyen yeni patron tek tek rahipler yerine ucu Vatikan’a kadar uzanan düzenin peşine düşmekte ve yukardan aşağıya Katolik Kilisesi’nin ipliğini pazara çıkarmaya kararlıdır.
Detaylara fazlaca mı girdim bilmiyorum. Lakin konu çok ciddi, çok yaralayıcı. Yönetmen McCarthy bu hassas süreci sinemaya aktarırken yarı belgesel bir üslup tutturmuş. Mark Ruffalo, Michael Keaton, Liv Schreiber, Rachel McAdams, Stanley Tucci gibi hepsi birbirinden yetenekli oyuncular tarafından canlandırılan Spotlight ekibinin özel hayatlarını yürek burkan hikayenin gerektirdiği ölçüde son derece dengeli bir senaryo ile vermekle yetinmiş. Sonuç olarak bizim buralarda özlemini çektiğimiz bağımsız medyaya saygı duruşunda bulunan, bir davanın aydınlatılmasına odaklanmış süsü püsü olmayan dürüst bir çalışma ‘Spotlight’. Bu gazetecilik başarısını soluk soluğa izlerken özgür habercilik yaptıkları ve sistemi sorguladıkları için bugün ülkemizde parmaklıklar altında tutulan basın emekçilerimiz için hüzünlenmekten kendimizi alamadık.
(30 Ocak 2016)
Ferhan Baran
[email protected]