Bu Öyküde Prenslere Yer Yok

Masalsı atmosferiyle Noel etkinlikleri sırasında gösterime girer David O. Russell’ın filmleri. Orta alt sınıflardan gelen ana karakterleri toplumda bir yer edinme uğraşı içindedir. Kendilerini yeniden yaratma mücadelesi içinde dayanışmayı oldukça arızalı ama sıcak aile ortamında bulurlar. Bu hafta sıcağı sıcağına bizim sinemalarımıza da uğrayan son çalışması ‘Joy’ yine damardan bir Amerikan ailesi getiriyor karşımıza. Bu kez gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkmış Russell. İlham kaynağı buluşlarıyla sıfırdan zirveye yükselmiş iş kadını Joy Mangano’dan başkası değil. Birebir bir biyografi filmi değil bu, ancak kadın karakterin inişli çıkışlı yaşam hikâyesi ana hatlarıyla öykünün belkemiğini oluşturuyor.

İtalyan Amerikan bir aileden geliyor Joy. Long Island, New York’un küçük bir kasabasında oto tamirciliğiyle iştigal ediyor baba. Küçük yaştan el becerisiyle yaratıcı kişiliğini belli eden Joy ailenin parçalanması ile sarsılıyor. Bir partide tanıştığı İspanyol asıllı yakışıklı gençle evlenip çoluk çocuğa karışıyor genç yaşında. 25’ine geldiğinde evin tüm sorumluluğunu üstlenmiş buluyor kendini. Depresyondaki anne sabahtan akşama pembe dizi izlemektedir. Sevgilisinin evlerine bıraktığı sorumsuz babası bodrum katında yaşamaktadır, Joy’un iki yıl önce boşandığı müzisyen kocası ile birlikte.

Hem çocuklarını yetiştirmekte hem de ipotekli ve eskimekte olan evin giderlerini karşılamakta zorlanan genç kadın hapis hayatı yaşadığını itiraf eder kendi kendine. Kendi arzularını gömmüş, sevdiği insanlar için hayatından vazgeçmiştir. Bir çıkış yolu bulmalıdır. Yaratıcı çocukluk yıllarının esiniyle ilk buluşunu hayata geçirir. Günümüzde hemen her evde kullanılan plastik sopalı suyunu kendi sıkan, parçaları ayrılarak çamaşır makinesinde yıkanabilen iplikli yer paspası ‘miracle mop’ bizzat kendisinin tasarlayarak çizmiş olduğu ilk icadıdır. Sıra ürünün televizyonun alışveriş kanalından tanıtılmasına gelmiştir. Rekabetçi iş dünyası figürlerinin, patent hırsızlarının türlü dalaveralar çevirdiği kurtlar sofrasında enseyi karartmadan hedefe kitlenmesi gerekecektir genç kadının.

‘Joy’ filme adını veren baskın karakterin varlığıyla öne çıkan bir yapım. Arızalı aile fertleri yine devrede ancak bu kez öyküde prenslere yer yok. Genç kadın ufak yardımlar alsa da işini kendi yönetiyor. Yönetmen Russell’ın Joy Montana karakterini canlandıran Jennifer Lawrence ile ard arda üçüncü çalışması bu. Screwball tarzı güldürüyü yenileyen 2012 yapımı ‘Umut Işığım / Silver Linings Playbook’ta henüz yirmilerinin çok başındayken yaşındayken eline gelmiş Lawrence. Kırılgan ve bir o kadar deli Tiffany karakteriyle Oscar ödülünü kazandıktan sonra bizde ‘Düzenbaz’ adıyla gösterilen ‘American Hustle’da bir kez daha çalışır yönetmen oyuncu ikilisi. Genç aktrise bir kez daha Oscar adaylığı getiren belalı Rosalyn kompozisyonunda yine müthiştir Lawrence. Çağdaş Amerikan sinemasının Meryl Streep ışığı taşıyan bu yetenekli oyuncusu Joy yorumuyla harikalar yaratıyor yine. Oyuncusunun filmden filme büyümesine keyifle tanık olduğunu ifade eden Russell bu projenin Jennifer Lawrence ile çok yakından ilişkili olduğunu saklamıyor. Bir biyografi filmi çekmek istemediğini, kendini keşfetmek ve kendini yaratmakla ilgili bir deneyimi beyazperdeye aktarmak istediğinin altını çiziyor.

Hikâye Joy’un olgunluğa ve güce erişmesindeki farklı dönüm noktalarını ele alıyor. Karakterin yıllara yayılmış dönemlerini canlandıran genç aktrise her Russell filminde olduğu gibi deneyimli müthiş oyuncular eşlik ediyor. Dalgacı babada döktüren Robert De Niro, İtalyan asıllı zengin dulda Isabella Rossellini, depresif annede Virginia Madsen, yeni Tom Jones olma hayalini çoktan yitirmiş eski eşte Edgar Ramirez, şefkat pınarı büyükannede Diane Ladd, işbilir alışveriş kanalı yöneticisi olarak bu kez daha küçük bir rolde Bradley Cooper, bu iyi yazılmış ve oynanmış Russell filmini keyifle izlettiriyor.

Müzik bir kez daha baş köşede Russell’ın filminde. Joy’un televizyon stüdyosunda şaşkına döndüğü o çok iyi kotarılmış sekansa eşlik eden Rodrigo’nun gitar konçertosu ezgileri, filmin önemli dönemeçlerinde devreye giren klasik Nat King Cole ve Frank Sinatra şarkıları ya da the Rolling Stones, Cream, Neil Young’ın yorumladığı 60’lar ve 70’lerin rock parçaları kulakları okşuyor. Yönetmenin önceki çalışmaları ile kıyaslandığında belki daha minör, ancak ‘kendini iyi hisset’ işlevini layıkıyla yerine getiren hoş bir yılbaşı hediyesi ‘Joy’. Bir Amerikan Rüyası efsanesinin altını kazırken kapitalizmin pazarlama stratejisi dahilinde bizde pembe dizi olarak bilinen ‘soap opera’ figürlerinin kitlelerin tüketim arzusunu kamçılamadaki işlevi üzerine belge niteliğinde öte yandan.

(08 Ocak 2016)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com