Üç kuşak öncesinin kült serisi Mad Max’in otuz yıl sonraki muhteşem dönüşünü beklemiyordum açıkçası. 1979 yapımı ilk filmin senaryosu, yönetmen George Miller ile yapımcı Byron Kennedy’nin yetmişli yıllarda dünya ekonomisini kilitleyen petrol krizinin taze anıları üzerine kurguladıkları özgün öyküye dayanır. Yakın bir gelecekte geçmektedir hikâye. Doğal set olarak kullanılan ıssız Avustralya kırsalı tipik bir western atmosferi görünümündedir. Yetmişlerin tekinsiz otoyol filmlerinin izini süren denemede vahşi atlıların yerini almış olan yakıt peşindeki göçebe motosikletliler çevreye şiddet saçar. Bu kavgada önce meslektaşını daha sonra karısı ve küçük çocuğunu kaybedecek olan polis Max delirme noktasında kısasa kısas intikam peşine düşer. Bu küçük bütçeli B-türü film beklenmedik bir ilgiyle karşılanır. Gencecik Mel Gibson’ın dünya sinema arenasına çıkışını sağlayan serinin devam filmi iki yıl sonra gelir. Bizde ‘Savaşçı’ adıyla oynamış olan ‘Mad Max 2: The Road Warrior’ dışalım sisteminin bir cilvesiyle ‘Çılgın Maks’ adıyla gösterilecek olan ilk filmden bir yıl önce 1983’te ülkemiz sinemalarına uğrayacaktır.
Western’in özellikle spagettilisinden ilham almış olan ikinci film serinin takip edeceği yolu belirler. Aradan geçen süre içinde, enerji darboğazının tetiklediği nükleer savaş uygarlığın sonunu getirmiştir. Dünyanın petrolle yaşadığı ve çöllerden boru ve çelikten büyük kentlerin yükseldiği zamanlar geçmişte kalmıştır. Bir depo benzin için savaş ilan etmeye hazır olan çetelerin otobanları ele geçirdiği korku fırtınası içindeki bu yeni dünyada yalnızca yağmalayacak kadar vahşi olabilenler hayatta kalabilmektedir artık. Max ise tamamen insanlıktan çıkmış durumdadır. Geçmişinin şeytanlarıyla boğuşurken çorak topraklarda yeniden yaşamayı öğrenir. Miller’in ikinci filmde inşa ettiği distopik dünya son derece özgündür. Asıl macera şimdi başlamaktadır. Önceleri gönülsüz de olsa, yakıt depolarıyla kalede mahsur kalmış çaresiz topluluğun önderi ve kurtarıcısı olacaktır Max. Ölüm yolculuğunun şiddet dozu bu defa çok daha yüksektir. Öyle ki Fransa’da bazı bölümleri kesilmeden gösterim izni alamayacaktır.
Bizde nedense gösterilmemiş olan 1985 yapımı ‘Mad Max Beyond Thunderdome’ serinin en şenlikli ayağıdır. Bütçe bir önceki filmin üç katına çıkmış, özel efektler Universal City stüdyolarında hazırlanmıştır. Bu defa ‘Bartertown’ adlı yerleşim bölgesinde iyi kötü ilkel bir pazar ekonomisi kurulmuştur. Filmin en büyük sürprizi kentin ileri gelenlerinden adalet dağıtıcısı ‘Aunty Entity’yi canlandıran Tina Turner’ın varlığıdır. Rock yıldızının gösterişli yorumu dışında, domuz pisliğinden elde edilen metan gazının başlıca enerji kaynağını oluşturduğu bu pis (!) şehrin yöneticisi olan ‘cüce beyin’ ve bedeni olarak kullandığı dev köle benzeri her biri diğerinden tuhaf ilginç karakterleri ve çok iyi kotarılmış ‘Gökgürültüsü Tepesi Arenası’ndaki estetik dövüş sekansı ile absürd tiyatroyu anımsatır üçüncü film. Max ise ‘Sineklerin Tanrısı’ndan kopup gelmişe benzeyen çocuklar topluluğunun kurtarıcısı olacaktır bu defa. Turner’ın benzersiz şarkısı ‘We Don’t Need Another Hero’ filmin güzel bir anısı olarak belleklere kazınır.
Temel içgüdünün hayatta kalmak olduğu bu distopik dünyanın halen sinemalarımızda gösterilen son model dijital sürümü ‘Mad Max: Fury Road’ adını taşıyor. Bu kez çağımıza uygun olarak petrol savaşı yerini su savaşlarına bırakmış. Çölün ortasında bir vahaya çöreklenmiş muktedir, suya ve insanlara hükmetmektedir. Ölümsüz mehdi olduğunu ilan etmiş olan Joe tüm kadınların ve onların savaşçı olarak yetiştirilmek üzerine ellerinden alınan çocuklarının sahibidir. Bu duruma isyan eden kadın savaşçı Furiosa bebek bekleyen kız kardeşlerini verimli topraklara kaçırmak için harekete geçer. Başta kendi ailesi olmak üzere tüm kurtaramadıklarının hayaletlerinin peşini bırakmadığı Max, bir kez daha gönülsüz destek verdiği kadınlar hareketinde dayanışmayı ve geleceğin dünyasının umut ışığını fark edecektir.
Serinin son sürümü yaklaşık 150 milyon dolar bütçeyle, bir Hollywood gişe canavarı olması beklentisiyle çekilmiş. Ancak deneyimli Miller özgün dünyasının temel dinamiklerini ve absürd enerjisini korumayı, alev makinesi olarak da iş görebilen bir enstrümana sahip savaş gitaristi Coma benzeri ilginç karakterleri hikâyesine yedirmeyi bilmiş. Doğal mekânlarda çekilmiş olan yapım, Avustralya’nın western ikonografisi ile uyumlu uçsuz bucaksız çöllerini yine başarıyla kullanıyor. Miller ustası Sergio Leone’nin stilize planlarını örnek alıyor, filmini bir çöl operası kıvamında sahneye koyuyor. Aksiyon sekansları bir senfoninin allegro kıvamında başlıyor, allegro molto’dan geçerek finaldeki molto vivace bölümde koreografik becerisiyle parmak ısırtıyor. Aradaki andante sekanslarda imparator Furiosa ve diğer kadın karakterler üzerinde yoğunlaşırken Max ve önceleri Valhalla’ya ulaşma derdinde muktedire hizmet eden vahşi genç savaşçının kişisel dönüşümleri maharetle aktarılıyor.
Hem dört başı mamur bir aksiyon, hem de kadın dokunuşuyla distopik western’e sağlam bir halka ekleyen başarılı bir yapım ‘Mad Max:Fury Road’.
(23 Mayıs 2015)
Ferhan Baran
ferhan@ferhanbaran.com
Neredeyse tüm devam filmleri hep öncekinin gölgesinde kalırken Mad Max: Fury Road bunu aşmış gibi görünüyor.