34. İstanbul Film Festivali seçkisinin nadide parçalarından biriydi ‘Toprağın Tuzu / The Salt of the Earth’. Brezilyalı bilge fotoğraf sanatçısı Sebastião Salgado’nun yaşamı ve eseri hakkındaki bu müthiş belgeselin sınırlı bir dağıtımla da olsa ‘Başka Sinema’ programı çerçevesinde gösterime çıkması az mutluluk verici değil.
Bu sıra dışı yapımın yönetmenliğini usta sinemacı Wim Wenders üstlenmiş. Kariyerinin ilk döneminden başlayarak belgesel sinemayla gönül bağı kurmuş olan Wenders 1980 yapımı ‘Lightning Over Water’da ustası Nicholas Ray’in ölüm döşeğinde çekmeyi arzuladığı film üzerine tartışmalarını konu alırken, 1985 yapımı ‘Tokyo-Ga’da hayranı olduğu Japon sinemacı Yasujiro Ozu’nun izinde Tokyo’nun geleneksel yüzünün peşine düşer. 1999’da çektiği ‘Bueno Vista Social Club’ Fidel Castro’nun Küba’sında yaşlanmış ve unutulmuş müzisyenleri gündeme getirmiş, aralarında Compay Segundo, Ibrahim Ferrer, Omara Portuando gibi isimlerin olduğu bizde de büyük ilgi görmüş sanatçıların yeniden doğuşunu hazırlamıştır. Halen talihsiz bir biçimde gösterime kapatılmış bulunan Atatürk Kültür Merkezi’nin özlediğimiz büyük sahnesinde defalarca izleme şansı bulduğumuz efsanevi dans sanatçısı ‘Pina Bausch’un ruhumuzun derinliklerine inen radikal kariyerini dansçılarının gözünden aktaran unutulmaz ‘Pina’ (2011) gelir daha sonra.
Wenders yönetmenlik koltuğunu ünlü fotoğrafçının oğlu Juliano Riberio Salgado ile paylaşmış bu kez. Kendi sözleriyle, baba oğlun benzersiz serüvenine dışardan bir bakış için davet edilmiş muhtemelen. Salgado’nun geçtiğimiz kırk yıl boyunca çekmiş olduğu fotoğraf serilerinin hikâyelerini perdeye taşırken, aynı zaman zarfında dünyanın farklı coğrafyalarında yaşanmış sorunlara tanıklık ediyoruz.
Sebastião Salgado yalnızca bir fotoğrafçı değil. Fotoğraf kelimesinin türemiş olduğu Eski Yunanca’nın ışık anlamına gelen ‘photo’ ile yazıyı ifade eden ‘graphein’ sözcüklerinden hareketle büyük ustayı dünyayı ışık ve gölgeyle yazan bir bilge kişilik olarak tanımlamak çok daha yerinde. Brezilya’nın madenci eyaleti Minas Gerais’te bir sığır çiftliği sahibinin oğlu olarak dünyaya gelen Salgado, São Paulo Üniversitesi’nde ekonomi okumuş, askeri darbenin ardından 1969 yılında karısı ve yaşam yoldaşı Lelia ile Fransa’ya sürgüne gitmiş. Aşık olduğu Afrika ve kara kıtanın halkıyla Dünya Bankası’nda çalıştığı dönemdeki seyahatlerinde tanışmış. Afrika’da çektiği fotoğraflar ekonomik raporlardan daha mutluluk verici gelmeye başlayınca kariyerine fotoğrafçı olarak devam etme kararı almış.
“İnsan toprağın tuzudur” diyor Salgado. 1973 yılında Nijerya’daki büyük kıtlığı belgeleyen fotoğraflarıyla işe başlıyor. 1974 – 1984 yılları arasındaki ilk büyük fotoğraf projesinin adı ‘Diğer Amerikalılar’. Pek çok ayaklanmanın yaşadığı bu dönemde Ekvador, Peru, Bolivya gibi ülkelerde, And dağlarında yaşam koşullarını belgeliyor. Saraguro bölgesinde farklı bir ritm ve zaman algısını keşfediyor. Güney Amerika’nın derinliklerinde müziğe tapan insanlarla birlikte oluyor. Askeri diktatörlüğün sona ermesi üzerine on küsur yıl sonra ülkesi Brezilya’ya geri dönüyor. 1981 – 1983 yılları arasında çocuk ölüm oranının çok yüksek olduğu kurak kuzeydoğu Brezilya topraklarını ziyaret ediyor. Orada ‘topraksız işçiler hareketi’ne tanıklık ediyor. Bunu 1984 – 1986 yıllarına arasına yayılmış ‘Sahel: Yolun Sonu’ projesi takip ediyor. Orta Afrika’da Atlantik Okyanusu ile Kızıl Deniz arasındaki 5400 km uzunluğunda, 1000 km genişliğindeki kurak alanda insan yaşamının izini sürüyor. Etiyopya’da Mali’de insanlık tarihinde görülmüş en büyük mülteci kamplarında ‘sınır tanımayan doktorlar’ grubu ile birlikte hizmet veriyor.
1986 – 1991 yılları arasında yer alan ‘İşçiler’ serisi ise dünyayı inşa eden kadın ve adamlara bir saygı duruşu niteliğindedir. Bu seriye dahil olarak filmin başlarında yer alan bölümde, Brezilya’nın Serra Plada madenlerinde toplumun her kademesinden şansını denemek üzere altın aramaya gelenlerin devasa maden çukurunda zengin olma fikrinin köleleri haline gelişini belgeleyen çarpıcı görüntülere tanık oluruz. Sanatçı 1991 yılında patlayan Körfez Savaşı kıyametine kayıtsız kalamaz. Saddam Hüseyin’in havaya uçurduğu 500 petrol kuyusunun güneş ışığının sızmasını engellemiş yoğun duman bulutu içerisinde doğa katliamını belgelemeye gider. Kuşların petrolden tüyleri yapıştığı için uçamadığı bu cehennemde dünyanın dört bir yanından yardıma koşan itfaiyecilerle birlikte çalışır. Yoğun patlamalar arasında işitme duyusunu kaybetmeye başladığı yerdir burası.
1993 – 1999 ‘Göç’ (Exodus) projesi dünyanın dört bir yanındaki mültecilerin çektiği acılara dikkat çekmek içindir. Tanzanya, Kongo ve Ruanda’daki soykırım tüyler ürperticidir. Yugoslavya’da yaşananlarla şiddetin ve vahşetin uygar Avrupa’nın göbeğinde filiz vermesinden dehşete düşer. En çok da nefretin nasıl bulaştığını görmek, insanların kapı komşularını katletmelerine tanıklık etmek insanlığından tiksindirir onu. Ruhu hastalanmıştır. ‘Biz insanlar korkunç hayvanlarız. Yaşanan bir delilik öyküsüdür. Türümüzün ne kadar korkunç olduğunu görmek için herkes bu fotoğrafları görmeli’ onun sözleridir.
Ruhunu tedavi etme yolunu bir sonraki projesinde bulacaktır sanatçı. 2004 – 2005 yılları arasında üzerinde çalıştığı ‘Yaratılış’ (Genesis) serisi onun gezegene saygı sunma projesi, doğaya bir aşk mektubudur. Galapagos adasında başlayan çekimlerde doğanın bir parçası olduğunu iliklerine kadar hisseder. Ayı balıklarıyla, Arjantin’deki dev balinalarla arkadaş olur. Sibirya’nın gerçek kovboyları, Kuzey Kutup Dairesi’ne yakın yaşayan Nenetler ya da Brezilya’nın balta girmemiş ormanlarında yaşayan Zo’é kabilesinin doğanın cennetindeki yaşamlarına konuk olmak ona huzur verecektir.
Ve bir büyük toprak hamlesine girişir Salgado yılmaz yoldaşı Lelia ile birlikte. Kuraklıkla savaşan baba toprağını çocukluğunun cennet beldesine dönüştürmek için seferberliğe girişir. 2 milyon ağaç dikilir, yeni tarım teknikleri denenir. Sonunda yeşil ve vahşi yaşam (jaguarlar bile) geri döner topraklara. ‘Instituto Terra’ adı verilen bu proje nerede olursa olsun kurak toprakların yeniden ormana dönüşebileceğini gösteren örnek bir model haline gelir.
Öfke ve kızgınlığın yanı başında umudu da içinde barındıran son yılların en önemli belgelerinden biri ‘Toprağın Tuzu’. Gıpta ile izlenecek müthiş bir yaşam ve kariyer öyküsünde Sebastião Salgado’nun sinema perdesinde devleşen fotoğraflarına aydınlık yüzü ve sesi eşlik ediyor. Kaçırırsanız yazık olur.
(03 Mayıs 2015)
Ferhan Baran