Artık bilinen bir gerçek var ki, sinemamızda Onur Ünlü ve arkadaşlarının temsil ettiği bir mizah damarı var. Son dönemde birbiri ardına başarılı yapımlara imza atarak “absürt komedi”yi literatürümüze sokan Ünlü’nün temsil ettiği mizah, bir yanıyla “yeni” keşiflere kapı aralarken, diğer yanıyla da unuttuğumuz şeyleri bir kez daha gündeme getirmesiyle önem kazanıyor. “Sen Aydınlatırsın Geceyi” ve bir ölçüde de “İtirazım Var” sayılmazsa, yönetmenin en kitlesel projesi olan “Leyle ile Mecnun”dan “Beş Kardeş”e, daha çok diziler üzerinden yorumlamaya müsait olan bu eğilim, bir yanıyla da 90’ların son düzlüğünde kabuk değiştiren komediye -belliğ belirsiz- muhalif bir tavrı da içinde taşıyor.
“Perihan Abla” ve Kuzguncuk ahalisinin geçirdiği büyük değişimin yurt sathına yayılmasına itirazı olanların yeldeğirmenleriyle giriştikleri mücadele hüsranla sonuçlansa da, kaybedenler burada, hâlâ yanıbaşımızda. Kentin yeni değerlerinin peşinde sürüklediği yozlaşmayı köy-kasaba ekseninde okumayı deneyen “sanat sineması”nın on yıla yayılan macerasını unutmadan, bu yenilginin sokakta, semtte, mahalledeki yansımalarını en iyi gözlemleyeceğimiz alan olan güldürüdeki karşılığın bulmak ise giderek güçleşiyor. Arzu Film’in “bizden olan” sevimli tiplemelerini veya Şaban’ın mahallesine dokunuşunu nostaljik bir iç geçirmeyle anımsayan insanımızın yeni kahramanı kabalaşmış, bireycileşmiş, gemisini kurtarma derdindeki adamlardan biri olamayacağına göre…
İçinden geçilen dönemin post modern halet-i ruhiyesine uygun, yenilgiyi büyük edebi laflarla değil, düzenin değişimine paralel biçimde kabuk değiştirmiş şarkılarla ve pek de şiirsel görünmeyen bir yalnızlıkla savuşturmayı deneyen tipler, Ünlü ve ekolünün alametifarikaları arasında. Absürt ise, yaklaşımın arkaik olarak nitelendirilmesine karşı etkili bir kalkan oluşturuyor. Burak Aksak’ın “Bana Masal Anlatma”da çok iyi ortaya koyduğu bu yönelimin “Limonata”daki karşılığı bir parça karmaşık olmakla birlikte, benzer bir anlayış içeriyor.
Öykünün iki kahramanından Sakip, kaybedenlerin bütün donanımına sahip. Yokolmaya yüz tutmuş mahallenin en güzel anılarını bünyesinde barındıran bir futbol takımında top koşturuyor, gençlere ağabeylik yapıyor. Babasının son vasiyetini yerine getirmek üzere İstanbul’a gelen Suat ise değerlerini muhafaza etmiş, feodal bağlarını korumuş bir coğrafyadan, Makedonya’dan gelerek kapısını çalıyor kardeşinin.
İkilinin karşılaşma ve uzak diyarlara doğru yola çıkma serüvenini konu alan ilk bölüm, henüz ilk yönetmenlik denemesinde, Ali Atay’ın hanesine artı puan olarak işleniyor. Bunda en büyük pay, senaryoda da imzası bulunan Ertan Saban’ın, oyunculuğu son yıllarda bir yıldız gibi parlayan Serkan Keskin’le gösterdikleri uyum. Diyaloglardaki tekrarlar, anlaşılamamalar ya da öfke patlamaları, yaşamın tam da göbeğinden çıkıp gelen iki karakteri daha yakından tanımamızı, onları anlamamızı sağlıyor. Yol filmine dönüşen anlarda da benzer durumlar söz konusu; ancak giderek irtifa kaybeden, ritmi bozulan senaryoyu toparlama hamleleri, girişteki dengenin filmin aleyhine doğru işlemesi sonucunu doğuruyor. Biraz da bu yüzden, Makedonya sahnelerinde, yeni karakterleri algılamamız, işlevlerini kavramamız güçleşiyor; ilk anda sarkmış izlenimi veren anlar, filmin sona ermesinin ardından çok daha ekonomik işlenebilirmiş hissiyatı uyandırıyor. “Limonata”nın, bir bütün olarak bakıldığında birbirinden kopma tehlikesi gösteren parçalardan oluştuğu bir gerçek; ama filmografisinde, Ünlü’yle olan projeleri dışında, “İyi Seneler Londra” gibi (Berkun Oya, 2007) neresinden bakarsanız ilginç bir film de bulunan Ali Atay, tüm iniş ve çıkışlarına rağmen, özellikle de filmin üçte birlik bölümünde geleceğe dair olumlu sinyaller veriyor. Özellikle de; birbirlerinin varlığından habersiz iki kardeşin dramatik öyküsünden eğlenceli anlar çıkarmanın hiç de kolay olmadığı ve finalde yüzümüze yerleşen tebessümün anlamı düşünülürse.
Kimi Onur Ünlü filmlerinde de karşımıza çıkan “dizi estetiği” kavramına gelince; bu söylemin yüzü ana akım sinemaya yakın duran hemen her filme yöneltilen bir eleştiri olduğunun altını çizmekle yetiniyorum. Bence “Limonata”nın içerdiği damar, biçimsel eleştirinin bir adım önünde duruyor ve vizyonu işgal eden komik olma iddiasındaki nice saçmalığa inat gelecek için umut aşılıyor.
(27 Nisan 2015)
Tuncer Çetinkaya
ModernZamanlar Sinema Dergisi Editörü