34. İstanbul Film Festivali’nin çarpıcı belgesellerinden ‘Sedef Düğme / El Boton de Nacar’ Patricio Guzman’ın geçtiğimiz aylarda Berlinale’den en iyi senaryo ödülüyle dönmüş son filmi. Şilili bu önemli sinemacıyı dört yıl önce yine festivalde gösterilen ve ülkesinin karanlık geçmişini mercek altına alan 2010 yapımı bir önceki usta işi filmiyle tanımış, ayakta alkışlamıştık.
‘Işığa Özlem / Nostalgia de la Luz’ adlı bu çalışmasında çocukluğunun huzurlu ülkesinden söz eder Guzman. Astronomiye olan ilgisinin kaynağından, Pasifik Okyanusu ile And dağları arasında yer alan Atamaca çölüne konuşlanmış dev teleskoplar aracılığıyla uzak yıldızları keşfin büyülü serüvenini dile getirir. Devlet başkanlarının caddelerde korumasız gezindiği barış dolu yıllar fazla uzun sürmemiştir gerçi. Amerikan desteğiyle Salvador Allende’yi deviren general Pinochet’nin kanlı darbesi demokrasi hayalleriyle birlikte bilimsel çalışmaları da toprağa gömecektir.
Yönetmenin kendi sesinden hiçbir canlının, kuşların böceklerin yaşamadığı Atamaca çölünü, ‘yıldızlara açılan pencereler’ olarak tanımladığı teleskopların kurulu olduğu bu 10.000 yıllık transit yolun tarihini öğreniriz önce. Kristof Kolomb öncesi uygarlıkların izini sürer kaya çizimlerinde. Köle gibi çalıştırılmış 19. yüzyıl madencilerinin ikamet ettiği ve daha sonra Pinochet diktatörlüğünün toplama kampı olarak kullanılmış Chacabuco kalıntılarının peşine düşer. 17 yıl sürecek olan kanlı diktatörlük döneminde 30.000 kişinin işkence gördüğünü, bir o kadar sayıda kişinin de kayıp olduğu gerçeğinden yola çıkarak uçsuz bucaksız çölde geçmişin izini sürer bıkmadan usanmadan.
İşkencecilerin serbestçe dolaştığı ülkede kayıp yakınlarını aramaya devam eden kadınlara bu çileli süreçte yoldaş olur sinemacı. Doksanlı yıllarda ortaya çıkarılan toplu mezarları belgeler. Umutsuzca sevdiklerinden kalanları arayan bugün artık yaşları hayli ilerlemiş kadınların sesine kulak verir. Kayıpların ölmüş bedenlerinin okyanusa atılmış olduğu şüphesini araştırmaya karar verir.
‘Işığa Özlem’in karasal arayışını suda devam ettiren ‘Sedef Düğme’ onun yıllardır süren çabasının şimdilik son halkası. Şili’nin yaşayan usta şairlerinden Raul Zurita’nın ‘hepimiz tek sudan gelen nehirleriz’ dizesiyle açılan filminde dünyadaki yaşamın temel kaynağı olan suyun hafızasına kulak veriyoruz bu kez. 4.200 kilometre sahil şeridi bulunan Şili’de halkın suyla olan ilişkisine değinen Guzman suyun ailenin bir parçası sayıldığı toprakların atalarının hikâyesine kadar uzanıyor. Günümüz araştırmalarında kuyruklu yıldızlardan dünyamıza geldiği tartışılan suyun nimetlerini de tehlikelerini de kabul etmiş, ölenlerin ruhlarının gökteki yıldızlara dönüştüğüne inanmış kadim Patagonyalıları tanıtıyor bizlere. Batılı sömürgecilerin kıtaya gelişi ve vahşi soykırıma sıra geliyor daha sonra. Bir sedef düğmeye tav olarak medenileştirilmek (!) üzere İngiltere’ye götürülen ve ruhunu kaybeden Jimmy Button’ın (soyadı o sedef düğmeden gelmektedir) hikâyesini öğreniyoruz ardından. Acımasız soykırımla yerli nüfusun nasıl yok edildiğini ve günümüzdeki Şilili halkın doğadan ne ölçüde kopuk olduğunun hazin hikâyesini dinliyoruz yine yönetmenin ağzından.
Bu tarihsel katliam Pinochet yönetimin zulüm dolu yıllarına bağlanıyor.Patagonya’nın başkenti Dawson adasında Allende yanlılarınınişkence gördüğünü öğreniyoruz. Ve ülkesinin okyanusun derinliklerine gizlenmiş utancını açığa çıkarmaya geliyor sıra. İşkencede öldürülen siyasi suçluların göğüsleri üzerine otuz kilo ağırlığında ray parçaları bağlandıktan sonra paketlenmiş bir halde helikopterlerle suya atıldığı temsili olarak canlanıyor perdede. Deniz dibinde yapılan araştırmalarda paslanmış bir ray parçası üzerinden insan kalıntılarının yanında bir sedef düğme bulunuyor daha sonra. Ve bu sedef düğme Patagonya yerlileri ile Pinochet kurbanı masumların ortak yazgısının sembolü olarak belleklere kazınıyor.
Patricio Guzman’ın geçmişin acılarıyla cebelleştiği filmi günümüz Şili aydınının hak ve adalet çığlığı olarak beliriyor perdede. ‘İnsan zulmünün sonu yoktur’ diyor yönetmen. Suçlular yargılanmadıkça ölenlerin ruhları sükun bulmayacak, kayıplar bulunmadıkça aileleri huzura kavuşamayacak diye ekliyor.
Geçmiş ve hafıza üzerine kaleme alınmış bu şiirsel başyapıt 16 Nisan Perşembe 16:00’da Fransız Kültür Merkezi sinema salonunda son kez gösterilecek. Kaçırmamaya çalışın.
(15 Nisan 2015)
Ferhan Baran
[email protected]