Mike Leigh’nin dört yıl aradan sonra çektiği son uzun metrajı usta yönetmenin vasiyet filmi olmayı hak ediyor. İki buçuk saat uzunluğundaki ‘Mr.Turner / Bay Turner’ 1775 – 1851 yılları arasında yaşamış çizgi dışı romantik ressam Joseph Mallord William Turner’ın yaşam öyküsüne odaklanmış. İngiliz sinemacının görkemli bir biyografiye ilk kez soyunuşu değil bu. 1999 yapımı ‘Topsy-Turvy’ kısaca Gilbert ve Sullivan olarak anılan kraliçe Victoria döneminin ünlü yazar ve besteci çiftinin yaşam öyküsü üzerinedir. İngiliz orta ve alt sınıfların olağanüstü gözlemcisi, sıradan hayatın şairi olarak bilinen yönetmenin ustalıklı dönem tasvirine hayran kaldığımız ilk çalışmasıdır.
Gerçek yaşam öykülerine klasik biyografi dramalarından farklı bir biçimde yaklaşıyor Leigh. Özne olarak ele aldığı sanatçıların detaylı özel yaşamını dönemin usta işi portresi içinde sunarken, yaratıcı dehanın yaşadığı çağın sosyal ve siyasal ortamından nasıl etkilendiğine kafa yoruyor. Zamanın ruhunu yakalamaya çalışıyor eserlerinde. Fransız İhtilali’nden Endüstri Devrimi’ne toplumsal hayatın fırtınalı bir dönüşüme uğradığı bir çağın sanatçısı olan Turner’ın hayatı bu açıdan biçilmiş kaftan İngiliz sinemacı için.
Eksantrik sanatçının özel yaşamını didik didik ediyor yönetmen. Turner’ın işçi sınıfı kökenli babasıyla sıcak dostluğunu, ona cinsellik dahil her konuda destek olmuş suskun hizmetçisiyle yakınlığını, şehirden kaçıp deniz kıyısındaki kasabaya sığındığında romantik bir beraberlik yaşadığı dul pansiyoncu kadına olan ilgisini, hayatından uzak tutmaya çalıştığı çocukları ve anneleriyle nefret dolu ilişkisini alışageldiğimiz sanatçı portrelerinden farklı bir biçimde ele alıyor. Tuhaflığı, bencilliği ve aşırılıklarıyla etten kemikten bir insan olarak yaklaşıyor yaratıcı dehaya. Duygularını, duygusuzluklarını anlamaya çalışıyor. Yaşadığı dönemin başdöndürücü keşiflerini dehşet ve endişeyle karşılamasının izini sürüyor. Endüstri Devrimi’nin simgesi haline gelmiş buharlı trenle karşılaşmasının ya da bir fotoğraf stüdyosundaki şaşkınlığını perdeye getiriyor. İlk fotoğrafını çektirdikten sonra ‘sanırım zamanım doldu’ deyişinin ardından pes etmiyor Turner. Sanat çevrelerinin ilgisizliği pahasına romantik dönem manzaraları soyut çalışmalara yöneliyor, izlenimci akımın ilham perisi oluveriyor.
Gözde oyuncusu Timothy Spall’ın çizgi dışı yorumunun eşliğinde Turner’ın yaşamının ve sanatının izini ustalıkla sürüyor Leigh. Değişmez görüntü yönetmeni Dick Pope’un mükemmel çalışmasıyla ilk plandan başlayarak sanatçının resimlerini yeniden yaratıyor beyazperdede. Sanatçının tablolarındaki gizemin, yaratıcılığını tetikleyen detayların peşine düşüyor. Değişen sanat anlayışlarının gölgesinde gözden düşme tehlikesine rağmen arayışlarından vazgeçmeyen sanatçının yaşamına bakarken kendi uzun ve saygın sanat yaşamını sorguluyor. Turner’ın fotoğraf makinesi ile karşılaşmasına benzer biçimde yetmişi aşkın yaşında dijital teknolojiyle ilk kez buluşuyor Mike Leigh. Yeni teknolojik buluşlarla arası nasıldır bilemeyiz ancak mali açıdan avantajlı dijitalin ‘Işık Tanrı’dır’ diye buyurmuş Turner’ın eşsiz tablolarını perdede görkemli bir biçimde yeniden yaratmaya büyük katkısı olduğu kuşkusuz. Mr.Turner demlendikçe değeri daha iyi anlaşılacak filmlerden. Sanatçının tabloları gibi her izlendiğinde farklı ayrıntıların izinde keşfe çıkılacak eserlerden.
(05 Şubat 2015)
Ferhan Baran
[email protected]