Kış Uykusu (Nuri Bilge Ceylan) Cannes Film Festivali’nde Büyük Ödül’ü aldı, film ne olursa olsun, nasıl olursa olsun, bu büyük bir başarıdır, hele bizim sinemamız için. Daha önce 1982’de Şerif Gören’in Yol filmi de aynı başarıyı göstermiş, aynı festivalde -ortaklaşa da olsa- altın palmiyeyi almıştı. Şimdi Kış Uykusu Oscar adayı, Yalnız, Cannes uluslararası bir festivaldir, Oscar ise Amerikan Sinema Akademisi’nin ağırlıklı olarak Amerikan filmleri arasında yaptığı bir değerlendirme sonucu verilen bir ödüldür, ödüller dizisidir, bu dizinin içinde “En İyi Yabancı Film” ödülü de vardır, bizim Kış Uykusu bu “En İyi Yabancı Film”ler içinde şimdilik aday adayıdır. Son değerlendirme beş film üzerinde yapılacakken, bizim filmimiz şu anda -içlerinden dördünün eleneceği- dokuz film arasındadır, elenecek dört film arasına girmez ise, son beş film içinde akademi üyeleri tarafından değerlendirilecektir, isterse beş film arasına girip son değerlendirmeden de galip çıksa, benim için Cannes’da alınan ödül daha önemlidir.
Tüm bunları niçin yazdım? Bizim bir kısım oyuncularımız, daha çevrilmeyi bırakın, senaryosu dahi yazılmamış, çekileceği söylenen filmlerdeki rolleri ile Oscar almaktan dem vururlar da, onun için… Öyle bir şey olamaz Çünkü böyle bir filmimiz ancak “En İyi Yabancı Film” dalında Oscar adayı olabilir, Kış Uykusu’nun olduğu gibi. Böyle bir filmden de, “En İyi Oyuncu” adayının çıktığını ben bilmiyorum. Olmaz demiyorum, -Oscar’ın fazla meraklısı değilim- benim bildiğim yok diyorum, hele de yabancı bir dil konuşan (İngilizce dışında bir dil) bir oyuncunun aday olması?
Aslında ödülün adı “Amerikan Sinema Akademisi Ödülü”dür. Verilmeye başlanıldıktan bir süre sonra, Oscar heykelciğini gören bir çocuk (?) “Ne kadar Oscar Amcama benziyor” deyince, ödülün adı Oscar’a dönüşmüş! Bizim Antalya’da verilen Altın Portakal ödülleri için böyle bir benzetme yapılmamıştır ama -sanırım medyanın başlattığı bir deyişle- Altın Portakal’a “Bizim Oscar’ımız” denir. [O zaman bende derim ki her yıl Amerikan Sinema Akademisi’nin verdiği ödül de Amerika’nın Altın Portakal’ıdır. (Fazla mı abartılı oldu?)]
Sinemada çokça film izlediğim yıllarda, makinistlerin (ark’ı kapatmayıp) izin verdiği ölçüde final jeneriklerini görebildiğim zaman, hep bir Türk ismi arardım, ben bulamadım. Her milletten demeyeyim ama (aslı) Japon, Rus, Lâtin Amerikalı isimlerine benzeyen (bir yerden sonra Amerikalı olan) çok isme rastladım. Yalnız TV.de izlediğim (sadece jeneriğini) bir filmin (?) müziğini yapanın isminin “İbrahim” (soyadı da Türk adı idi) olduğunu hatırlıyorum. Üzerinden yıllar geçti, o zaman ismini tam olarak, sinema çevresinden tanıdığım kişilere sormuştum, duyduklarını söylemişlerdi fakat şundan eminim, o kişinin Türk Sinemasında çalışmışlığı yok idi. Yani şu veya bu nedenle Amerika’ya gitmiş, (belki de orada doğmuş?) -başka bir filmde çalışmış mı?- bir filmin müziğini yaparak adını jeneriğe yazdırmış idi! (Kimdi?)
Bu arada Reise Der Hoffnung’dan (Umuda Yolculuk) söz etmek gerekir. 1991’de “En İyi Yabancı Film” Oscar’ı alan film. Senaryo yazarı Feride Çiçekoğlu, oyuncuları Nur Sürer, Necmettin Çobanoğlu, Emin Sivas, Yaman Okay… Fakat yönetmen Xavier Köller. Film İsviçre-İtalya ortak yapımı. Feride Çiçekoğlu’nun sanırım ilk senaryosu. (Başlangıçta öykü olarak yazdığını sanıyorum.) Çiçekoğlu’nun sonradan yazdığı bir takım senaryoları sinemamızda filme çekildi ama adı bu filmle duyuldu (en azından ben öyle duydum.) Sürer, Çobanoğlu, Okay sinemamızın bilinen isimleri idi, peki ya Emin Sivas’ı daha önce bilen var mıydı? Reise Der Hoffnung, Özgüç’te 1990 yılı yapımı olarak görülüyor, Emin Sivas’ın oynadığı Piano Piano Bacaksız (Tunç Başaran) filmi de 1990 yapımı. Acaba, Başaran, Sivas’ı Köller’den önce oynatmış olabilir mi filminde? Her neyse, Umuda Yolculuk’un -“Oscar” alması nedeni ile- bizde hayli heyecana neden olduğunu hatırlıyorum ama film bir İsviçre-İtalya ortak yapımı idi. Kahramanlarının Türk olması ve oyuncularının da (senaryo yazarının da) Türk olması bir rastlantı değildi şüphesiz ama bir Türk Filmi “Oscar” almamıştı.
Bu yıl Oscar’ı alan Gravity (Alfonso Cuaron) filmi aldı. Filmin Oscar’larından biri de görsel efekt dalında verilen ödül. Bu efektleri hazırlayan firma ise Fromstore. Bu firmanın -bu filmde çalışan- ekip lideri ise Selçuk Ergen. Yeditepe Üniversitesi Görsel İletişim Tasarım Bölümü mezunu, G.O.R.A. (Ömer Faruk Sorak / 2003) filminde staj yapmış. Daha önce A.B.D.de çalıştığı filmler: “Iron Man 3″, “Jupiter Ascending”, “Sherlock Holmes”, “Wanted”, “47 Ronin”, “Warth of the Titans”… Sonrası ise “Gravity” ile gelen Oscar, adı Selçuk Ergen, film A.B.D. filmi, bundan, Fromstone firması ile çalışmış olmasına rağmen, kendimize (ülkemize) pay çıkarabiliriz. Artık bizimde bir Oscar’ımız, Oscar’lı bir sinemacımız var diyebiliriz.
Her ne kadar düşlerinde Oscar’ı hayal eden (düş’de bile hayal) oyuncularımızdan biri almamış olsa da, alınmış (kazanılmış / hak edilmiş) bir Oscar’ın çok fazla meraklısı değilim. Oscar ödülleri ile ilgili -şimdilik, bildiğim- iki kitap yayınlanmış ise de benim için çok daha önemli Cannes, Venedik, hatta Berlin Festivalleri ile yayınlanmış bir kitap yoktur (yoksa var mı?).
Tartışılması gerekli bir konu da, bence, görsel efekt dalında -aday olmak için- uzaya çıkıp çıkmamak. Bir oda içinde geçen Hitchcock’un Rope (İp) filmi özel efektin neresinde durur. Film tek mekânda geçtiği gibi, -o günün teknik olanakları ölçüsünde- tek çekim olarak düşünülmüş ve -öyle olmasa bile- o duyguyu uyandıracak şekilde çekilmiştir. (Yıl: 1948.) Filmde, albeni uyandıracak hiç bir görsel efekt yoktur ama kameranın (alıcının) hiç kesme (cut) yapmaması -yapma/mış şekilde seyirciye ulaştırılması- o günün koşullarında, en azından düşünüş ve uygulayış bakımından bir görsellik başarısı (dikkat edilirse “harikası” demedim) değil midir?
Oscar-lı bir filmimiz, bir (-den çok talipli var, sanıyorum) oyuncumuz yok ama ne derseniz deyin, -adını “görsel efekt sihirbazı” diye ananlar var- bir Selçuk Ergen’imiz var.
(05 Ekim 2014)
Orhan Ünser