33. İstanbul Film Festivali tüm coşkusuyla devam ediyor. Dünya festivallerinde öne çıkan filmlerin büyük ilgi gördüğü ilk haftayı tamamladık bile. Festivalin ikinci yarısı dünya sinemasından yeni keşiflerin yanısıra, uluslararası jürilerin görev yaptığı yarışmalı bölümlerde yer alan filmlerin gösterimiyle daha bir şenleneceğe benzer.
Yazımız henüz tümünü izleme fırsatını bulamadığımız Altın Lale ödüllü Uluslararası Yarışma seçkisi üzerine. Festivalin bu geleneksel bölümünde, bu yıl otuzuncu kez ‘edebiyat uyarlamaları’ ve ‘sinema ve sanatlar’ temalı 12 adet film yarışacak. Bunlardan ‘Frank’, kendine özgü bir müzik grubunun hikâyesi. Geçtiğimiz yıl ‘Ne Yaptın Richard’ ile Altın Lale’yi kazanmış yönetmen Lenny Abrahamson’ın esin kaynağı, İngiliz punk grubu The Freshies’in gizemli lideri Chris Sievey’in sahne kişiliği Frank Sidebottom imiş. Bu ilginç filmin en önemli özelliği, tanınmış oyuncu Michael Fassbender’in can verdiği Frank’in kafasında devasa bir maske taşıyan ve koyduğu kurallarla grubu bir arada tutan farklı kişiliği. Tanınmış İngiliz görsel sanatçılar Iain Forsyth ve Jane Pollard’ın kurmaca ile gerçeği birleştirdiği ilk uzun metrajı ‘Dünyada 20.000 Gün’ ise, senaryoya da katkısı bulunan gerçek bir kültür ikonunun, müzisyen, yazar, arada bir oyuncu Nick Cave’in 24 saatini anlatmaya soyunmuş. Sanatsal yaratım süreci üzerine ortalıktaki birçok müzik belgeselinden farklı yapıda bir deneme bu.
İzlanda’nın tanınmış yönetmenlerinden Ragnar Bragason’ın ilham kaynağı ise küçük yaşlarda tutkunu olduğu Iron Maiden’ın müziği. ‘Metalci / Metalhead’, 70’li yılların İzlanda kırsalında büyüyen Hera’nın acı bir kaybın tesellisini Heavy Metal’in karanlık tınılarında bulmaya çabalaması üzerine trajikomik bir aile öyküsü. Kuzey ülkelerinden gelen iki farklı örnek daha mevcut yarışma seçkisinde. Önceki yıllarda festivalde ödüller almış iki ilginç filmin (Tekrar / Reprise ve Oslo, 31 Ağustos) senaryosunda imzası bulunan Eskil Vogt’un ilk yönetmenlik denemesi Sundance senaryo ödüllü ‘Körlük’, sinemanın en temel ögeleri olan görmek, görülmek, ışık ve karanlık üzerine izlenmesi gereken bir çalışma. İsveç’ten ‘Buluşma’ ise, okul arkadaşlığı deneyimlerimiz ve akran zorbalığı üzerine gerçek ile kurgu arasındaki ince çizgi üzerinde gezinen, psikoloji ile ilgilenenlere özellikle öğütlenecek bir film.
Beş ödülle (en iyi film, ilk film, erkek oyuncu, senaryo, kurgu) bu yılki César ödüllerine damgasını vuran ‘Ben, Kendim ve Annem / Les Garçons Et Guillaume A Table!’, Comédie-Française kökenli oyuncu Guillaume Gallienne’in yıllardır sahneye koyduğu tek kişilik gösterisinin beyazperde uyarlaması. Son olarak Yves Saint Laurent’ın hayat arkadaşı Pierre Bergé rolünde izlediğimiz Gallienne, hem anneyi, hem oğlu canlandırdığı filminde eşcinsel film klişeleri ve büyüme öyküleriyle dalgasını geçiyor.Yarışmada yer alan bir diğer Fransız yapımı ‘Violette’, kadın cinselliği, kürtaj gibi meseleleri erken dönemde Fransız kamuoyunda tartışmaya açmış Violette Leduc’ten almış adını. Bu dönem filmi, yazarın Simone de Beauvoir ve Jean Genet ile yakın dostluğunu mercek altına yatıran, feminizm ve edebiyat üzerine ilginç bir deneme.
Festival izleyicisinin yakından tanıdığı Kanadalı Xavier Dolan’ın bir önceki filmi ‘Laurence Anyways’, saygın yapımcı Marin Karmitz’e ayrılan bölümde gösterilirken, bir oyun uyarlaması olan son filmi yarışmada yer alıyor. Geçtiğimiz yılın Venedik şenliğinden Fipresci ödüllü ‘Tom Çiftlikte’, Dolan’ın bir kez daha başrolde gözüktüğü eşcinsellik ve homofobi üzerine kırsalda geçen bir hikâye. Bu kez psikolojik gerilim türünü denemiş genç yönetmen. Bir diğer tanınmış Kanadalı yönetmen Robert Lepage’ın 9 saatlik kendi oyunundan (Lipsynch) filme çektiği ‘Üçleme’ (korkmayın film sadece 90 dakika), Berlinale’den sonra İstanbul’da yarışıyor. Üç sorunlu karakterin hayatındaki dönüm noktalarını birbirine bağlarken, yalnızlık, delilik, hafıza gibi konuları irdelemiş Lepage.
Amerikan bağımsız sinemasının tanınmış isimlerinden John Curran bir edebiyat uyarlamasıyla yarışma seçkisine dahil olmuş bu yıl. Robyn Davidson’ın otobiyografik kitabından uyarlanan ‘Çöldeki İzler / Tracks’, yazarın köpeği ve dört deveyle 1977 yılında Avustralya çöllerinde yaptığı yolculuğu konu alıyor. Mia Wasikovska’nın Robyn’i canlandırdığı filmde, Adam Driver’ı yazarın yolculuğunu kaydeden National Geographic fotoğrafçısı rolünde izliyoruz
Polonya’nın yarışmada yer alan filmi ‘Taş Bebek’ gerçek bir öyküye dayanıyor. Şiirlerini resmi olarak yayımlayan ve Lehçeye çevrilen ilk Roman şairi, Papuzsa lakaplı Bronislawa Wajs’ın trajik hikâyesi, 1950-1960’lar döneminin ruhunu etkili bir biçimde verebilmek için siyah-beyaz çekilmiş.
Ve sinemaya, peliküle ve onun kendine has kokusuna saygı duruşunda bulunan bir filmle uluslararası yarışma filmlerini tamamlıyoruz. Tanınmış İtalyan yönetmen Daniele Luchetti’nin kısmen otobiyografik yeni filmi seyirciyi 70’li yıllara götürüyor. Ailevi sorunlar, küçük Dario’nun sinemanın büyüsünü keşfetmesi üzerine ilgiye değer bir yapım ‘Mutlu Yıllarımız’.
(13 Nisan 2014)
Ferhan Baran