İrlanda asıllı deneyimli sinemacı Neil Jordan’ın son çalışması ‘Byzantium’. Yine İrlandalı Moira Buffini’nin ‘Bir Vampir Hikayesi’ adlı oyunundan uyarlanmış olan film, bizde ilk kez görücüye çıktığı 32. İstanbul Film Festivali programında, oyunun özgün adıyla yer almıştı. Feminist çizgiler taşıyan bu ilginç metnin yazarı Buffini, ülkemiz tiyatro izleyicilerinin hiç yabancısı değil. Birkaç mevsim önce ‘Dinner’ (2002) adlı oyunu, ‘Şölen’ adıyla Ahmet Levendoğlu yönetiminde sahnelenmişti. Zuhal Olcay’ın parlak oyunculuğuyla gündeme gelmiş bu oyunun ardından geçtiğimiz yıl İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun repertuarına giren ‘Sessizlik / Silence’ (1999) yılın en iyi oyunları arasında sayılmış ve saygın ödüller kazanmıştı. Gencecik bir oyuncuyu, Funda Eryiğit’i sahnelerimize kazandıran bu parlak oyun, erkek egemen toplumda kadın olma ve iktidar savaşımını ince bir mizahla ele alır.
Buffini uyarlaması ‘Byzantium’ yine bir kadın hikâyesi. Bu defa 18. yüzyılın erkek egemen dünyasından kaçıp gelmiş bir ana kızın öyküsü anlatılan. Clara ile Eleanor’un benzerlerinden farkı, kadın olmanın ötesinde, erkek egemen iklimlerde 200 yıldır doğalarını gizleyerek yaşamak zorunda kalmış iki vampir olmaları. Kimlikleri açığa çıkınca, vahşi bir cinayete mekan olmuş izbe daireyi yakarak ücra bir sahil kasabasına sığınırlar. Beş paraları yoktur. İki kaçak, Clara’nın dünyanın en eski mesleğini icra ederken tanıştığı Noel’e annesinden miras kırık dökük otele yerleşir. Muhtemelen egzotik çağrışımları nedeniyle filme adını vermiş Byzantium, işte bu kırık dökük pansiyondan bozma otelin adı. Uzun ömürlü iki kahramanımız Bizans dönemine yetişememiş, ancak finalde kafa uçurma silâhı olarak devreye giren Haçlı seferlerinden kalma kılıç Bizans işi.
Clara’nın Byzantium’u bir randevu evine dönüştürme plânlarına karşılık, ebediyen 16 yaşında kalmış içe dönük Eleanor, sığınacak her yeni yer bulduğunda yaptığı gibi kendi gizemli hikâyelerini kağıda dökmeye başlar. Tesadüfen tanıştığı romantik Frank ile devam ettikleri toplu terapi seminerlerinde öyküsünü paylaşır. Eğitmenlerin, ‘sanki Edgar Allan Poe ile Mary Shelley’nin çocukları yazmış’ şeklinde şaşkınlıklarına neden olan gotik anlatısıyla gündeme gelir. Bundan sonrası, huzurlu sakin suların bir kez daha bulanması, ana kızın izlerini süren eril vampir tarikatı üyeleriyle ölüm kalım mücadelesi üzerinedir.
Robert Pattinson’ın ergen gençlerin idolü haline geldiği Twilight (Alacakaranlık) serüvenleri ve onu takiben ‘True Blood’ ya da ‘The Vampire Diaries’ (Vampir Günlükleri) gibi televizyon dizileriyle gündeme yerleşen fantastik öyküler yönetmen Jordan için yeni bir alan değil kuşkusuz. Kariyerinin hemen başında çektiği 1984 yapımı ‘The Company of Wolves (Kurtlar Takımı)’, ‘Kırmızı Başlıklı Kız’ masalı ile ‘Kurt Adam’ efsanesini harmanlayan uçuk bir denemedir. Keza 1988 yapımı ‘High Spirits’ perili bir İrlanda şatosunda geçen matrak bir korku fantezisidir. Mona Lisa (1986), özgün senaryosuyla Oscar’a uzandığı ‘The Crying Game / Ağlatan Oyun’ (1992), Venedik Altın Aslan ödüllü ‘Michael Collins’ (1996) gibi klâsikleşmiş işleriyle adını ustalar arasına yazdırmış bulunan Jordan’a fantastik dünyada asıl ününü sağlayan film ise 1995 yapımı stüdyo filmi ‘Interview with the Vampire / Vampirle Görüşme’ olmuştur. Çok satan roman serisinden Anne Rice’ın senaryosunu bizzat kaleme almış olduğu bu kültleşmiş yapım, yazarın ünlü vampiri Lestat’ı canlandıran Tom Cruise ile birlikte Brad Pitt, Antonio Banderas gibi dönemin üç yakışıklısını aynı serüvende bir araya getirmiştir. Yine bu filmde canlandırdığı kimsesiz küçük vampir kız, günümüzün star oyuncularından Kirsten Dunst’ın sinemadaki ilk önemli rolüdür. Türe yeni bir soluk getiren, vahşi ve hüzünlü ötekilerin karanlık dünyasını başarıyla tasvir eden bir çalışmadır Jordan’ın filmi.
Vampir hikâyelerinin yeniden gözde olduğu günümüzde, yaklaşık 20 yıl sonra aynı sulara dönmek istemiş Jordan. Film içinde yer alan 1966 yapımı ‘Dracula: Prince of Darkness’ (Drakula Karanlıklar Prensi) klibiyle klâsik Christopher Lee filmlerine saygı duruşunda bulunmayı da ihmal etmemiş. Ancak, küçük Dunst’ın yerini bu kez yükselen genç oyunculardan Saoirse Ronan’ın aldığı ve bizzat Buffini’nin senaryosunu kaleme almış olduğu ‘Byzantium’, Anne Rice’ın hacimli serisi kadar renkli bir malzeme içermiyor. Jordan ise Twilight seyircisinin ana akım beklentileriyle, bağımsız sinemanın ‘Let the Right One In / Gir Kanıma’ (2008) gibi örneklerinin hüznü arasında kararsız kalmış. Genç izleyicinin beklentileri karşılamaya yönelik sert açılış sekansı ve bol kanlı final arasında, iki kadının 200 yıl öncesinin Napoleon savaşları döneminde başlayan hüzünlü geçmişlerini güncel hikâyeye paralel biçimde aktarma yolunu seçmiş. Bu tercihle bir tempo sorunu yaşadığı söylenebilir filmin. Ötekileştirilmiş kahramanlarının günışığında yaşamlarını sürdürebilmeleri, ‘Byzantium’un klâsik vampir hikâyelerinden farklı bir diğer özelliği.
(‘Byzantium’, ‘Başka Sinema’ projesi kapsamında İstanbul’da Beyoğlu Beyoğlu; Kadıköy Rexx; Altunizade Capitol Spectrum; Ankara’da Kızılay Büyülüfener Sinemaları’nda dönüşümlü seanslarda gösterilmektedir.)
(28 Kasım 2013)
Ferhan Baran