Altın Palmiye Ödüllü Hayırsızada Üzerine / İkinci Bölüm

Uzay boşluğunda yaşayan, bilinen, en tehlikeli canlının insan olduğuna kuşku yok… İnsanlar kendini Tanrı yerine koyarak, dünya gezegeni üzerindeki çeşitli canlı türlerini yok ediyor, çeşitli canlı türlerini de yok olmanın eşiğine getiriyor… İnsanlar kendi türlerine karşı da kıyıcılıkta sınır tanımıyor. Tarihe bakıldığında canlı insanları süngü taliminde kullanarak kitleler halinde öldüren işgâl orduları var. Günümüzde insanlar, denizleri de her türlü atık maddeyle kirletiyor, deniz canlılarını zehirliyor, bununla yetinmiyor ve onlara toplu katliam yapıyor. Üstelik, “Moby Dick”, “Flipper” ve “Jaws” gibi popüler kültür ürünleriyle toplu katliamlar, esir almalar teşvik ediliyor ve bunlara mazeret yaratılmaya çalışılıyor. Minareyi çalan, kılıfını da uydurmayı deniyor.

Her yıl 4 Ekim’de işlevsiz bir koruma günü tahsis ettiğimiz hayvan türleriyse kalan, azalan ve her geçen gün alanı gerileyen bitki çeşitleriyle birlikte, en gaddar, en acımasız, en yok edici insan terörüne karşı bir avuç vicdan sahibi insandan yardım alarak var olmaya çalışıyor.

İnsanları İnsanlığından Utandıran Film: The Cove-Koy

Her yıl on binlerce Yunus’un eti için öldürüldüğü ya da havuz sirklerine (ne yazık ki Türkiye’de de bunlar faaliyet gösteriyor) satılmak için esaret altına alındığı Japon sahil kasabası Taiji’deki katliamı gizlice görüntüleyen ve insanların dünyanın hemen her köşesinde işledikleri suçlardan küçük bir kesiti bize sunan Oscar ödüllü belgesel “The Cove-Koy”da yapay kayalara yerleştirilen gizli mikrofonlar ve kameraların da içinde bulunduğu en son teknolojiden yararlanan film ekibi, bu küçük deniz kasabasının dünya çapında işlenen ekolojik suçların korkunç mikrokozmosu olarak nasıl işlediğini ortaya çıkarıyor.

Tam 100 Yıl Önce Hayvan Dostlarımızı Gözümüzü Kırpmadan Ölüme Göndermiştik

23 Mayıs 2010’da sona eren 63. Cannes Film Festivali’nde de 1910’da katledilen İstanbul’lu köpekler anılmıştı. Catherine Pinguet’in, 2009 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından basılan “İstanbul’un Köpekleri” adlı kitabından uyarlanan “Chienne d’histoire / Barking Island – Tarihin Köpeği / Hayırsızada”, 1910’da İstanbul’da yüzbine yakın köpeğin Sivriada / Hayırsızada’ya sürülerek açlıktan öldürülmesini konu alıyor… Üstelik, 15 dakikalık Fransız yapımı bu animasyon filmi “Chienne d’histoire / Barking Island – Tarihin Köpeği / Hayırsızada” (yönetmen ve senaryo yazarı: Serge Avedikian), 63. Cannes Film Festivali’nde en iyi kısa film seçildi. “Chienne d’histoire / Barking Island – Tarihin Köpeği / Hayırsızada”, “Ayı – L’ours”, “Microcosmos”, “Tanrı’nın Bağışı Orman”, “İmdat ile Zarife” ve “Two Brothers – İki Kardeş” gibi, dünya üzerinde diğer canlıların da yaşama hakkına saygı duyan insanların elinden çıkmış bir film. “Chienne d’histoire / Barking Island – Tarihin Köpeği / Hayırsızada”nın yapımcılarından biri de Osman Kavala…

Atın Canına Kıyılan Film: “Yol”

Amerikan Western filmlerinin ve Oscar ödüllü Sovyet Rusya filmi “Savaş ve Barış”ın çekimleri esnasında bu filmlerde kullanılan atların pek çoğunun hayatını kaybettiği biliniyor… Türk sinemasında da hayvanlara istemeyerek ya da kasten zarar verilen pek çok film, ne yazık ki, var. Bunlardan biri de Cannes Film Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye’yi Costa Gavras’ın “Missing – Kayıp” adlı filmiyle paylaşan “Yol”… Yılmaz Güney’in senaryosunu yazdığı ve Şerif Gören’in yönettiği Türk sinema klâsiği “Yol”un bir sahnesi için güzeller güzeli, zavallı, gariban bir atın canına kıyılmıştı. Hatta başlangıçta bunu (atı öldürmeyi) Tarık Akan’ın yapması istendi. Vicdanlı bir insan olan Tarık Akan son anda ata gerçek kurşunları sıkmaktan vazgeçti. Onun yerine setteki başka bir insan (!) masum, çaresiz, biçare atı acımasızca öldürdü.

Yılmaz Güney’in yazdığı senaryonun sözünü ettiğim sahnesi şöyledir: Seyit karakteri (Tarık Akan) donmak üzeredir; donmamak için önce atının kafasına kurşun sıkar, sonra da ölen atın henüz sıcacık durumdaki karnını yararak ellerini ve ayaklarını onun içine sokar.

Tarık Akan, Can Yayınları tarafından 2002 yılında basılan ve gelirleri yazarı tarafından Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’na bağışlanan “Anne Kafamda Bit Var” adlı anılarında bu olayı şöyle anlatır:

“Başçavuştan alacağımız silâhla filmdeki atımı öldürecektim. (…) Çekim boyunca atla aramda inanılmaz bir bağ kurulmuştu… Ömrümün sonuna kadar unutamayacağım çok farklı bir arkadaşlık yaşamıştık. Bana duyduğu sevgi ve bağlılığı atın gözlerinden okuyordum. Kar fırtınasında yanıma gelip kafasını paltomun içine sokuyor, gözlerini gözlerime dikiyordu… Çekim sırasında üstünden düştüğümde burnuyla beni itiyor, kokluyor, sanki canımın yandığını anlamış gibi üzülüyordu, bir de beni avutmaya çalışıyordu. Onu hiç yularından tutup çekmem gerekmemişti. İş (çekim) bittiği zaman arkama takılıp bir köpek gibi beni izliyordu. Filme başlamadan önce ‘Yol’un yönetmeni Şerif Gören’e ‘Meraklanma, bu sahnede atı öldürebilirim. O kadar cesareti bulabilirim, yapabilirim,’ dediğimi anımsıyorum. Atı vuracağım sahne çekilirken hayvancığa uyuşturucu iğne yapıldı. At yere yığıldı. Yakın plânların hepsi çekildi: Donmuş bir el, ısıtılmaya çalışılan bir el, ateş edemeyen bir el ve atın yakın plânları aradan çıktı. Sıra öldürme plânının çekimine gelmişti. Kamera uzağa gitti, genel bir plân çekilecekti. Silâh elimdeydi ve içinde tek bir kurşun vardı. Başçavuş bir kurşundan fazla vermiyordu. Şerif Gören, ‘Kamera!’ diyecekti ve ben kısa bir süre sonra atın kafasına bir kurşun sıkacaktım. Karların ortasında ben ve yerde yatan atım trajik bir şekilde yerlerimizi almıştık. Kamera uzakta hazırlanırken at gözlerini açıp bana yalvarır gibi baktı. Kafasını kaldırmak istedi. Sanki bana doğru gelmek istiyormuş gibime gelmişti. Bu arada Yönetmen Şerif Gören ‘Kamera!’ diye bağırdı… Bekledi. Burada tabancamı çekmeli ve kurşunu atın kafasına sıkmalıydım. Ama yapamıyordum işte. ‘Ateş etsene! Ateş et!’ diye bağırdı Şerif Gören. ‘Yapamayacağım Şerif, stop!’ diye seslendim. Atın başından ayrıldım. ‘Ben bu atı öldüremem,’ dedim ve sözlerimi sürdürdüm: ‘Yakın plân başkasının elini çek. Kusura bakma, ben yapamayacağım,’ dedim. Yılmaz Güney’in yeğeni araya girdi: ‘Ben yaparım. Atı öldürürüm,’ dedi. Paltomu kendisine verdim. Kamera hazırlandı. Yılmaz Güney’in yeğeninin el plânı çekildi. Derken bir silâh sesi… ‘At öldü, gel Tarık,’ dediler. Koşarak gittim. Paltomu giydim, daha sonraki plânlara geçmek üzere çalışmaya başladık. Kamera hazırlanıyorken at gene kafasını kaldırıp bana baktı. Ayağa kalkmaya yelteniyordu. Ölmemişti. Başçavuşa gittim: ‘Mermi ver, at ölmemiş,’ dedim. Başçavuş, kendini tiksinti verici bir şekilde naza çekiyordu. Yalvarta yalvarta bir kurşun daha verdi. ‘Başçavuşum, ver birkaç tane daha, bak at can çekişiyor,’ dememe karşın onu bir tek kurşundan fazlasına razı edememiştim. Yılmaz Güney’in yeğeni o tek kurşunu da atın kafasına sıktı. Sonra ben tekrar sahne aldım. Tam çekime geçilecekken, at gene gözünü açtı, bakışlarıyla beni arıyordu. Bayılacak gibi olmuştum, çıldıracaktım… Bir kez daha başçavuşun yanına gittim: ‘Mermi ver!’ dedim. Başçavuş, ‘Mermi yok!’ dedi. O anda yakasına yapıştım: ‘Senin de, merminin de,’ dedim. Küfrettim. Yöre halkı başçavuştan yalvara yakara üç mermi daha almıştı. Yılmaz Güney’in yeğeni kurşunları boşalttı, at bu kez gerçekten öldü. Paltomu giydim, bir sonraki sahneye geçtik.

Senaryoya göre donmak üzereydim; atın karnını kesecektim, ellerimi, ayaklarımı atın karnına sokup donma tehlikesini bir süre geciktirecektim. Ne yazık ki bu sahneyi kötü bir zamanda, hava kararmak üzereyken çekmiştik. Ertesi güne bırakamıyorduk çünkü gece boyunca kurtların atın ölüsünü parçalayacağını biliyorduk. Sonuçta akşam üstü çekilen sahnede renkler çok koyu çıktığı için Yılmaz Güney kurguda bu bölümü çıkarmak zorunda kalacak, bu da onu hem üzecek, hem de sinirlendirecekti.”

İyi Örnek: “Anayurt Oteli”

12 Mayıs 2005’te erken yaşta vefat eden Ömer Kavur’un yönettiği Yusuf Atılgan uyarlaması “Anayurt Oteli”nde başkarakter Zebercet’in (Macit Koper canlandırıyor) bir kediyi öldürdüğü bir sahne vardır. Bu sahnede tam bir hayvansever olan ve bir köpeği bulunan Ömer Kavur kafasına tavayla vurulan kedi için içi samanla dolu peluş bir maket kullandı. Bu da Türk sinemasındaki az sayıdaki hayvan dostu eylemden biridir. Kısaca söylemek gerekirse, “Anayurt Oteli”nin çekimleri esnasında hayvanlara zarar verilmemiştir.

Yararlı Yazılar:

Hayvan haklarına duyarlı, vicdan sahibi sinemaseverler şu yazıları da mutlaka okumalı:

* Sinemanın Dünyaya Ettiği Kötülük: Jaws / 9 Haziran 2009 / Ali Ulvi Uyanık/ e-kolay.net
* Yunuslarla Ağladık / 13 Nisan 2010 / Ömür Gedik / Hürriyet Gazetesi
* Flipper’ın Eğitmeni Günah Çıkarıyor / 5 Haziran 2010 / Ömür Gedik / Hürriyet Keyif Eki
* Koy’u Lütfen İzleyin, İzletin / 8 Haziran 2010 / Ömür Gedik / Hürriyet Gazetesi

Sonuç:

“WALL-E” ve “Artificial Intelligence: AI – Yapay Zeka” gibi filmlerde insan eliyle dünyamız ölü bir gezegene dönüşüyordu. Bilim insanları, intihar eylemcisi gibi davranan insan topluluklarının bu bilim kurgu filmlerini çok yakın gelecekte gerçeğe dönüştüreceğini öngörüyor.

Koy / The Cove’un Aldığı Bazı Ödüller:

2010 Oscar: En iyi Belgesel
2010 Amerika Senaristler Birliği: En İyi Belgesel Senaryosu
2009 Amsterdam İzleyici Ödülü
2009 Los Angeles Film Eleştirmenleri Birliği: En İyi Belgesel
2009 Sundance İzleyici Ödüllü
2009 Sydney İzleyici Ödülü

Yönetmen: Louie Psihoyos
Senaryo: Mark Monroe
Yapımcı: Paula DuPré Pesmen ve Fisher Stevens
Oyuncular: Simon Hutchins, Mandy-Rae Cruikshank, Kirk Krack
Süre: 92 dakika.
Yapım: ABD, 2009
Yaş sınırı: 13 yaş ve üzeri

(18 Kasım 2013)

Hakan Sonok

hakansonok.sonok1@gmail.com