Macera Dolu Bir İstanbul’da

Takip: İstanbul (Taken 2)
Yönetmen: Olivier Megaton
Senaryo: Luc Besson-Robert Mark Kamen
Müzik: Nathaniel Méchaly
Görüntü: Romain Lacourbas
Oyuncular: Liam Neeson (Bryan), Maggie Grace (Kim), Famke Janssen (Lenore), Rade Serbedzija (Murat), Kevork Malikyan (Durmaz)
Yapım: Fox-EuropaCorp (2012)

Luc Besson, ilk filmde Paris’e başrolü vermişti. Şimdi sıra İstanbul’da. Fransız yönetmen Olivier Megaton’un “Takip: İstanbul” filmi, macera, aksiyon ve şiddet tarafıyla tam anlamıyla Teksas’a çeviriyor.

Bu bir acının ve dizginlenemez öfkenin filmi. 2008 yapımı “Taken-96 Saat” filmini Pierre Morel yönetmişti. İlk filmde CIA’in saha ajanı Bryan Mills, kızı Kim’i kaçıran Arnavut insan kaçakçılarına karşı Paris’te kanlı mücadele verince, Olivier Megaton’un yönettiği 2012 yapımı “Taken 2-Takip: İstanbul” devam filminde Arnavut gangsterlerle bu defa İstanbul’da hesaplaşıyor. Başında Murat’ın olduğu Arnavut çete, kadın ticareti yapıyor. Murat, oğullarını öldüren Bryan’a acıyı yaşatmak istiyor. İçinde dindirilemez bir öfkenin intikamı var. Film, Arnavutluk’ta Müslüman mezarlığındaki cenaze töreniyle açılıyor. Şeyh dedikleri Murat, adamlarına Bryan’a kendisinin yaşadığı acıları yaşatması emrini veriyor. Çetenin, Bryan’ın İstanbul’a gideceğinden haberi var. Bryan, Los Angeles’ta İstanbul seyahat öncesi ayrıldığı eşi Lenore ve kızı Kim’le küçük sorunlarıyla uğraşırken bir yandan da İstanbul “tatilini” düşünüyor. Travmadan çıkmaya çalışan Kim, aşık bile olmuş kendi yaşlarındaki bir gence. Bryan, adres ve yön bulmada uzman bir CIA ajanı. Filmin derinliğinde bunun içinde yaşıyorsunuz. Asıl hikâye İstanbul’da başlıyor. Murat’ın başını çektiği Arnavut çete, İstanbul’da Tarlabaşı’na konuşlanıyor. Filmdeki kaçıp kovalamacalar Eminönü, Kapalıçarşı gibi mekânlarda. Bir de İstanbul’un güzelliğini yansıtan tarihi damlarda.

İstanbul bir Teksas…

Hemen şunu belirtelim: Bu filmi seyrederken yaşadığımız şehir İstanbul mu, dedik. Kaçıp kovalamacalardan yansıyan, İstanbul sokaklarında kara çarşaflı kadınlarla dolu. Başka giyimli kadınlar pek göze çarpmıyor. Sanki özenle seçilmiş bu fotoğraflar. Buranın İstanbul olduğunu bilmesek, Kahire veya Tahran olduğunu sanabiliriz. Kim, dar şortuyla tazı gibi damlarda koşarken batılı kızların böyle atik ve güzel olduğu vurgulanıyor sanki. Film, Türklere ve kültürlerine saygı göstereyim derken cahilliklere kurban gitmiş. Batıda bu filmi görenler ülkemizin laik değil de dini yasalarla yönetilen bir ülke olduğunu düşünecek elbette. Ulu orta atılan el bombaları ve ortalığa savrulan kurşunlar da buranın Beyrut’un şiddet kardeşi olduğunu düşünecek. Türkiye, tipik bir Ortadoğu ülkesi gibi. İstanbul, vahşi batıdan bir Teksas sanki. Polis nerede derseniz, onlar külüstür arabalarıyla bir takibi bile beceremiyorlar. Filmde ezan sesleri de duyuluyor. Kültürlerötesi bu şehirde tüm inanışlara yer var.

Ünlü yönetmen, senaryo yazarı ve yapımcı Luc Besson, Fransa’da göçmenlere sıcak bakan yüreği şefkatli biri. Avrupalılar, herhalde bu filmde gördüklerine gülüp geçecekler, ama ya Amerikalılar? Onlardan emin değiliz. Özellikle de 11 Eylül’den sonra. İslamofobi diye bir şey var. Filmdeki bazı içerikleri bir tarafa bıraktığımızda ortada nefes kesen bir gerilim aksiyon var. Tarihi yarımadadaki sahneler görsel anlamda da çarpıcı. Kapalı Çarşı ve Mısır Çarşısı’ndaki kaçıp kovalamacalar, damların üzerinde panoramik yansıyan İstanbul, daha sonra bu filmi arşivine katacaklara için ileride muazzam bir görsel belge olacak. Lenore ve Bryan’ın esaret altında tutuldukları mahzenle, kanlı final bölümündeki Türk hamamı filme çok şey katmış. Kim’in, Arnavut çetesinden saklandığı oteldeki anlar da gerilim anlamında nefes kesiyor. 1965 doğumlu Fransız yönetmen Megaton, 2008 yapımı “Transporter 3-Taşıyıcı 3” ve 2011 yapımı “Colombiana-Kolombiyalı: İntikam Meleği” filmleriyle biliniyor. Yönetmenin adını ilginç bulanlar olabilir. Yönetmen, Fontana olan soyadını değştirmiş ve sanat yaşamında Megaton’u kullanıyor. Nedeniyse, Hiroşima’ya atılan atom bombası yüzünden. Yönetmen doğduğunda bu trajedinin yirminci yıldönümüymüş. Megaton’un aksiyon duygusunun, önceki filmlerini düşündüğünüzde akıcılığından bir şey kaybetmediğini görüyorsunuz bu sinemaskop çekilmiş filminde de. Bu filmde bir şeyi hiç anlamadık. Arnavutlar neden İngilizce konuşuyordu? Filmde, İngilizce ve Türkçe kelimeler duyulurken, fonda Türkçe şarkılar da kulağa geliyor. Sabahat Akkiraz’ın “Boşumuş” türküsü de bolca duyuluyor. Filmde duyulan müziklerin iyi olduğunu da belirtelim. Müzisyen Nathaniel Méchaly’yi keşfetmeli.

(05 Ekim 2012)

Ali Erden

[email protected]