Arka Pencere Dergisi, İhtiras Tramvayına Biniyor

Arka Pencere Dergisi, 153. sayısında, kapağına, Marlon Brando’lu İhtiras Tramvayı’nı yerleştiriyor. Tunca Arslan, köşesinde, son dönemde festivallerle birlikte gündeme gelen Türkan Şoray kitaplarına değiniyor. Vizyon filmleri eleştirileri arasında Roma’ya Sevgilerle, Çanakkale Çocukları, Yargıç Dredd, [REC] 3: Diriliş ve N’apcaz Şimdi? yer alıyor. İlgi çekici dosyaların yer aldığı Esrar Perdesi, Murat Özer imzasıyla Roma’ya Sevgilerle’yle haftaya damgasını vuran Woody Allen’a ayrıldı. Ustaların ‘hafif defolu’ filmlerinin yer aldığı Lekeli Adam’da James Ivory’nin Le Boşanma’sı var.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Arka Pencere Dergisi, İhtiras Tramvayına Biniyor yazısına devam et
  • İngiltere, IRA’yla Masaya Oturduğunda

    Gölgede Dans (Shadow Dancer)
    Yönetmen: James Marsh
    Senaryo: Tom Bradby
    Müzik: Dickon Hinchliffe
    Görüntü: Rob Hardy
    Oyuncular: Andrea Riseborough (Colette), Clive Owen (Mac), Gillian Anderson (Kate), Aidan Gillen (Gerry), Domhnall Gleeson (Connor), Brid Brennan (Anne), David Wilmot (Kevin), Martin McCann (Brendan)
    Yapım: BBC-Irish Film (2012)

    “Teldeki Adam” belgeseliyle tanınan İngiliz yönetmen James Marsh, “Gölgede Dans” filmiyle IRA sorununa bakıyor. Yönetmen, 1990’larda başlayan müzakerelere bir adım geriye çekilerek anlatsa da IRA’nın sabit fikirli şiddet örgütü olduğunu da gösteriyor.

    Kuzey İrlanda, 1973… Küçük Colette McVeigh, masada kendine boncuklu kolye yaparken, babası ondan bakkaldan sigara almasını söylüyor. Colette de parayı küçük kardeşi Sean’a veriyor. Sean dışarı çıkıyor ve İngiliz askerleriyle IRA militanlarının çatışması ortasında kalıyor. Film, yirmi yıl sonrasına gidiyor. Londra metrosunda, tedirgin ve hüzünlü gözlerle etrafı gözleyen Colette, elindeki çantayı merdivenlere bırakıp tünelin içine girip gözden kayboluyor ve uzaktan bomba sesi duyuluyor. Colette dışarı çıktığında M15 ajanları onu tutukluyor. Muhafazakâr hükümet, IRA’yla Kuzey İrlanda sorunu için müzakerelere başlamış. Elbette IRA da ikiye bölünmüş. Şahin kanat eylemlerini sürdürürken, hükümet de ılımlı IRA’yla masada barış görüşmelerini sürdürüyor. Ajan Mac, Colette’e, merkezdeki sorgu odasında bazı fotoğraflar ve balistik raporlar gösteriyor. Raporda, küçük Sean’ın üzerinde IRA silâhından çıkan kurşun bulunduğu yazıyor. Mac, İngiltere’ye büyük bir öfke duyan ve IRA militanı olmuş Colette’e hapisten kurtulması çin muhbirlik teklifi yapıyor. IRA’nın şahin kanadının içinde olan Colette, küçük oğlu Mark ve yaşlı annesini düşünerek bu teklfi istemeden kabul ediyor. Bu görev öyle zor ki. Zihninde çelişkiler yaşayan Colette, IRA’nın eylemleri hakkında M15’e küçük bilgiler verse de, IRA’nın sert yüzü Kevin, rüzgârın esişinden bile anlamlar çıkartan tam bir örgüt yöneticisi. Belfast’taki şahin kanadın temsilcisi. Kevin, dışarıdan bakılınca öyle müşfik görünüyor ki. Kravatlı, her sabah tıraşlı yüzü, yumuşak ses tonu. İnsana güven veriyor. Film derinleştikçe IRA’nın şiddet yüzü olduğunu anlıyorsunuz. Öyle acımasız ki. IRA’nın sabit fikirliler tarafında. İhanet eden o an infaz edilmeli.

    Filme dikkatli bakmalı…

    Filmde, sadece IRA’nın içinden değil, M15’in içinden de anlar yansıyor. Mac’in muhbiri olduğu gibi başka ajanların da muhbirler var. M15 idarecileri, Kevin’in başını çektiği şahin kanadı bertaraf etmeye çabalıyorlar. Mac, amiri Kate Fletcher’la fikir tartışmasına giriyor ve IRA operasyonunda alınıyor Mac. Filmde gerçekten insanı irkilten anlar var. Kevin, şüphelendiği Colette’i sorgularken, militanın biri yere naylon seriyor. IRA’nın ihanet edenlere cezası, tabancayla başın arkasından vurup infaz etmek. Yerle kan olmasın diye naylon işe yarıyor. Kevin, tam bir dedektif gibi McVeigh ailesi içinde muhbiri arıyor. Colette’in kardeşleri Connor ve Gerry de sertlik yanlılarından. Barış yanlısı gazeteciyi evinin bahçesinde katledeceği sırada İngiliz askerlerince öldürülen IRA militanı Brendan’ın cenazesi de akılda kalacak sahnelerden. Filmde beklenmedik ve gerilimi yükselten anlar var. Bunları perdede keşfetmek gerek. Sinemaskop çekilmiş 2012 yapımı “Shadow Dancer-Gölgede Dans” filminin görselliği ve kurgusu da çarpıcı. Yönetmen, politik bu geriliminde korkuyu seyircisine ulaştırabilmiş. Yönetmen, filminin büyük bölümünde Colette’e kırmızı elbiseler giydirmiş. Final bölümündeyse Colette maviler içinde. Sinema sanatında bunların anlamları var. Filmi seyrederken belki zihninizde bunlar anlamlaşacak. Filmin senaryosu, romanın da yazarı olan 1967 Malta doğumlu Tom Bradby’ye ait. Gazeteci-yazar Bradby, bu romanını 2001’de yılında yayımlamış. Filmde duyulan müzikler de sağlam.

    IRA sorunu derin…

    Kuzey İrlanda ve IRA sorunu gerçekten derin. Orada, sadece bağımsızlık savaşı değil, mezhep savaşı da var. Katolik olan IRA, Protestanlara karşı da şiddetini uyguluyor. İngiltere 1920’lerde birden İrlanda’yı ikiye bölüp Kuzey İrlanda’yı Britanya’ya katıyor. İngiliz Ken Loach usta, Cannes’da “Altın Palmiye” 2006 yapımı “The Wind That Shakes the Barley-Özgürlük Rüzgârı” filminde Kuzey İrlanda’nın 1920’lerde Britanya’ya katılışını anlatmıştı. 1963 doğumlu İngiliz yönetmen James Marsh, 2008 yapımı “Man on Wire-Teldeki Adam” belgesiyle biliniyor.

    Bu yönetmen, “Gölgede Dans” filminde bir adım geriye çekilip soruna baksa da IRA’nın korkunç eylemlerini de gösteriyor. Yönetmenin bu filmini seyrederken IRA sorununun hâlâ bitmediğini anlıyorsunuz. IRA’nın silâhlı kanadı fikri sabit. Topraklarının istilâ edildikleri, kültürlerinin yok edilmesi konusunda haklı olabilirler. Ama şiddet dışında önerileri yok.

    (05 Ekim 2012)

    Ali Erden

    [email protected]

    2. Bodrum Türk Filmleri Haftası Başladı

    04 Ekim 2012 tarihine kadar sürecek olan 2. Bodrum Türk Filmleri Haftası, yönetmenliğini Hakan Kurşun’un yaptığı ve geçtiğimiz sezon vizyon gösteriminden çekilen Ayaz filminin Türkiye’de ilk defa yapılan sinema gösterimi ile başladı. Gösterim öncesi yapılan kokteyl ve söyleşide filmin yapımcısı Lütfi Kara, yönetmeni Hakan Kurşun ve Cinemarine Yönetim Kurulu Başkanı Cenk Sezgin film ve hafta ile ilgili açıklamalarda bulundular. Söyleşi ve gösterime katılanlar arasında Altın Koza’da büyük ilgi gören Cennetteki Çöplük filminin görüntü yönetmeni Bünyamin Seyrekbasan da vardı.

  • Hakan Kurşun röportajı için tıklayınız.
  • Hafta hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    2. Bodrum Türk Filmleri Haftası Başladı yazısına devam et
  • Lal Gece’ye Kopenhag’dan Ödül

    Reis Çelik’in yönettiği Lal Gece, Kopenhag’da düzenlenen Buster Film Festivali’nde Özel Mansiyon’a lâyık görüldü. Festival jürisi ödülü “Yarışmadaki diğer filmlerden çok farklı olan ve hakkında çok az bildiğimiz bir kültür tanımamızı sağlayan bu filmin birçok insan tarafından izlenmesini diliyoruz.” açıklamasıyla gerekçelendirdi. Daha önce de Berlin’de Kristal Ayı Ödülü’nü, Nürnberg’de En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Kadın Oyuncu Ödülleri’ni ve Würzburg’da En İyi Film ödülünü almış olan Lal Gece, Küçük yaşta evlendirilmeye zorlanan bir genç kızın dramını anlatıyor.

  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Hayatımın Kararı

    Nic Balthazar’ın yönettiği ve Koen De Graves, Ben Segers, Lotte Pinoy ile Felix Maesschalck’in oynadığı Hayatımın Kararı (Tot Altijd – Time Of My Life), 05 Ekim 2012’de M3 Film dağıtımıyla Codex Medya tarafından vizyona çıkarıldı.
    Gerçek bir olaydan yola çıkan film, Belçika’da ötenazinin yasalaşmasına neden olan olaylar zinciri üzerine kurulu. Gençliklerinden beri birlikte olan dört arkadaştan Mario’ya MS teşhisi konulması hepsinin hayatını alt üst eder. Bunun üzerine başarılı bir politikacı olma yolundaki Mario, ülkesinde ötenazinin yasalaşması için mücadeleye başlar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Diğer bağlantılara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Hayatımın Kararı yazısına devam et
  • Altın Portakal’ın Açılışı Ömür Gedik’le

    Sinema yazarı, müzisyen Ömür Gedik, 49. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin açılışında film şarkılarını seslendirecek. NTV’den canlı yayınlanacak olan gecede üç farklı kostümle sahne alacak olan Ömür Gedik, geçmişten bugüne yerli ve yabancı film müziklerini izleyicilerle buluşturacak. Her şarkı öncesinde ait olduğu filme dair küçük bilgiler verip, barkovizyonda o filmlerin görüntülerini paylaşacak olan Gedik’in programı üç ayrı bölümden oluşuyor. 6 kişilik bir orkestra ile sahneye çıkacak olan Gedik, gecenin tüm gelirini Hayvanları Çaresizlikten ve İlgisizlikten Koruma Derneği’ne (HAÇİKO) bağışlayacak.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Altın Portakal’ın Açılışı Ömür Gedik’le yazısına devam et
  • İstanbul Modern Sinema’da Güncel Hollanda Sinemasından Bir Seçki: Turuncu Günler

    İstanbul Modern Sinema, 04 – 21 Ekim 2012 tarihleri arasında Hollanda sinemasından bir seçki sunuyor. Hollanda ve Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin 400. yılı kutlamaları kapsamında gerçekleşen program beş farklı bölümden oluşuyor: Uzun Metrajlar, Kısa Metrajlar, Frank Scheffer Retrospektifi, Cinedans Filmleri ve Salon filmleri. Turuncu Günler’in bölümleri arasında, 8 uzun metraj film; animasyon ve belgesel türünde 20 kısa film; Cinedans Festivali ile ortak bir program ve SALON/Amsterdam’ın 20 filmlik seçkisi yer alıyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    İstanbul Modern Sinema’da Güncel Hollanda Sinemasından Bir Seçki: Turuncu Günler yazısına devam et
  • Macera Dolu Bir İstanbul’da

    Takip: İstanbul (Taken 2)
    Yönetmen: Olivier Megaton
    Senaryo: Luc Besson-Robert Mark Kamen
    Müzik: Nathaniel Méchaly
    Görüntü: Romain Lacourbas
    Oyuncular: Liam Neeson (Bryan), Maggie Grace (Kim), Famke Janssen (Lenore), Rade Serbedzija (Murat), Kevork Malikyan (Durmaz)
    Yapım: Fox-EuropaCorp (2012)

    Luc Besson, ilk filmde Paris’e başrolü vermişti. Şimdi sıra İstanbul’da. Fransız yönetmen Olivier Megaton’un “Takip: İstanbul” filmi, macera, aksiyon ve şiddet tarafıyla tam anlamıyla Teksas’a çeviriyor.

    Bu bir acının ve dizginlenemez öfkenin filmi. 2008 yapımı “Taken-96 Saat” filmini Pierre Morel yönetmişti. İlk filmde CIA’in saha ajanı Bryan Mills, kızı Kim’i kaçıran Arnavut insan kaçakçılarına karşı Paris’te kanlı mücadele verince, Olivier Megaton’un yönettiği 2012 yapımı “Taken 2-Takip: İstanbul” devam filminde Arnavut gangsterlerle bu defa İstanbul’da hesaplaşıyor. Başında Murat’ın olduğu Arnavut çete, kadın ticareti yapıyor. Murat, oğullarını öldüren Bryan’a acıyı yaşatmak istiyor. İçinde dindirilemez bir öfkenin intikamı var. Film, Arnavutluk’ta Müslüman mezarlığındaki cenaze töreniyle açılıyor. Şeyh dedikleri Murat, adamlarına Bryan’a kendisinin yaşadığı acıları yaşatması emrini veriyor. Çetenin, Bryan’ın İstanbul’a gideceğinden haberi var. Bryan, Los Angeles’ta İstanbul seyahat öncesi ayrıldığı eşi Lenore ve kızı Kim’le küçük sorunlarıyla uğraşırken bir yandan da İstanbul “tatilini” düşünüyor. Travmadan çıkmaya çalışan Kim, aşık bile olmuş kendi yaşlarındaki bir gence. Bryan, adres ve yön bulmada uzman bir CIA ajanı. Filmin derinliğinde bunun içinde yaşıyorsunuz. Asıl hikâye İstanbul’da başlıyor. Murat’ın başını çektiği Arnavut çete, İstanbul’da Tarlabaşı’na konuşlanıyor. Filmdeki kaçıp kovalamacalar Eminönü, Kapalıçarşı gibi mekânlarda. Bir de İstanbul’un güzelliğini yansıtan tarihi damlarda.

    İstanbul bir Teksas…

    Hemen şunu belirtelim: Bu filmi seyrederken yaşadığımız şehir İstanbul mu, dedik. Kaçıp kovalamacalardan yansıyan, İstanbul sokaklarında kara çarşaflı kadınlarla dolu. Başka giyimli kadınlar pek göze çarpmıyor. Sanki özenle seçilmiş bu fotoğraflar. Buranın İstanbul olduğunu bilmesek, Kahire veya Tahran olduğunu sanabiliriz. Kim, dar şortuyla tazı gibi damlarda koşarken batılı kızların böyle atik ve güzel olduğu vurgulanıyor sanki. Film, Türklere ve kültürlerine saygı göstereyim derken cahilliklere kurban gitmiş. Batıda bu filmi görenler ülkemizin laik değil de dini yasalarla yönetilen bir ülke olduğunu düşünecek elbette. Ulu orta atılan el bombaları ve ortalığa savrulan kurşunlar da buranın Beyrut’un şiddet kardeşi olduğunu düşünecek. Türkiye, tipik bir Ortadoğu ülkesi gibi. İstanbul, vahşi batıdan bir Teksas sanki. Polis nerede derseniz, onlar külüstür arabalarıyla bir takibi bile beceremiyorlar. Filmde ezan sesleri de duyuluyor. Kültürlerötesi bu şehirde tüm inanışlara yer var.

    Ünlü yönetmen, senaryo yazarı ve yapımcı Luc Besson, Fransa’da göçmenlere sıcak bakan yüreği şefkatli biri. Avrupalılar, herhalde bu filmde gördüklerine gülüp geçecekler, ama ya Amerikalılar? Onlardan emin değiliz. Özellikle de 11 Eylül’den sonra. İslamofobi diye bir şey var. Filmdeki bazı içerikleri bir tarafa bıraktığımızda ortada nefes kesen bir gerilim aksiyon var. Tarihi yarımadadaki sahneler görsel anlamda da çarpıcı. Kapalı Çarşı ve Mısır Çarşısı’ndaki kaçıp kovalamacalar, damların üzerinde panoramik yansıyan İstanbul, daha sonra bu filmi arşivine katacaklara için ileride muazzam bir görsel belge olacak. Lenore ve Bryan’ın esaret altında tutuldukları mahzenle, kanlı final bölümündeki Türk hamamı filme çok şey katmış. Kim’in, Arnavut çetesinden saklandığı oteldeki anlar da gerilim anlamında nefes kesiyor. 1965 doğumlu Fransız yönetmen Megaton, 2008 yapımı “Transporter 3-Taşıyıcı 3” ve 2011 yapımı “Colombiana-Kolombiyalı: İntikam Meleği” filmleriyle biliniyor. Yönetmenin adını ilginç bulanlar olabilir. Yönetmen, Fontana olan soyadını değştirmiş ve sanat yaşamında Megaton’u kullanıyor. Nedeniyse, Hiroşima’ya atılan atom bombası yüzünden. Yönetmen doğduğunda bu trajedinin yirminci yıldönümüymüş. Megaton’un aksiyon duygusunun, önceki filmlerini düşündüğünüzde akıcılığından bir şey kaybetmediğini görüyorsunuz bu sinemaskop çekilmiş filminde de. Bu filmde bir şeyi hiç anlamadık. Arnavutlar neden İngilizce konuşuyordu? Filmde, İngilizce ve Türkçe kelimeler duyulurken, fonda Türkçe şarkılar da kulağa geliyor. Sabahat Akkiraz’ın “Boşumuş” türküsü de bolca duyuluyor. Filmde duyulan müziklerin iyi olduğunu da belirtelim. Müzisyen Nathaniel Méchaly’yi keşfetmeli.

    (05 Ekim 2012)

    Ali Erden

    [email protected]