Ben, şahsen, bizzat, kendim, maddi ve manevi kazancımı düşünen bir profesyonel festival düzenleyicisi olsam, alırım elimin altına daha önce organizasyonunu üstlendiğim festival dosyalarını, gider önümdeki zaman diliminde yapılması muhtemel ne kadar festival varsa kapılarını çalarım. Efendim derim, bendeniz bu, şu, o, filân, falan festivalleri düzenledim, sizin festivalinizin organizasyonuna, düzenlenmesine, koordine edilmesine vs. talibim derim. Ola ki o festival “iş”i bana vermedi, bu sefer giderim ona rakip olabilecek başka bir festivalin yönetimine onlara teklifte bulunurum. Organizeyi kaptığım zaman başlarım festivale iştirak etmesi olası kuruluşları ziyarete. Kapalı kapılar önünde olsun, kapalı kapılar arkasında olsun toplantılar yaparım, vaatlerde bulunurum, biz şöyle yapacağız, biz böyle yapacağız, o festivale fark atacağız vs. vs. Ondan sonra dönerim medyaya göndereceğim haberlere, başlarım diğer festivalle aramızda rekabet varmış gibi davranmaya, ortalığı bir güzel karıştırırım. Onlarda dayanamazlar, istemeden de olsa rekabetin diğer tarafı gibi demeçler vs. verirler. Medyada başlar her iki festivali artı ve eksileriyle yarıştırmaya. Hatta o kadar ki alemde festivalin birisini metheden ve öne çıkarmaya çalışan medya mensupları hakkında “Acaba festivalden para mı aldı” şeklinde şayialar bile dolaşmaya başlar. Velhasıl bu yazdıklarım bir faraziye olduğundan gerçekle bir âlâkası yoktur, zaten başlarken de “Ben olsam…” diye sallamıştım.
Bulunduğumuz günlerden benzer bir olay Adana Altın Koza Film Festivali ile Antalya Altın Portakal Film Festivali arasında yaşanıyor. Bu yıl birbirleriyle rekabet ediyor gibi yansıtılmasından şahsen bir sinemasever olarak fevkâlâde rahatsız oluyorum. Adana Altın Koza Film Festivali, her ne kadar ara verip bir müddet sinemaya uzak kalsa da iki festival ülkemizin en köklü festivalleri. Yurtdışında herhangi bir yerde herhangi bir sohbette sinemacılık ve filmcilik konuşurken Türkiye’de Antalya Altın Portakal Film Festivali adındaki festivalin 49 yıldır kesintisiz düzenlendiğinden bahsedilse yabancılar durup düşünür, inan olsun gözlerinde ülkemizin değeri daha da yükselir. Yarım asırdır festival düzenlemek öyle herkesin başarabileceği bir iş olmasa gerektir. Doğrusu her iki festivalin rekabet bir yana, birbirine destek olması ve omuz vermesidir. Hatta dün gibi hatırlıyorum, Adana Altın Koza Film Festivali’nin yeniden düzenlenmeye başlandığı 2005 yılında Antalya Altın Portakal Film Festivali kortej düzenlemesi için Adana’ya kendi kortej jiplerini göndermişti. Adana Altın Koza Film Festivali de birkaç sene sonra Antalya’ya yardım edebilir. Baksanıza Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın’ın açıklamalarına göre, sağolsun iki gözümüzün nuru, başımızın tacı, bugünkü iktidarımızın sahibi parti Antalya Büyükşehir Belediyesi’ni rakip partiye kaptırdıktan sonra her geçen yıl festival desteğini düşürdükçe düşürüyormuş.
Hayatın İçinden 1
Mustafa Sarıgül, asfalt döşeli Şişli sokaklarını yenilemeyi sürdürüyor. Yol kısmındaki asfaltlar sökülüp küçük kare taşlarla desenli bir şekilde döşendi. İlk günlerde taş döşeli sokağımızda yürümek zevkliydi, ancak günler geçtikçe bizim taş döşeli sokağımız oldu mu sana “izmaritli taş döşeli sokak”. Çünkü sokağa atılan izmaritler taşların arasında kalıyor, yağmur yağsa bile bazıları yerinde sabit kalıyor. Sokağa çıktığımda, yollara sigara izmariti atan vatandaşlara giydiriyorum, saydırıyorum, aklıma ne gelirse söylüyorum. O nedenle sokağa sigara izmariti atmak yasaklanmalı diyorum. Şişli sokaklarının yenilenmesinde rahatsız olduğum bir durum ise kaldırımların çakma kaldırım olarak yapılması. Daha önceki kaldırımlar parke taş döşeliydi. Yenilendikten sonra komple beton döktüler, baskı kalıpla parke taş görüntüsü verdiler. Bir müddet sonra yol tarafındaki tuğla görünümlerini kırmızı boya ile boyadılar. Beyoğlu ilçesinde Cihangir civarında da rastladığım bu kaldırımlara “çakma kaldırım” adını vermiş oldum.
Hayatın İçinden 2
İnsan hakları, hayvan hakları, kadın hakları, vs. hakları gibi doğa hakları, ağaç hakları, hatta yol hakları, duvar hakları, vs.de olmalı. Beyoğlu’nda film seyrinden, geziden, vs. gelirken iş yerimin olduğu binaya Sıraselviler Caddesi’nden Kazancı yokuşuna girerek ulaşırım. Az aşağıda Kazancı Ali Ağa Camii vardır. Caminin karşısında, içinde eski Maksim Gazinosu’nun olduğu büyük otoparkta şu sıralarda devasa bir hafriyat sürüyor. Edindiğim bilgiye göre buraya da AVM yapılacakmış. Geçen gün durdum caminin yanında, şöyle bir baktım. Yörede korkunç bir çıplaklık var. Hafriyat başladığında otoparkın kenarındaki oldukça büyük ağaçlar duruyordu. İstanbul dışında olduğum 15-20 gün içinde hafriyat sürerken o güzelim ağaçları kesmişler, yöre tabiri caizse çöle dönmüş. Araziyi AVM yapmak için satın alan vatandaş büyük ihtimalle 1-2 yıldır kâğıt üzerinde orasının sahibi görünüyordur. Oysa gerçek sahibi ağaçlar, ben diyeyim 40 senedir, sen diyesin 50 senedir oradaydılar. Keza bakıyorsun senelerce geçtiğin yolun kenarındaki duvarı bir gün geliyor, yıkıveriyorlar. Hâlbuki o yolun kenarının sahibi o duvardır. O nedenle acilen “ağaç hakları”, “doğa hakları”, “dağ hakları”, “ova hakları” vs. düzene kavuşturulmalı. Taksim’in yayalaştırılması çalışmalarına başlanmış, yarın öbür gün Cumhuriyet Caddesi’nin ve Gümüşsuyu Caddesi’nin Taksim’e kavuştuğu bölümlerin orta kısımlarındaki güzelim ağaçları da keserler. Dilerim ağaçları kestiğiniz hızarların sesleri ömür boyu kulaklarınızdan silinmez.
(07 Eylül 2012)
Sadi Çilingir