Ayvalık Uluslararası Film Festivali Sona Erdi

21 Haziran Perşembe günü başlayan Ayvalık Uluslararası Film Festivali dün akşam Sanat Fabrikası’nda yapılan kapanış ve ödül töreniyle sona erdi. Mehmet Bahadır Er, Maryna Gorbach, Zafer Kırşan, Sadi Çilingir ve Tayfun Çetindağ’dan oluşan Ulusal Kısa Film Yarışma Jürisi’nin kararına göre Orhan İnce’nin yönettiği Ali Ata Bak En İyi Kısa Film Ödülü’nü kazandı. Diğer festivallerden farklı yapılan uygulamaya göre En İyi Yönetmen Ödülü Dönüşü Olmayan Yolculuk: Son Durak Frankfurt Havaalanı, Senaryo ve Oyuncu Ödülü Ekmeğim, Görüntü ve Kurgu Ödülü Bisiklet’e, Özel Ödül ise Toros Canavarı’na verildi.

  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Ödül listesi ve yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Ayvalık Uluslararası Film Festivali Sona Erdi yazısına devam et
  • Soner Yalçın’ın Menekşe’den Önce Adlı Belgeseli Gösteriliyor

    Gazeteci Soner Yalçın’ın yönettiği, müzikleri Fazıl Say tarafından yapılan Menekşe’den Önce adlı belgesel 02 Temmuz 2012 Pazartesi günü saat 19:30’da “Uğur Mumcu Caddesi, No: 8, Akatlar, Beşiktaş, İstanbul” adresindeki MKM’de gösteriliyor. Project Film yapımı olan Menekşe’den Önce, adlı belgesel 20 yıl önce Sivas’ta yaşanan insanlık suçunu Soner Yalçın’ın gözünden beyazperdeye aktarıyor.

  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Köprüdekiler’in ABD Prömiyeri MoMA’da Yapıldı

    Aslı Özge’nin ödüllü filmi Köprüdekiler, New York Modern Sanatlar Müzesi’nde (MoMA) gösterime girdi. Filmin 20 Haziran Çarsamba gecesi yapılan ilk gösteriminde yönetmen Aslı Özge ve görüntü yönetmeni Emre Erkmen hazır bulundu. New York seyircisinin büyük ilgi gösterdiği gösterimin ardından yapılan söyleşi, MoMA Film Bölümü Başkanı Laurence Kardish’in moderatörlüğünde yapıldı. Film bir hafta boyunca Roy ve Niuta Titus Sinemaları’nda izleyicilerle buluşacak. Köprüdekiler’in yönetmeni Aslı Özge, Nisan ayında çekimleri tamamlanan Kadın ve Erkek filminin kurgusu üzerinde çalışıyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Erik Zamanı, Festival Turuna Montreal, Palm Springs, Rhode Island ve New York Film Festivalleri ile Devam Ediyor

    Sezen Kayhan’ın yönettiği ilk kısa film olan Erik Zamanı, Kuzey Amerika’nın 4 büyük festivalinden daha davet aldı. 19 – 25 Haziran tarihleri arasında Palm Springs International Short Fest’de yarışan film, 09 – 14 Ağustos’ta Rhode Island ve 10 – 15 Ağustos’ta New York City International Film Festival’ın yarışma bölümlerinde yer alacak. Erik Zamanı, Eylül ayında Montreal The World Film Festival’ın Dünya Sineması seçkisinde gösterildikten sonra, yine Eylül ayında İtalya’da düzenlenen Salento International Film Festival’ın kadın yönetmenlere ayrılan kısa film bölümünde yarışacak.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Diğer bağlantılara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Erik Zamanı, Festival Turuna Montreal, Palm Springs, Rhode Island ve New York Film Festivalleri ile Devam Ediyor yazısına devam et
  • Bir Yaz Hatırası

    sadibey.com editörü Sadi Çilingir, geçtiğimiz Haziran ayının son günlerinde ilk kez düzenlenen Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nin Ulusal Kısa Film Yarışması jürisinde görev yaptıktan sonra İstanbul’a döndüğünde kardeş web sitesi tersninja.com kendisiyle festival ve basın sponsorlukları hakkında bir röportaj yaptı. Röportajı aşağıda okuyabilirsiniz:

    Sadi Çilingir: sadibey.com Festivallerin Basın Sponsorluklarından Çekilebilir!

    sadibey.com’un yaratıcısı, editörü, yazarı, işçisi, kısacası her şeyi olan sinema yazarı Sadi Çilingir ile Ayvalık Film Festivali’nde beraberdik. Ters Ninja gibi sadibey.com’da festivalin medya sponsorlarından biriydi. Buna ilâveten Sadi Çilingir de bizim gibi festivalden memnun ayrılan çoğunluğa mensuptu. Biraz bu memnuniyetin bir kez daha ortaya konması, biraz da sinema bloglarının festivallerle ilişkilerini değerlendirmek adına kendisine bazı sorular yönelttik.

    Ayvalık Film Festivali’nden yeni döndünüz, nasıl bir festivaldi sizce?

    Ayvalık Uluslararası Film Festivali, konuklardan çoğunun ifade ettiği ve benimde aynı kanaatte olduğum gibi çok samimi ve sıcak ilişkilerin olduğu bir festival olarak anılarımızda yerini aldı. O kadarki gördüğümüz samimiyet, festivaldeki bazı küçük aksaklıkları hoş görmemize neden oldu. Neticede festivali gerçekleştirenler yöreden öğretmenler ve İstanbul’da sinema okuyan öğrenciler. Konuya yeni yeni ısınıyorlar ve amatörce gayret gösteriyorlar.

    Siz aynı zamanda kısa film yarışmasında jüriydiniz. Finale kalan filmlerin kalitesi oldukça yüksekti gördüğümüz kadarıyla. Jüri olarak zorlandınız mı?

    Finalde yarışan tüm filmlerin hepsi birbirinden güzeldi. Jüri olarak önce hepimiz seçimlerimizi yaptık. Tartışmalar sonrasında hemen herkes ikna olduğu için bir – iki dalda kararımızı değiştirdik ve nihai neticeler ortaya çıktı. Çok adil bir değerlendirme oldu.

    [Mehmet Bahadır Er, Maryna Gorbach, Zafer Kırşan, Sadi Çilingir ve Tayfun Çetindağ’dan oluşan Ulusal Kısa Film Yarışma Jürisi, Orhan İnce’nin yönettiği “Ali Ata Bak”ı En İyi Kısa Film Ödülü’ne değer gördü. Festival’de En İyi Yönetmen Ödülü ise “Dönüşü Olmayan Yolculuk: Son Durak Frankfurt Havaalanı” ile Güçlü Yaman’a verildi.]

    Festival konusunda olumsuz görüşler de var. Haklılık payı buluyor musunuz siz bu eleştirilerde?

    Eleştirileri duydum ve okudum. Festivalleri, gelen konuklara veya basın mensuplarına nasıl ilgi gösterildiği veya gösterilmediği şeklinde değerlendirmemek gerektiğini düşünüyorum. Neticede bu konular kişisel faaliyetlerle ilgili. Festivaller, gösterilen filmlerin kalitesi, gösterim şartları gibi sinemasal ve filmsel kriterler baz alınarak incelenmeli. Ayrıca festivallerin basın mensuplarının ulaşım ve konaklama masraflarını karşılamak gibi bir zorunlulukları olduğunu da sanmıyorum. Yurt dışındaki birçok festivalde masraflarınızı kendiniz karşılasanız bile ayrıca festivale akredite olmanız ve kabul edilmeniz gerekiyor.

    Son yıllarda film festivallerinin sayısı arttı. Siz nasıl karşılıyorsunuz bu gelişmeyi?

    Evet, tespitinize aynen katılıyorum. Kısa olsun, uzun metraj olsun aşırı şekilde film festivali düzenleniyor. Tabiri caizse film festivali enflasyonu var. Çok zaman birkaç festival aynı zaman aralığına rastlıyor. Çoğuna Kültür Bakanlığı destek veriyor. Bakanlığın, verdiği desteğin doğru kullanılıp kullanılmadığını ve sinema sanatına ne kadar katkı verdiğini takip etmesi gerekir. Bir Türkiye Festivaller Takvimi düzenlenmeli.

    sadibey.com festivallerin vazgeçilmez bir medya sponsoru. Son yıllarda festivaller blog sponsorlarının sayısını artırdılar. İnternet yayıncılığı artık daha fazla kabul görüyor. Bu durum sadibey.com’u nasıl etkiliyor?

    “Vazgeçilmez bir medya sponsoru” ifadenizi iltifat olarak kabul ediyorum. “Film festivali medya sponsorluklarında akla ilk gelen web sitelerinden” diyebiliriz. Festivallerin blog sponsorlarının sayısını arttırdığı şeklindeki ifadenizi ise eksik buluyorum. Çünkü blogların çoğuna festivaller sponsorluk teklif etmiyor, bloglar festivallere sponsor olmayı teklif ediyor. Sinema sektörü, festivaller ve sinema basını mensupları yıllardır birbirlerini tanıyor. Bir bakıyorsunuz bir arkadaş blog kuruyor, 1-2 ay sonra festivalin birine medya sponsoru olmak için başvuruyor. Festival yetkilileri blog sahibini yıllardır tanıdığından kıramıyor, basın sponsoru yapıyor. Bu durumun sadibey.com’u etkilemesi meselesine gelince, mutlaka etkileyecek ama bu etkileme sadibey.com’un basın sponsorluklarından çekilmesi şeklinde olacak gibime geliyor. Neden derseniz, biz şimdiye kadar 26 ayrı festivale basın sponsoru olduk, ki içlerinde İstanbul, Antalya, Adana, Ankara Film Festivalleri var. Hepsi bize sponsorluk teklif etti, biz sadece birisine teklifte bulunduk. sadibey.com 7 senelik mazisi olan bir blog, sadece son 2 senedir sponsor olmaya başladı. Zamanımızda, bakıyorum, 4-5 ay (1-2 ay bile denebilir) önce faaliyete geçmiş blog veya web sitesi festivallerde basın sponsoru olarak alfabetik logo sıralamasında önümüze geçiyor. O nedenle basın sponsorluklarından çekilmeyi düşünmeye başladım. Veya internet ortamında teklif ettikleri ilk 5 içindeysek kabul etmeyi düşünüyorum. Veya yeni başlayan blogların da şevkini kırmamak bakımından 2 tür medya sponsorluğu olabilir. Mesela yıllanmış blog ve web siteleri Bölüm Sponsorları, mazisi birkaç yıllık olanlar Genel Sponsorlar adı altında belirtilebilir.

    Bazı bloglar sinema dergilerinden daha çok okunuyor, daha çok takip ediliyor ama hâlâ ilân ya da başka şekillerde bir gelir elde edemiyorlar. Siz de, biz de bu bloglara dahiliz. Ne düşünüyorsunuz, geleceğe yönelik bu konuda ümitleriniz var mı?

    Blogların ilân ve gelir elde etme konusunda fevkalâde karamsarım. Reklâm konusunda konuştuğum, merkezi yurtdışında olan bir film şirketi yetkilisi bizim okurlarımızın sinemanın kemikleşmiş izleyicileri, dolayısıyla kazanılmış kitle olduğunu, bu nedenle bizlere verilecek reklâmın film şirketlerine artı bir getirisi olmayacağını belirtmişti. O nedenle sadibey.com olarak biz gelirden vazgeçtik, amiyane tabirle cepten yiyoruz. Neyse ki web sitesi sebebiyle, tutkunu olduğumuz sanatın ürünlerini herkesten önce seyretme imkânına sahip oluyoruz, o da bize yetiyor. Ayrıca film festivalleri bizleri konuk ederek, bir şekilde verdiğimiz emeğin karşılığını barter, yani hizmet takası şeklinde vererek dengeyi sağlıyor. Blog ve web sitelerinin takip edilme ve okunma açısından basılı gazete ve dergilerin önüne geçtiğine inanıyorum. Çünkü basılı aylık dergiyi birkaç gün yanınızda bulunduruyorsunuz, oysa blogların içeriğine cep telefonunuzdan bile ulaşma imkânınız var, hemde yıllar öncesi yazılan yazıları ve haberleri anında okuma imkânına sahipsiniz. Görüşlerimi belirtmeme vesile olduğunuz için teşekkür ederim.

    (Bu röportaj http://www.tersninja.com’da 29 Haziran 2012 tarihinde yayınlanmıştır.)

    (02 Temmuz 2012)

    Landlord / Sadi Çilingir

    Bir Kitap, Bir Eleştiri

    Nijat Özön (1927 – 2010) 1968 yılında Türk Sineması Kronolojisi: 1895 – 1966 (Bilgi Yayınevi) isimli kitabını yayınladı. Bu yazarın 1962 yayınlanan Türk Sinema Tarihi (Dünden Bugüne: 1896 – 1960) kitabından sonra sinemamız üzerine yayınladığı kitap idi. Nezih Coş (1950? – 1984), bu kitap üzerine Ulusal Sinema Dergisi’nde (sayı: 3 / 4 – 1968) 5 sayfalık bir eleştiri yazısı yazdı. [Nijat Özön: Sinemamız (ve tarihi) üzerine yazılar, araştırmalar yapan bir yazarımız. / Nezih Coş: Erken yaşta yitirdiğimiz, sinema yazarı (ve eleştirmeni) / Ulusal Sinema: Türk Film Arşivi’nin yayını. Birinci sayısı “Özgür Sinema” adı ile sonraki 2 ve 3 / 4 sayıları ise “Ulusal Sinema” adı ile yayınlanmıştır. Türk Film Arşivi, şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema – Televizyon Bölümü’nün geçirdiği aşamalardaki duraklarından biridir.]

    Nezih Coş, yazısında önce kitabı bölümler halinde ele alıp, bölümlerin içerikleri hakkında bilgi verdikten sonra, kitabı (Türk Sineması Kronolojisi) bir ara kitap olarak niteliyor. Bu yargısında haklıdır. Özön, 1962’de yayınlanan -o zaman için bir ilk olan- Türk Sinema Tarihi’nde, sinemamızın başlangıç yıllarına kısaca değindikten sonra 1960 yılına kadar olan süreyi -bir kitap kapsamında ele alınabilecek kadar- incelemektedir. Aslında, sonraki dönemin -60 sonrası dönemin- yeni kitaplarda ele alınması gerekirken, Özön bu konuda bir çalışma yapmamış, yine de önemini korumakta olan kitabının sonraki yıllarda tıpkı basımları ile yetinmiştir.

    Sinemamız tarihi konusunda Özön’den sonra Mustafa Gökmen “Türk Sinema Tarihi”ni yayınlamıştır. Tamamen farklı ve çok kendini has bir yöntemle yazılan kitap, sinemamızın başlangıç günlerinden 1950 yılına kadar olan dönemi kapsamaktadır. Kendisi ile yaptığımız görüşmelerde Gökmen, 1950 yılından sonraki dönemin kendisini -kitap çalışması yapacak kadar- ilgilendirmediğini söylemiştir. Kitabı, yine de bu dönem için enteresan bilgileri içeren bir çalışmadır.

    Tekrar makaleye dönersek, Coş, Özön’ün başlangıç yıllarında, o yıl içinde çevrilen filmlerin tamamını ele aldığına değinirken sonraki yıllarda, incelenen yıl için verilen film sayısı ile o yıl içinde zikredilen film sayısının tutmadığına değinmektedir. Özön, her yıl için çevrilen film sayısını verdikten sonra, o yılın önemli filmlerini yönetmen belirterek saymaktadır. O yıl içinde çeşitli özellik (“eğilimler ve özellikler”) arz eden filmler yine yönetmenleri belirterek tekrar saymaktadır. O yıl ağırlık taşıyan veya yeni başlayan “oyuncular”ı saydıktan sonra bir kısım oyuncuların oynadıkları filmleri zikretmektedir. Sonra da “sinema olayları” başlığı altında yurt içinde olan “olaylar”ı belirterek, yurt içinde yapılan festivallere (o yıllarda yeni başlamaktadır) yer verdikten sonra, yurt dışında yapılan festivallere katılan filmleri sıralamaktadır (o yıllarda bunlarda hayli az ve sınırlı sayıdadır).

    Sinema ile ilgili olarak belirtilen yılda yurt dışında çekilen önemli yabancı filmleri de ülke de belirterek kıyaslama (?) olanağı hazırlamaktadır. Fakat bu kategoriler içinde sayılan filmler sıralandığında, o yıl için çevrildiği belirtilen film sayısına ulaşmamaktadır. Coş, arada belirtilmeyen filmlerin, belirtilmemesini anlayamamıştır, bunda da son derece haklıdır. Yıllara göre çekilen film sayısı belirtildikten sonra, o yıl için çekilen film sayısından daha az sayıda filmin adının belirtilmesi, kitap için bir eksikliktir. Belirttiğimiz gibi, Coş bu yargısında haklıdır. Ayrıca Coş’un değinmediği bazı bilgi hataları da içermektedir, Özön’ün kitabı. 1949 yılında çekilen Fedakâr Ana filminin yönetmeni olarak Cahide Sonku gösterilmektedir, oysa filmi Seyfi Havaeri yönetmiştir. Cahide Sonku filmin oyuncularındandır ve filmi çekim sırasında (veya sonrasında) yapımcısına ortak olmuş ve filmin jeneriğine de yönetmen olarak kendi adını yazmıştır. Bu yüzden Havaeri ile mahkemelik olmuşlardır. 1955 yılı yapımı Kara Vadi isimli filmin yönetmeni olarak Necati Çakın adı verilmektedir ki sinemamızda bu isimde bir yönetmen yoktur, doğru isim Mehmet Kemal Necati Çakuş’tur. Çakuş, o günlerde Gani Turanlı’nın kayınpederidir ve Kara Vadi de, Turanlı’nın görüntü yönetmenliğine başlamadan önceki yapımcılık (Üniversal Film) dönemine ait bir filmdir. Filmden beklenen kâr elde edilemeyince And Film’e satılacaktır, Turanlı’nın yapımcılığı da sona erecektir. Özön, yine 1955 yılı yapımı Ebediyete Kadar filminin yönetmeni olarak, yapımcısı Yukavim (!) Filmeridis’in adını vermektedir ki, filmin yönetmeni Turgut Etingü’dür. Benzer hatalar daha var…

    Coş, bunlara değinmiyor, yalnızca yıllara göre filmlerin sayı olarak verilmesindeki yöntemi hedefliyor. Burada belirtilmesi gereken bir başka nokta da kitabın kapsadığı yıllara ait verilen filmlerin yapım yıllarına ilişkindir. O yıllara ait üç farklı kitapta (Nijat Özön – Türk Filmleri Kronolojisi / Agâh Özgüç – Türk Filmleri Sözlüğü / Giovanni Scognamillo6 Yönetmen) bazı filmlerin yapım yılları bir iki yıl farklılık içerecek şekilde verilmektedir. Bu konuda yıllar önce bir çalışma yapmış ve yayınlanmak üzere Ve Sinema Dergisi’ne vermiştim, 10. sayıda çıkacaktı, fakat -ülkemizde sinema dergilerinin başına her zaman gelen şey oldu ve- 10. sayı hiç bir zaman çıkamadı. Filmlerin yapım yıllarının (aslında bu da başlı başına bir yöntem sorunudur, yapım yılı mı?, gösterime çıkış yılı mı?) doğru olarak gösterileceği bir kaynak mutlaka çıkacaktır. (Memduh Ün’ün Bir Serseri filminin yapım yılı kaynaklarda 1960 olarak verilmektedir, filmin başrolünü Talat Artemel oynamaktadır. Artemel, Seden’in 1957 yılında çektiği Bir Avuç Toprak filminin setinde geçirdiği kalp kriziyle yaşamını kaybetmiştir. Peki, Ün’ün filmi Bir Serseri, üç yıl sonra nasıl oynar.)

    Bu yazıda ne Özön, ne de Coş herhangi bir şekilde hedefimiz değildir. Yıllar önce okunan (Coş’un) yazısının unutulmaması (değişik şekilde hatırlanır olsada) nedeni ile tekrar okunması ve her zaman elimizin altındaki Özön’ün kitabı -sonuçta bir noktada buluşunca- bir araya gelince, yazmak gereğini duyduk. Bu vesile ile yakında yitirdiğimiz Özön ile uzak bir geçmişte kalan (ve her zaman genç kalacak olan) Coş’u hatırlamamıza vesile olduğu için de, bize yazma gayreti verdi. Her ikisinin de ellerine sağlık.

    (01 Temmuz 2012)

    Orhan Ünser

    Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde Suna Selen, Feyzi Tuna, Hayri Çölaşan, Sadi Çilingir Söyleşisi Söyleşisi

    Ayvalık Uluslararası Film Festivali gösterimler ve çeşitli etkinliklerle sürüyor. Sanat Fabrikası’nda yapılan söyleşiye TRT kameramanı Hayri Çölaşan, festivalin onur konukları, oyuncu Suna Selen, yönetmen Feyzi Tuna ve sinema yazarı Sadi Çilingir katıldı. Hayri Çölaşan, festivalde yarışan belgesellerin son 3 yılda ülkemizde çekilen en iyi belgeseller olduğunu belirtti. Günün diğer söyleşisinde Suna Selen oyunculuk deneyimlerini, Feyzi Tuna sinemaya başlama sebebinin 13 yaşında Baha Gelenbevi’nin yönettiği Boş Beşik filminin setini görmesi olduğunu, Sadi Çilingir ise sinema tutkusunu anlattı.

  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde Suna Selen, Feyzi Tuna, Hayri Çölaşan, Sadi Çilingir Söyleşisi Söyleşisi yazısına devam et
  • Çanakkale 1915

    Yeşim Sezgin’in yönettiği ve Şevket Çoruh, Barış Çakmak, Serkan Acar ile Rıza Akın’ın oynadığı Çanakkale 1915, 18 Ekim 2012’de Tiglon Film dağıtımıyla Fida Film – Örümcek Yapım tarafından vizyona çıkarıldı.
    Balkan Savaşı’nda hezimete uğrayan bir milletin dirilişinin hikâyesi. Rusya’ya yardım etmek ve İstanbul’u işgâl etmek amacıyla Çanakkale’ye tarihin gördüğü en büyük donanmalardan biriyle saldıran Müttefik Kuvvetler’in hiç bir silâhın yurt sevgisinden daha güçlü olmadığını anladıkları, bir çok isimsiz kahramanın destansı hikâyeleriyle ulaşılan zaferin öyküsü.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman: 1 / 2
  • IMDb
  • Diğer haber ve bağlantılara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Çanakkale 1915 yazısına devam et
  • Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde Meltem Parlak, Zafer Kırşan, Volkan Severcan Söyleşisi

    Ayvalık Uluslararası Film Festivali gösterimler ve çeşitli etkinliklerle sürüyor. Sanat Fabrikası’nda yapılan gösterimler sonrasında Sarımsaklı – Atatürk Bulvarı Festival Alanı’nda yapılan söyleşiye Çocuklar Duymasın TV dizisinin sevilen oyuncusu Volkan Severcan, Serdar Akar’ın yönettiği Barda filminin oyuncularından Meltem Parlak ile Bu Son Olsun ve Eylül filmlerinden tanıdığımız oyuncu Zafer Kırşan katıldı. Volkan Severcan’ın seslendirme konusunda özel bilgiler de verdiği söyleşide Küçükköy Belediye Başkan Vekili M. Murat Akıner sanatçıları Sarımsaklı’da görmekten çok mutlu olduklarını söyledi.

  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde Meltem Parlak, Zafer Kırşan, Volkan Severcan Söyleşisi yazısına devam et
  • Bu Dans Senin

    Sarah_Polley’in yönettiği ve Michelle Williams, Seth Rogen, Luke Kirby ile Sarah Silverman’ın oynadığı Bu Dans Senin (Take Thes Waltz), 06 Temmuz 2012’de Pinema Film dağıtımıyla Mars Entertainment Group tarafından vizyona çıkarıldı.
    Lou ile mutlu bir evliliğe sahip olan Margot, Daniel ile tanışınca, aralarında karşı konulamaz bir çekim olur. Daniel ile komşu olduklarından, yaz günlerini beraber geçirirler. Bu kaçamaklar, evlilik konusunda Margot’nun kafasının karışmasına sebep olur, onu içinden çıkılmaz bir ikilem içinde bırakır.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • sadibey.com yazarlarının eleştirileri ve diğer bağlantılara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Bu Dans Senin yazısına devam et
  • Türkiye Film Festivallerinin Geleceği

    Belgesel kategorisi jüri üyesi olarak başından sonuna katıldığım ve seyretmediğim kısa filmleri seyrettiğim, Ayvalık Uluslararası Film Festivali sırasında, ülkemizdeki Kısa Film Festivallerinin geleceğini düşündük, masaya yatırdık da diyebilirim. Sadi Çilingir (sadibey.com) ve Ege Görgün (tersninja.com) kısa film festivallerinin ödül dağıtım stratejileri konusunda beyin jimnastiği yaptık.

    Festival sayısı, niteliği konusuna girmeyeceğim, ben daha çok katılan filmlerle ve yönetmenlerle ilgileniyorum. Şu an ülkemizde kısa film türlerinin ve belgesellerin katılabileceği 180 civarında festival bulunmakta. Bu festivallerin % 90 kadarı 2-3 yıllık filmleri de kabul ediyor. Yani bir film 2 yıl sonra da festivale katılabiliyor. Bu festivallere katılan başarılı filmlerin ödül sayıları da bu süreç içinde 15-20’lere ulaşabiliyor. Bu durum yönetmen ve film adına sevindirici olsa da festival ve jüri üyeleri için olumsuzluklar da yaratabiliyor.

    Öyle ya, başarılı bol ödüllü bir film jüri için risk oluşturuyor. Ödül versen bir türlü, vermesen bir türlü. Jüri için baskı oluşturuyor. Çok ödüllü film için yönetmen doğal olarak ödül bekliyor. Yönetmenler jüri kararına saygı duyabilir ki genelde böyle oluyor veya ödül vermesen demezler mi? “Nasıl bir karar bu, jüri adam kayırdı, yanlı davrandı, iyi filmden anlamıyor, torpil işledi” ve daha neler düşünebilir. Söylemese bile düşünebilir. Seyirci de düşünebilir. Oysa her iyi filmin her festivalde ödül almadığı bütün sinemacılar tarafından bilinmekte ve gözlemlenmektedir. Jürinin seçimine güvenilmektedir.

    Ayvalık Uluslararası Film Festivali sonrasında, ”Türkiye’de neden herkes festival yapamaz? İşte cevabı!” isimli makalesinde sinema yazarı Murat Tolga Şen, ”Kısa film seçkisi başarılı, ancak yine eskimiş… İki yıldır hep aynı filmleri görmekten inanın sıkıldım. Türk sineması, kısa filmciler harıl harıl çalışırken bu kadar ‘izlenmiş’ eserleri ‘kocaman bir seçki yaptık’ diye programa sokmak marifet değil.” şeklinde görüş bildirdi.

    Bu bütün festivaller için geçerli. Festivallere katılan, ön eleme jürisinin önüne gelen film sayısı 600’lere ulaşabiliyor. Bu kadar filmi ön eleme jürisinin en iyi 10 filme indirerek asıl jüriye bildirmesi gerekiyor. Bu ne kadar adil olabilir? Çok zor ve sorumluluk istiyor. Ön jürinin işini zorlaştırıyor.

    Festivallerin önlem alması gerekiyor…

    Bu kadar çok film çekilmesi sevindirici, müthiş bir haber bu, hem sinemamız adına hem de yönetmenler adına. Fakat bu filmleri seyirciye ulaştırmak için uğraşan festivaller ve yönetmenler avucunu yalıyor. Çünkü 10-20 iyi film her festivalde ön elemeyi geçip festival yarışmasına ve gösterimine alınıyor. Hep aynı filmler…

    Pekiyi diğer filmler ne olacak?

    Ben kısa film seyretmek istiyorum, illâ ki bu filmin çok iyi olması gerekmiyor. Festivallerin hep aynı filmlerin yarışmaması, gösterilmemesi, diğer filmlere de yer verilmesi için önlem alması gerekiyor. Benim önerim filmin sadece bir yıl süreyle festivallerin yarışma bölümüne kabul edilmesidir. Film eğer 2 yıl veya sınırsız katılma hakkına sahip olursa aynı filmlerin bol bol ödül alması kaçınılmazdır.

    Seyirci ne olacak?

    Bakıyorum programa, seyretmediğim 2-3 film kalmış… Film, eğer 2 yıl veya sınırsız festivale katılma hakkına sahip olursa festivalleri takip eden seyirciler aynı filmleri seyretmeyeceği için festivale olan ilgi azalacaktır. Özellikle yıl sonunda yapılan festivallerin seyircisiz kalması kaçınılmazdır. Bu nedenle artık gösterim seçkisinin de ön jüri tarafından yapılması kaçınılmazdır. Seyirciyi de düşünmek gerekmektedir. Özellikle gösterilmeyen filmleri programa almak doğru bir karar olabilir. Ödüllü filmler ise gösterim programında seyirciye sunulmalıdır.

    Yönetmen ne olacak?

    Bol ödül alan yönetmen kendini Nuri Bilge Ceylan zannedecek, hep finalist olan ama ödül alamayan yönetmen şanssız, ön elemeyi geçemeyen başarısız. Oysa festivallere çok film katıldığı için, katılan tüm filmler arasından finalist olan yönetmen zaten başarılıdır ve finalist olmak bir ödüldür. Finalist filmlerin yönetmenlerine 600 film içinden finalist oldu, ilk 10’a kaldı diye başarı belgesi verilmelidir. Ödül alamayan filmler arasında seçen bir festivalimiz bile var, Uluslararası 2. El Film Festivali. Ama ona katılıp ödül alamamak da söz konusu.

    Bu kadar festivale yönetmen nasıl katılsın?

    180 festivalli ülkemizde her festivali takip etmek olanak dışı. Festival ne kadar da masrafları karşılasa da bir takım masraflar kaçınılmaz, yönetmenin parası yetecek mi, bu kadar festivale gitmeye. Öyle ya, insanın işi var gücü var. Festivale filmi gönderdik, gösterime girdi, belki ödül de alabilir. Davetiye de geldi.

    Hatta yönetmenle filmden sonra söyleşi var. İyi de yönetmen nasıl gelsin. Hangi birine gelsin… Sonuç olarak festival yönetmensiz geçiyor. Hatta yönetmen ödül almaya bile gelemiyor. Ödül almaktan yoruldum, daha geçen hafta Mardin Festivali’nde sonra da Ayvalıktaydım, kusura bakmayın yorgunum gelemeyeceğim, kargo ile gönderin!…

    İyi filmlere ödül verememenin dayanılmaz hafifliği…

    Festival yönetimi önceden dağıtılacak ödülleri belirler. Genelde 10 filmin finale kaldığı festivalde, sadece En İyi Film Ödülü veya Birinci, İkinci, Üçüncü, Mansiyon, Jüri Özel Ödülü ve çeşitli kurumların özel ödülleri verilir. Ama bu jüri için çok zordur. 600 film içinden sadece En İyi Film’i seçmek, başarılı diğer filmlere ödül verememek ve bunun acısını yaşamak üzüntü verici. Bu aslında diğer filmlere kötü demek değil, sonuçta onlar da birer sanat eseri. Her filmin güzel yanları var. Bir filmi sanat eseri olarak gördüğümden ve saygı duyduğumdan, sanat eserleri arasında yarışma yapılmasına kökten karşı olduğumu belirtmek isterim. En güzel çare, sanıyorum filmleri, yönetmenleri yarıştırmamak, sadece filmi göstermek ve seyircinin beğenisine sunmaktır.

    Acaba festivaller, katılım şartnamesine “daha önce ödül alan” veya örneğin “5 ödül alan film katılamaz” şartı koyarsa ne olur? Zor ve düşünülmesi gereken bir karar, ancak ne yazık ki bu noktaya doğru gidiyoruz. Artık festivale ilgi toplamak için bu tip çareler arayan festivaller çıkabilir. Jüri en azından hiç ödül almamış iyi filmlere ve yönetmenlere özel ödül verme hakkını kullanabilir. Aslında bunların bir düzene konulması gerek. Acaba bu düzeni hangi kuruluş sağlayacak? Festivallerden sorumlu devlet bakanlığı mı?

    (30 Haziran 2012)

    Hayri Çölaşan
    http://www.kameraarkasi.org

    Çernobil’in Sırları

    Bradley Parker’ın yönettiği ve Jesse McCartney, Jonathan Sadowski, Olivia Dudley, Devin Kelley, Ingrid Bolso Berdal ile Dimitri Diatchenko’nun oynadığı Çernobil’in Sırları (Chernobyl Diaries), 29 Haziran 2012’de Pinema Film dağıtımıyla Pinema Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Avrupa’da tatile çıkan altı kişilik bir arkadaş grubu, gezilerinde rehberlik etmesi için ekstrem bir tur rehberi tutarlar. Rehber, onları Çernobil nükleer faciasından önce işçilerin ikâmet ettiği ama artık terk edilmiş olan Pripyat şehrine götürür. Yıkıntıların arasında gezerken turist kafilesi aslında yalnız olmadıklarını fark edecektir.

  • Basın Bülteni: 1 / 2
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Ali Erden Yazıyor
  • Diğer bağlantılara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Çernobil’in Sırları yazısına devam et