Gerçi bir yılın geçtiğini anlamak için illâ ki ödüllere, özellikle de Oscar’a ihtiyacımız yok ama, bir yıl daha resmen geçti gitti işte. Daha doğrusu, gitti gidiyor, iki günü kaldı. Diyorum ki, Oscar tahmini yapacağıma (yeterince yaptık, herkes yaptı) şahsen ben oyunculara çok önem veren biri olduğum için, geçen yılın iyi oyuncularından, iyi performanslarından söz edeyim. Doğal olarak, çoğu da Oscar’ın dört oyunculuk aday listesinde yer alıyor.
Oyunculuk açısından da, filmler açısından da nispeten tatmin edici bir yıldı. Önceki yıldan yirmi film seçmem istenince ne kadar zorlandığımı hatırılıyorum da. Bu yıl, bir kısmı gerçek olaylara dayanan filmler izledik, sanırım hepsi aday listesinde. Her zamanki gibi, birkaç uyarlama gördük. Ve birinci sınıf oyunculuklarla şenlendik. Üstelik bu yıl, her zamankinin aksine, kadın oyuncular da dişe dokunur karakterleri canlandırma fırsatı buldular. Oysa sinemanın kadın karakterleri çoğunlukla derinliği, inandırıcılığı olmayan karakterlerdir, kâğıt kaplanlardır. Bu yıl öyle olmadı, kadın aday bulmakta zorluk da çekilmedi.
Biz gene de erkek oyuncularla başlayalım. Jeff Bridges, iki yaşındaki figüranlığını saymazsak, 1958’den beri tek bir kötü performans sunmadan, hiçbir rolü hafife almadan sürdürdüğü oyunculuk mesleğinde geçen yıl nihayet bir Oscar ödülü de görmüştü. Bu yıl Coen Kardeşler’in filmi “True Grit / İz Peşinde” ile altıncı kez Oscar adayı oldu ama John Wayne’e tek Oscar’ını getiren karakterin Bridges için aynı mucizeyi gerçekleştireceğini sanmam. Yeterince iyi oynamadığı için değil. Time Dergisi’ne göre, Bridges insanı şişman gösteren bir kostüm giymiş karaderili bir kadını oynasa da inandırıcı olur. Geçen yıl ödülü ona kaptıran rakiplerinden biri, o zaman olduğu gibi şimdi de müthiş bir performans sunduğu için.
Colin Firth, “A Single Man / Tek Başına Bir Adam”ın dantel gibi işlediği eşcinsel karakteri George ile ona yar olmayan Oscar’ı bu yıl almazsa, tarihin en büyük sürprizlerinden biriyle karşılaştık demektir. Aylar öncesinde favoriydi, halen öyle ve bunu tamamen hakediyor. “The King’s Speech / Zoraki Kral”ın, sonradan Kral VI. George olan kekeme York Dükü ‘Bertie’sinde de, bir kraliyet ailesi mensubu olmanın yanısıra özrü olan rahatsız bir kişi olarak ve yalnız bir insan olarak gerçekten çok köşesiz bir portre çizmiş. Bir kral olsa bile, sıradan faniler olan seyircilerinin gönüllerine hitap ettiğinden eminim.
Her zaman hayran kaldığım Javier Bardem, kişiden kişiye, derinliklerine inerek ve hiç çaba harcamıyormuş kolaylığıyla geçen bir aktördür. Trajik ”Biutiful”da, pek matah biri olmayan Uxbal’ı eksiksiz bir insan olarak yaratmayı bilmiş. En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde bu yıl dikkati çeken iki performans daha var. Yetmişine varan Robert Duvall “Get Low / Büyük Sır”da 1930’lu yılların münzevi keşişi olarak her zamanki kadar iyi bir performans sunmuş. “Half Nelson / Tepetaklak Nelson”la Oscar adayı olan Ryan Gosling de, “Blue Valentine”da Oscar’a aday gösterilen Michelle Williams’ın oyununu yükseltmiş, onun başarısına eşit bir başarı yakalamış.
Kadın oyuncular ise bu yıl özellikle “En İyi” kategorisinde hoş bir renklilik arzediyor. Sık sık birlikte çalıştığı Mike Leigh’in “Another Year”inde İngiliz aktris Lesley Manville, yılın en iyilerinden. Julianne Moore ise, bu yıl adaylık konusunda yardımcı oyuncu mu, esas oyuncu mu belirsizliğinin zararını çekti. Bence “The Kids Are All Right / İki Kadın Bir Erkek”te asıl başrol karakteri onun oynadığı Jules. Gene de, dördüncü Oscar adaylığını yakalayamadı. Daha önce Annette Bening ile iki kez aynı yılda En İyi Kadın Oyuncu dalında aday olan, ikisinde de ödülü alan Hilary Swank ise “Conviction / Mahkumiyet”le bir üçlemeye gidebilecek gibiydi ama, olmadı. Demek ki, şimdilik “Boys Don’t Cry / Erkekler Ağlamaz” ve “Million Dollar Baby / Milyonluk Bebek”in heykelcikleriyle yetinecek. Annette Bening’in ise, “The Kids Are All Right / İki Kadın, Bir Erkek”teki oyunuyla bunca adaylığın ardından bir ödül olsun almasını isterdim ama, dördüncü kez adaylıkta kalacak gibi görünüyor. Oysa Moore ile ikisi Nic ve Jules olarak, cinsel tercihleri söz konusu olmaksızın, sıradan bir ailenin reisleri gibi, büyük bir rahatlıkla oynuyorlar.
Michelle Williams, daha “Brokeback Mountain / Brokeback Dağı”yla ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu kanıtlamıştı. 2008 yapımı “Wendy and Lucy”de ise hakikaten, neredeyse tanınmayacak bir tiplemeyle, harikulâde bir oyun sundu. Bu yıl da “Blue Valentine”da pek dokunaklı. “Rabbit Hole”u görmediğim için Nicole Kidman hakkında bir şey diyemiyorum, gene de aklıma çocuklarını kaybetmiş kişileri oynayanlar geliyor: Sissy Spacek, Nanni Moretti, Julie Christie ile Donald Sutherland… Jennifer Lawrence ise, “Winter’s Bone / Gerçeğin Parçaları”nda çok baskın bir oyun sunuyor. Hailee Seinfeld ile ikisi, aciz anneleri ile küçük kardeşlerini kurtarmaya çalışan ama birbirinden farklı genç kızlarda yaşlarının ötesinde bir olgunlukta.
Gelelim “Black Swan / Siyah Kuğu”nun Nina’sı ile yılın ‘galibi’ Natalie Portman’a… Colin Firth gibi O da, verilmiş olan ödüllerin hemen hemen hepsini aldı. Boynu ve başını tutuşuyla, çok gerilerde kalmış olsa bile bale çalışmış olmasının da etkisiyle, ama her şeyden çok karakterinin bağrında çarpışan beyaz ve siyah kuğuları hayata geçirişiyle, herhalde sahiden de yılın en iyisi. Benim gönlüm Bening’den yana olsa da… Gene de Portman Oscar’da kötü bir sürprizle karşılaşabilir. Çünkü böyle erken favoriliklerin (“The Social Network / Sosyal Ağ”da olduğu gibi) oy verenleri bezdirmiş olma ihtimali mevcut. Oscar listesinde gördüğüm en önemli eksik ise “I Am Love / Benim Adım Aşk”taki, neredeyse Sophie’nin seçimi gibi bir seçim yapmak zorunda kalmış Emma’sıyla emsalsiz Tilda Swinton.
Yardımcı erkek oyuncu faslı da hayli karışık. Hem genelde aday olanların beşi de çok iyi performanslar sunduğu gibi, unutulmuş şahıs olarak “The Social Network – Sosyal Ağ”ın Andrew Garfield’i de var; yani, yeni Örümcek Adam. Beni en çok sevindiren, genellikle gözardı edilmiş John Hawkes’un “Winter’s Bone / Gerçeğin Parçaları”nın amcası Teardrop olarak müthiş elektriği olan bir oyun sunup fark edilmesi oldu. “The Hurt Locker / Ölümcül Tuzak” ile geçen yıl Oscar adayı olan Jeremy Renner ise, bu yıl aynı başarıyı tekrarladı. Doğrusu, en iyi film kategorisine girebileceğini düşündüğüm Ben Affleck filmi “The Town / Hırsızlar Şehri”nde cidden mükemmel. Özellikle finale doğru arkasından ona seslenen polisi duymazlıktan gelerek yürüdüğü bir sahne var ki, yüzünü unutmak mümkün değil.
Mark Ruffalo ve BAFTA’yı alan Geoffrey Rush da çok başarılılar, ancak bu kategoride bu yıl (şimdiye kadarki sonuçlardan da anlaşıldığı gibi) Christian Bale’in yılı. “The Fighter / Dövüşçü”nün sonunda, onun canlandırdığı Dicky Eklund’u (üstelik de ayık haliyle) görünce, Bale’in aslında abartıya kaçmadığını bir kez daha anlıyoruz. Seçicilerin sevdiği türden sıradışı, tuhaf bir karakteri oynuyor, buna karşılık sadece dikkati çekmekle kalmıyor, karakterini doğru da yorumlamış. Hemen hemen bütün eleştirmen grupları onu seçti ama gene de Geoffrey Rush’ın ne yapacağı belli olmaz diyorum.
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu kategorisi de hayli zengin. Jacki Weaver “Animal Kingdom”da suç dünyasına karışmış bir ailenin anası olarak fırtınadan farksızmış ama, ne yazık ki onu göremedim. “The Fighter / Dövüşçü”nün iki kadın oyuncusu da yılın en başarılı aktrisleri arasında. “Frozen River / Donmuş Irmak”a kadar kimsenin varlığından haberdar olmadığı Melissa Leo, birazcık ‘yüksek sesle’ ama etkileyici bir oyun sunuyor. O da ailesi üzerinde hakimiyet kurmuş bir ana. Ancak Leo da (eleştirmen ödüllerinin çoğunu aldı) erken favori olma sıkıntısı çekebilir. Amy Adams ise o kendine mahsus enerjisiyle, iki karakter arasındaki dengeyi kurmuş. Zaten David O’Russell’ın filmi, yılın en iyi oynanmış filmlerinden biri. Öte yandan, Akademi son on yılda altı kez aynı filmden iki kadın oyuncuyu aday gösterdi, içlerinden sadece Catherine Zeta-Jones ödül aldı. Yani, durum biraz vahim.
“Black Swan / Siyah Kuğu” yardımcı kadın oyuncu açısından da zengin. Winona Ryder, Barbara Hershey, özellikle de Mila Kunis, Natalie Portman’ın oyununu destekliyorlar. Aslında Kunis Oscar adayı da olabilirdi ama, En İyi Oyuncu kategorisine dahil edilmek istenen Hailee Steinfeld yardımcılığa kalınca, Kunis de liste dışı kalmıştır diye düşünüyorum. Helena Bonham Carter, “The King’s Speech / Zoraki Kral”da Ana Kraliçe olarak tanıdığımız hanımın gençliğinde, gayetle abartısız, kararlı olsa da yumuşak. Doğrusu Harry Potter filmlerinden sonra onu bir rolü layıkıyla oynarken görmek hoştu. BAFTA’yı da kazandı. Steinfeld’e gelince, “True Grit / İz Peşinde”nin ilk baskısında aynı rolü oynayan Kim Darby bile onu çok beğendi. Dolayısıyla, film eleştirmenlerinden aldığı ödüllere 15 yaşında bir Oscar da ekleyebilir.
(25 Şubat 2011)
Sevin Okyay