Dünyada neslinin son örneği, nesli tükenmek üzere olan çok özel insanlara özel bir ilgi gösteren, ilgi duyan yaratıcılar daima olmuştur. Dünya sinemasından Michael Mann, Türk sinemasından ise Yavuz Turgul (Turgul, “Fahriye Abla”, “Muhsin Bey”, “Eşkıya”, “Gönül Yarası”, “Gölge Oyunu”, “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni” ve “Av Mevsimi”nin senaryo yazarı ve yönetmeni, “Züğürt Ağa” ile “Kabadayı”nın senaryo yazarıdır) filmlerinde türlerinin sonuncusu olan bu çok özel insanları konu etmişlerdir.
Aylin Ünal’ın “Giovanni Scognamillo: Aşk ve Korku” adlı kitabıyla, Annie Geelmuyden Pertan’ın “Bir Sinema Aşığı: Giovanni Scognamillo” adlı belgeselleri de işte bunu yapıyor.
Aylin Ünal’ın “Giovanni Scognamillo: Aşk ve Korku” adlı kitabı Hayal-Et Sinema Kitaplığı etiketiyle piyasaya sunuldu.
Aylin Ünal, bu kitabında Giovanni Scognamillo’nun aşk, dans, müzik, resim, gizemcilik, edebiyat ve en önemlisi de sinemayla nasıl tanıştığını, sinemanın kendisine hissettirdiklerini, kazandırdıklarını ve kaybettirdiklerini, dönemin değerlerini ve Levanten olmayı, Giovanni Scognamillo’nun açık sözlü, samimi, içten yorumlarıyla birlikte bizimle paylaşıyor.
Yazar aynı zamanda Giovanni’nin hayatından sunduğu kesitlerle Pera’dan Beyoğlu’na uzanan tarihsel süreci de ortaya koyuyor.
Geçtiğimiz günlerde Giovanni Scognamillo üzerine “Bir Sinema Aşığı: Giovanni Scognamillo” adlı bir belgesel de gerçekleştirildi. Belgeselin yönetmeni ve senaryo yazarıysa Annie Geelmuyden Pertan. Annie Pertan, Ertem Eğilmez’in “Arabesk”, Başar Sabuncu’nun “Kaçamak”, Nesli Çölgeçen’in “İmdat ile Zarife”, Halit Refiğ’in “Aşk-Memnu” ile Türk – İran ortak yapımı “Adsız Cengâver”, İrfan Tözüm’ün “Devlerin Ölümü” ile “Mum Kokulu Kadınlar”, Muzaffer Arslan’ın “Ankara Ekspresi”, Engin Cezzar’ın “Kaldırım Serçesi”, Atıf Yılmaz’ın “Tatlı Betüş”, Ümit Elçi’nin “Böcek”, Ersin Pertan’ın “Şarkıcı”, “Kuşatma Altında Aşk”, “Kurt Kanunu” ve “Tersine Dünya” adlı film yapımlarında sanat yönetmeni olarak çalışmıştı.
“Bir Sinema Aşığı: Giovanni Scognamillo” adlı belgeselde Türker İnanoğlu, Halit Refiğ, Rekin Teksoy, Metin Demirhan, Ayşe Şasa, Alin Taşçıyan, Agâh Özgüç, Aylin Ünal ve Nalan Söylemez, Giovanni Scognamillo’yu anlatıyor.
“Bir Sinema Aşığı: Giovanni Scognamillo” adlı belgesel Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü’yle Fono Film Stüdyosu’nun katkılarıyla gerçekleştirildi.
Çok Şey Bilen ve Bildiklerini Paylaşan Benzersiz Aydın
Çok şey bilen, bu bilgilerini isteyen herkesle paylaşan Giovanni Scognamillo bizi bizden iyi tanımış, anlamış, anlatmış ve hepimizi hem kitapları, hem söyleşileriyle aydınlatmıştır. Giovanni Scognamillo’nun en büyük ve kendisine en çok borçlu olduğumuz özelliği çağdaşlarının (aynı yılları yaşayanların) sadece “lay lay lom” tükettiği bir dönemin kayıtlarını tutmuş, tanıklık tutanağını yazmış olmasıdır. Bunun için her türlü övgüyü ve teşekkürü hak ediyor.
Giovanni Scognamillo’nun annesi Elisabetta Filipucci, İstanbul doğumlu bir Yunan vatandaşıdır. Babası Leone Scognamillo ise İstanbul doğumlu bir İtalyan’dır. Yönetmen Luchino Visconti nasıl “Milano Kontu”ysa bizce Giovanni Scognamillo’da “Beyoğlu Kontu”dur.
Giovanni Scognamillo, “Avrupa’nın İstanbul’daki kalesi” Beyoğlu’nun ve İstanbul’un en güzel yıllarının / altın çağının sonunun son tanığı ve son anlatıcısıdır. Tepebaşı’nda konser veren Dario Moreno’nun evden dinlendiği yıllardır bunlar. Oyuncu Greta Garbo’nun Beyoğlu Tünel’de dolaştığı yıllardır (1924) bunlar. Dünya edebiyatına yön veren John dos Passos (İstanbul’a hem 1921’de, hem 1922’de geldi) ile Ernest Hemingway’in İstanbul’u keşfe çıktığı yıllardır (1922) bunlar.
25 Nisan 1929 Perşembe günü doğumlu Giovanni Scognamillo’nun ailesi ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısının hemen başında İstanbul’a yerleşmiştir. Giovanni Scognamillo, Türkiye’nin, İstanbul’un, Beyoğlu’nun yakın tarihinin ve 1917’de ilk konulu filmler çekilmeye başlandığına göre de neredeyse Agâh Özgüç, Rekin Teksoy ve Nijat Özön’le birlikte tüm Türk filmlerinin tarihinin en yetkin tanığı ve belleğidir.
Madame Bovary’nin yazarının gezip gördükten sonra tipik bir Avrupa kasabası olarak tanımladığı Pera ya da Beyoğlu’nun tarihini, yükseliş ve çöküş yıllarını en iyi ve en detaylı Giovanni Scognamillo ile Said N. Duhani anlatmıştır.
Giovanni Scognamillo, “Eski Evler Eski İnsanlar: 19. Yüzyılda Beyoğlu’nun Sosyal Topoğrafisi” (1947 tarihli) ve “Beyoğlu’nun Adı Pera iken: Geri Dönmeyecek Zamanlar” (1956 tarihli) adlı ölümsüz kitapların yazarı Duhani’yle bugün tarih olan Şark Muhallebicisi’nde tanışmıştır.
Burada yeri gelmişken Said Duhani’yle ilgili bir parantez açalım: Said N. Duhani, babası Naum Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nun Lübnan Mutasarrıfı’yken Ortadoğu’nun Paris’i Beyrut’un Beydettin Sarayı’nda çocukluğunu yaşamış, babası Harıciye Müsteşarıyken de (Birinci Dünya Savaşı öncesi) İstanbul Beyoğlu’nda ve Paris’te tam bir La Dolce Vita – Tatlı Hayat sürmüştür.
Giovanni Scognamillo, “Bir Levanten’in Beyoğlu Anıları”nın bir yerinde şöyle yazmıştır:
“Beyoğlu, ya da daha gerilere gidersek Pera, işlevini yitirmiş bir dönemin ve toplumun Beyoğlu’suydu. İkinci Dünya Savaşı’nın sonu ile noktalanan. Kaldı ki, Beyoğlu, kendine özgü Levanten, Kozmopolit ve alafranga havası ile, çağın bir hayli dışında kalmış, tarihsel akıştan kopmuş, özlemler ve yıkık anılar içinde yaşayan bir bölgeydi. Öyle sanıyorum ki nostaljik olma hevesine kapılanların bu eski Beyoğlu’nun, bu kapitülasyon kalesinin, bu No Man’s Land’in bu tür özelliklerini de anımsamaları gerekiyor.”
Giovanni Scognamillo, “Beyoğlu Yazıları”nın girişinde de şunları yazmıştır:
“Benden sulu gözlü ve bol ah vahlı, abartılı ve özentili satırlar, anılar ve duygular bekliyorsanız hevesiniz ne yazık ki kursağınızda kalır. “Nostalji” denilen o özlem ve hasretten yana olmadığımı bilen bilir, bilmeyen de bu vesile ile öğrenmiş olur. Bir insanın, bir toplumun, bir ülkenin, bir kentin ve bir mekânın geçmişi muhakkak ki anılır, yazılır, konuşulur ve düşünülür. Ve tüm bunlar son derece gereklidir. Nedir ki ben buna “nostalji” değil de “tarih” demeyi, o tür bir duyguyu bir araştırma, inceleme, belgeleme nedenselliğini saymayı (ve böylece uygulamayı) yeğlerim. Bu da bir davranış ve değerlendirme, ola ki daha ölçülü ve daha gerçekçi.”
Giovanni Scognamillo 1936’ya kadar Asmalımescit 50 numarada, 1936 – 1959 arasında Kallavi Sokak’ta, 1959 – 1995 arasında Postacılar Sokağı’nda, 1995’ten bugüne kadar da Cihangir / Fındıklı’da ikâmet etmiştir.
1934’te Karnavalların yasaklanması, Beyoğlu ve Tatavla (Kurtuluş) için bir kilometre taşıdır, bir kırılma noktasıdır.
Giovanni Scognamillo, 19 Kasım 1938 Cumartesi günü Atatürk’ün İstanbul’a veda etmesinin de kalan son tanıklarındandır.
11 Kasım 1942’de çıkarılan Varlık Vergisi doğal olarak Scognamillo’nun ailesine de darbe indirmiştir. İktidardakiler, Gayrimüslimleri bu vergiyle tamamen saf dışı etmek istemişlerdir. Bu tasfiye 6 Eylül 1955 Salı olaylarıyla tamamlanmıştır.
Hürriyet Gazetesi yazarı Emel Armutçu’nun İş Bankası Kültür Yayınları tarafından basılan ve Giovanni Scognamillo’yla yaptığı nehir söyleşi “Bir Levanten Şövalye”nin bir bölümünden Giovanni Scognamillo’nun eniştesinin evini Varlık Vergisi’nden dolayı nasıl kaybettiğini öğreniriz. (Sayfa: 42 – 43)
Giovanni Scognamillo, en az 91 masum insanın öldürüldüğü, 7.500 işyerine, 177 ibadethaneye ve mezarlıklara saldırıların düzenlendiği 9 Kasım 1938 Çarşamba’yı, 10 Kasım Perşembe’ye bağlayan gece Almanların Yahudilere karşı düzenledikleri saldırıların (“Cam Kırıkları Gecesi / Kristallnacht”) tüm gayri müslimlere yöneltilmiş bir benzeri olan “organize suç dalgası” 6 Eylül 1955 Salı gecesini Kallavi Sokak’ta / Beyoğlu’nda yaşamıştır. O akşam ve o gece ellerinde önceden hazırlanmış listeler bulunan saldırganlar, önceden işaretlenmiş evlerdeki, işyerlerindeki ve ibadethanelerdeki gayrimüslimlere karşı terör estirmişlerdir. Gayrimüslimlerin Türkiye’deki tasfiyesini sağlayan ve Türkiye’deki kültür hayatını çölleştiren en önemli ikinci olaydır bu.
Giovanni Scognamillo da bu devasa olayları konu aldığını iddia eden “Güz Sancısı” adlı sinema filminin gerçeğin yanına bile yanaşamadığını söylemektedir.
1948’de İsrail’in kurulmasıyla Türkiye’den de buraya göçler olmuş ve Beyoğlu havuzunun suyu tamamen değişmeye başlamıştır. 1960’larda Rumlar da Türkiye’den sürgün edilerek bu süreç hızlandırılır.
Giovanni Scognamillo, 1948’den bu yana sinema üzerine yabancı dillerde, 1961’den başlayarak da doğrudan Türkçe yazmaya başladı. Sinema, bilim kurgu, korku, fantastik edebiyat, Türkiye, Türkler, İstanbul, Beyoğlu, vampirler başlıca konularıydı ve kimi yıllar dört yeni kitabı okurla buluştu. Başka bir ülkede olsa sponsorları olabilirdi. Kitaplarının satış geliriyle krallar gibi yaşardı ve her türlü imkâna sahip olurdu. Ancak Türkiye’de çok üretken, kitapları çok satan yazarların bile yazdıklarıyla orta halli bir yaşam sürdürmesi bugüne kadar pek mümkün olmadı, olamadı, ne yazık ki.
Giovanni Scognamillo, delikanlılık döneminde bir ara ruh hekimi olmak istedi ve günlük hayatını sürdürebilmek için kitapevi işletmekten bankacılığa (1951 – 65 arası) kadar çeşitli işlerde çalıştı. Çalıştığı şirketlerden biri sinema salonlarına reklâm filmi dağıtımı yapıyordu. Ailesinde en iyi derecede Türkçeye sahip olan babası da uzun yıllar Türkiye’deki film ve sinema sektöründe çalışmıştı.
Giovanni Scognamillo, ebeveynlerine karşı her zaman iyi bir evlât oldu ve her zaman onlara karşı vazifelerini yerine getirdi. Babası felç geçirdikten sonra 21 Ağustos 1969’da akciğer kanserinden vefat etmişti. 1970’li yıllardaysa hasta annesine bakabilmek için işinden ayrılarak kendini ona adayacaktı. Kasım 1978’de vefat eden annesi hastalığının son döneminde oğlunu bile tanımaz olmuştu.
Hitler ile Stalin’in “dünyanın en ünlü vampirleri” olduğu, dünya egemenliği için savaşa tutuştuğu ve tam 73 milyon insanın ölümüne neden olduğu” yıllarda ergenliğini yaşayan Giovanni Scognamillo hayatı boyunca kan emicilere ilgi duydu, onlar üzerine okudu ve yazdı. Çünkü ona göre insanlar kan emiciler ve kanı emilenler olarak ikiye ayrılıyordu.
Giovanni Scognamillo, Ekim 1987’den bu yana da felç rahatsızlığına karşı mücadele vermektedir.
Bu satırlar yazıldığında Giovanni Scognamillo’nun hayattaki en büyük destekleri Atina’daki evini kapatarak babasının yanına taşınan kızı Sandra ve asistanı Nalan Söylemez’dir.
Yakından Tanıyanlar Giovanni Scognamillo’yu Anlatıyor:
Ersin Pertan: “Ben Giovanni Scognamillo ile tanıştığımda sene 1970’di. Yeni Melek Sineması’nın orada Fida Film’le aynı işi yapan, sinema salonlarına reklâm filmi dağıtan Sinemareklâm Şirketi vardı. Scognamillo’yla oradaki bürosunda tanışmıştım. Eşim Annie’yle Giovanni daha önceden tanışmışlardı. Benim Giovanni’yle tanışmam Annie’nin vasıtasıyla oldu. Hepimizin müşterek sevdiği bir konu vardı: Sinema. Oradan dostluğumuz ilerledi.
Giovanni ile arkadaşlık ediyorduk. Ben o zamanlar sinema yazıları yazmaya başlamak istiyordum. İlk yazım, Karagöz ve Türk Sineması başlıklı bir incelemeydi. Onu ilk olarak Giovanni’ye okuttum. Giovanni okudu ve eleştirdi. Sonrasında da “Bu yazıyı basacak bir dergi düşün” deyince o bana bir cesaret verdi. Yazıyı o zamanın ağırlıklı sanat dergilerinden Yeni Dergi’ye verdik. Böylece Giovanni sinema hakkında yazılar yazmaya başlamama vesile oldu ve beni cesaretlendirdi. 70’li yıllarda sinema hakkında başka yazılar da yazdım. Yedinci Sanat Dergisi’nde çalıştım. İnceleme yazıları yazdım ve bu yazıların başlamasında Giovanni hep vesile oldu.
Giovanni’nin yazılarından etkilendim. Türkiye’de o dönemde film eleştirilerinde üç yazar yani Giovanni Scognamillo, Tuncan Okan ve Semih Tuğrul dışındakilerde çok sık rastlanan şöyle bir durum vardı: Bir filme objektif yaklaşamıyorlardı. Daha çok filmlere amigo gibi yaklaşıyorlardı. Yani kendi desteklediği, tuttuğu bir yönetmenin başarısız bir filmi gelse de o filmde cevher arama çabası vardı. 70’li yıllarda özellikle sol eğilimli eleştirmenler ve sağ eğilimli eleştirmenler filmlere devamlı taraftar mantığıyla yaklaşmaktaydılar. Ben de Annie’de kariyerimizde gerek yazarken, gerekse de yönetirken herhangi bir kampın içerinde yer almadık. Almak da istemedik ve bu kamplardan destek görmek beklentisi içinde de olmadık. O yüzden de ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamadık. Ben sinema yazısı yazarken Giovanni’nin sağ duyulu, sağlıklı ve objektif yaklaşımından etkilendim. Scognamillo, filmin değeri üzerine analizler yaparken film solcuysa solculuğundan etkilenmeyerek, sağcıysa sağcılığından etkilenmeyerek ele alır. Giovanni’nin film eleştirmenliğinden etkilendiysem, ancak her konu üzerinde doğru bulduğunu yazma eğiliminde olduğu için etkilenmişimdir. Scognamillo, daha sonra biz film yaptığımızda bizim filmlerimizi de eleştirdi. Hiçbir şekilde arkadaşlığımızı göze almadan, tamamen kendi bildiği ve inandığı yaklaşımla değerlendirdiğini gördük. Bunu sadece bana değil daha başka yönetmenlere de yaptığını gördük. Çok yakın arkadaşı olan yönetmenlerin de filmlerini eleştirirken işe arkadaşlığını katmadı.
Biz Annie ile 1990’da “Kurt Kanunu”nu çekmeye başladığımızda Giovanni’ye rol teklif etmek aklımızdan geçmedi. Oysa geçmeliydi. Çünkü onunla zaten iki kısa film (“Mavi Sakal” ve “Sanrı”) yapmıştık ve onlarda başrol oynamıştı.Giovanni “İstanbul Kanatlarımın Altında” ve “Karanlık Sular” gibi filmlerde roller alınca, biraz kıskandım mı diyeyim; kendime kızdım mı diyeyim… İkisi arasında bir duyguyla ilk fırsatta Giovanni’ye diğer filmlerden daha ağırlıklı bir şekilde rol vermeye karar verdim. ”Kuşatma Altında Aşk”, tabii o dönem için çok da farklı bir konuydu. Daha evvel Türk Sineması’nda İstanbul’un fethine hiç Bizanslılar’ın gözünden bakılmamıştı. Giovanni’nin görüşleri de bizim için tabii ki önemliydi. Derken onun gerçekten yaşamış bir karakteri canlandırmasını istedik. ”Kuşatma Altında Aşk”ta İmparator Konstantinos’un sağ kolu olan bir bilim adamını canlandırdı Giovanni.”
Annie Geelmuyden Pertan: “Büyükada’dan çocukluk arkadaşım Ali Dilber beni Burgazada’lı Halit Refiğ’le tanıştırdı. Toplantılarımız olurdu ve bir toplantıda Halit Refiğ’in Akyol Sokak’taki evinde Giovanni ile tanıştık. Giovanni ile aslında çok ortak noktalarımız vardı. Çünkü ikimiz de yabancı uyrukluyuz. İkimiz de Beyoğlu’nda büyüdük. İkimiz de edebiyattan hoşlanıyoruz. İkimiz de korku edebiyatından hoşlanıyoruz. Oradan da bir arkadaşlığımız olmuştu. O dönem daha filmlerde çalışmamıştım ama filmlerle ilgileniyordum. Giovanni’yle arkadaşlığımız ilerleyince onu Ersin’le tanıştırdım. Hep beraber buluşup sinema konuşurduk. Sevdiğimiz konulardan bahsederdik. Bir yerlere giderdik. Beraber gazinolara bile gittik. Feyzi Tuna ile birlikte zaman zaman Scognamillo’nun evine giderdim. O zamanlar Giovanni’nin annesiyle de tanışmıştım.
Sanıyorum ki her arkadaşlık bir alışveriştir. Vermek var, almak var. Tabii ki ben Giovanni’den çok şey aldım. Meselâ ben Edgar Allan Poe’yu biliyordum ama Lovercraft’ı bilmiyordum ve bana ilk Lovercraft kitaplarını Giovanni verdi. Eminim ki o da benim arkadaşlığımdan da çok şey aldı.”
Halit Refiğ: “Her vesile ile tekrarlıyorum, Beyoğlu’nu en iyi şekilde iki gayrimüslim anlatmıştır. İlki Said N. Duhani’ydi. İkincisi Giovanni Scognamillo’dur. Onların anlattıkları Beyoğlu ortadan kalktığına göre bir başka anlatıcının çıkması ise artık pek mümkün görülmemektedir.
Giovanni Scognamillo’yu anılarını yazmak için teşvik ederken onun çocukluk dünyasının, anasının, babasının ailelerini, içinde büyüdüğü çevrenin özelliklerini anlatmasını istiyordum. İstanbul’un Türk ve Müslüman asıllı olmayan cemaatlerinin özelliklerini, bu toplumdaki yerlerini ve işlevlerini, o dünyanın içinde yetişmiş Giovanni Scognamillo’dan daha açık sözlü, nesnel ve gerçekçi bir biçimde ifade edebilecek bir başka kimseyi tanımadığım inancındayım. Onunla bu konuyu ilk konuştuğumuz zamanlar henüz Beyoğlu’nu kurtarma ya da yeniden yaşatma hareketleri yoktu. Evet bu moda çıkmasaydı Scognamillo’nun kitabının basılması ve ilgi toplaması da belki zor olurdu.
Said N. Duhani ile Giovanni Scognamillo’dan başka birçok kimse Pera – Beyoğlu üzerine yazdı. İstanbul’u ziyaret eden yabancılar, Beyoğlu’nda gezinen, hatta oturmakta olan bizim vatandaşlar… Belki meselenin ruhunu onların hiçbirinin Duhani ve Scognamillo gibi esasından yakaladığı söylenemezse de her birinde gerçekten parçaların bulunduğu kuşkusuzdur.”
6 – 7 Eylül gecesi İstanbul’daydım. Kore Savaşı’ndan yeni dönmüştüm. Beyoğlu’nun nasıl tahrip edildiğini şaşkınlık ve dehşet içinde izledim. Savaşan taraflar arasında dört defa el değiştiren Seoul’de bile böylesine bir yıkım ve yağma olduğunu sanmıyorum. Evet o gece İstanbul tarihinde bir dönüm noktasıydı. Belki de o gece yaşanan 29 Mayıs 1453 Salı gününden bu yana en keskin dönemeçti. Hoşgörünün ve güven içinde birlikte yaşama ülküsünün sonu.
Benim Beyoğlu’nu yakından tanıyışım o geceden sonradır. Beyoğlu’nu en iyi tanımış, en iyi anlatmış kimseleri de o tarihten sonra tanıdım. Giovanni’yle 1959 yılında Baylan’da tanıştık. Metin Erksan, Atilla İlhan, Kemal Tahir ve Giovanni Scognamillo ile Beyoğlu’nun o sözü çok edilen Baylan Pastahanesi’nde ilk olarak bir araya geldik.
Gerçek bir Beyoğlu’lu olan Giovanni Scognamillo’nun çok doğru bir şekilde belirttiği gibi Beyoğlu’nu ortaya çıkaran şartlar kaybolduğunda o semtin geleneksel özelliklerinin de ortadan kalkması kaçınılmaz bir durumdu.
1964’te gösterime sunulan ve şu anda kayıp olan “Şehrazat” adlı filmimi Giovanni kadar ana hatlarıyla, temel özellikleriyle yakalayıp, kavrayıp yazan olmadı. Daha sonra, ileriki tarihlerde sinemada seks, erotizm konuları ayrı bir ilgi kazandığında bu konularda yazılar yazıldı, neşredildi, “Şehrazat”ı bu alanda bir öncü, klâsik olarak nitelediler. Ama hepsi Giovanni’nin etkisi altında, onu referans göstererek ya da göstermeden.
Giovanni’yle ilgili bir başka anektodum: Yıl 1977. Amerikadaydım. Orada Türkiye’de eserlerini hiç tanımadığım August Derleth (1909 – 1971) adında müthiş bir yazar keşfettim. Onun “The Intercessors – Araya Girenler” adlı eserini uyarlamaya karar verdim.O sırada Wisconsin Üniversitesi’nde öğretim görevlisiydim. Bu eseri uyarlamak istediğimi söyledim, onlar da beğendiler. Ancak üniversite yetkilileri eserin telif haklarının kimde olduğunu bulamadı. Bu sıralarda İstanbul’daki Giovanni Scognamillo’ya durumu anlatan bir mektup yazdım. Üniversitenin bulamadığı bilgiyi Giovanni’nin mektubuma cevap olarak yazdığı mektuptan öğrendim. Giovanni’nin sayesinde yazarın telif haklarının kimde olduğunu bulabildik. Yazarın memleketi Amerika’da telif haklarının kimde olduğu araştırılıyor, Giovanni İstanbul’dan adres veriyor.
Aylin Ünal: “’Beyoğlu adlı bir kız’ der Giovanni Scognamillo, aşık olduğu kadını anlatırken. Kendisi de aslında Beyoğlu gibidir. Sayısız insanın hayatına tanıklık ederken, bir o kadar coşkuyu ve acıyı içinde barındırır. Buna rağmen çoğu zaman da suskun kalır. Giovanni’yi anlatmak Beyoğlu’ndan bahsetmeye benzer.”
Metin Demirhan: “Giovanni, çok az sayıda olan harika insanlardan birisidir. Sadece yazar olarak değil. Benim için Giovanni aynı zamanda bir düşünür, felsefeci. Benim sanata, edebiyata bakışımı belirleyen önemli insanların başında geliyor. Onunla oyuncaklara bile bakışım değişti. Ben çizgi romanları onunla daha çok sevdim. Edebiyatı daha çok sevdim.”
Türker İnanoğlu: “Giovanni, sinemalarda büyüdüğü, sinemalarda yetiştiği için tam bir sinemacı ve filmci oldu. Dünya sinemasını çok iyi bilen biriydi. Örneğin 1956’da çekilmiş bir X filmi kameramanına kadar, oyuncusuna kadar takip eden, bilen kişiliği vardı. Bir defa her şeyden önce Giovanni tam bir entelektüeldir. Çok okumuştur. Filozoftur. Kimsenin arkasından konuşmayan, içine kapanık, dedikodu yapmayan tamamen kendine kapalı, tamamen kendini okumaya vermiş bir kişi. Bu özellikleri tabii hemen yaklaşınca fark ediliyor. Fark ettikten sonra da etki altında kalıyorsunuz zaten. Kendisi bilgiyi düşünen kişi. Bana kalırsa günümüzde artık nesli tükenenlerden bir tanesi.
İlerleyen seneler içinde Giovanni’nin benim hayatımda çok önemli bir yeri oldu. Benim hem en yakın arkadaşım oldu, hem iş arkadaşım oldu, hem de sırdaşım oldu. Benim çevremde sağ kollarımdan birisi oldu Giovanni.”
Sandra Scognamillo: “Beklediğim gibi bir baba. Bunu söyleyeyim. Bu her şeyi açıklıyor.”
Rekin Teksoy: “Benim de dostlarımdan biri Giovanni’dir. Kişi, görüş birliğine vardığı insanlarla dostluk kurar. Yani onunla ortak bir ilgi alanım da var: Sinema. Herkesle böyle ortak bir ilgi alanım yok. Ve tabii zaman da çok önemlidir dostluklarda. Çok kişi vardı ama çoğunun fikirleri zamanla değişti. Giovanni ise tanıdığım zaman nasılsa hâlâ aynı. Çok şeyler yaptı, o ayrı. Fakat aynı kişi. Hiç değişmedi. Ben de değiştiğimi zannetmiyorum. Bunun için bugüne kadar Giovanni benim değişmez dostum haline geldi. Eğer ben bir sinema yarışmasına jüri üyesi olsam gözüm kapalı yerimi Giovanni’ye terk edebilirim. O bir fenomen!”
Nalan Söylemez: “Giovanni gibi bir dostum olduğu için çok şanslıyım. Kısaca bu dostluğu tanımlamak gerekirse, aslında ikimiz de ışıklı bir sahnede gibiyiz. Giovanni, Chaplin’i, bense büyümeye çalışan küçük bir kızı oynuyorum.”
(17 Şubat 2011)
Hakan Sonok
[email protected]