İlki “Paris, Je T’Aime – Paris, Seni Seviyorum”la 2006’da çekilen ve 2009’da “New York, I Love You – New York, Seni Seviyorum”la devam eden seri Kudüs’e ve Rio’ya da uğrayacak. 2010 Filmekimi’nde gösterilen bu film şimdi DVD’de sinemaseverlerle buluşuyor.
Emmanuel Benbihy ve Tristan Carne, Paris’ten sonra New York’a aşklarını yönetmenler aracılığıyla gönderiyorlar. 2006 yapımı “Paris, Je T’Aime – Paris, Seni Seviyorum”da yirmiiki yönetmen Paris’ten hikâyeler anlatıyordu. “New York, I Love You – New York, Seni Seviyorum”da on bir yönetmen ve on iki hikâye anlatıyor. Hikâyeler arasında geçiş anları da var. Aslında “New York, Seni Seviyorum”un hikâye anlatışı ve kurgusu “Paris, Seni Seviyorum”dan çok farklı. Paris’te geçen hikâyede yönetmenler kısa filmlerle aşklarını bu şehre gönderiyorlardı. Elbette “New York, Seni Seviyorum” da bir bakıma kısa filmlerle bir aşk göndermesi. Ama, “New York, Seni Seviyorum”un en heyecan verici yönü kurgusu. Bir yönetmenin hikâyesinin içerisinde bir başka yönetmenin hikâyesinin başlangıcı yansıyor, yarım kalmış hikâye bir başka hikâyenin içerisinde tamamlanıyor. “New York, Seni Seviyorum”, onbir yönetmenin kısa filmlerinden değil de, onbir yönetmenin ruhu bir ruhta buluşuyor sanki. “New York, Seni Seviyorum”u bir yönetmen çekmiş gibi his kuşatıyor insanı. New York gibi yaşayan bir şehirde yorgun insanların aşk arayışı var. Bu filmde bazı bölümler gerçekten etkileyici. Filmde hikâye anlatıcı yönetmenlerin anlattığı dışında da anlar var. Bu bölümleri de Randy Balsmeyer yönetmiş. Filmin giriş, aralardaki bazı anlar ve final bölümü gibi. Filmin girişi de çarpıcı. Filmin derinliğindeki hikâyelerde yer bulacak iki genç aynı anda taksiye biniyor ve ilk önce kendi varacakları yerin yakın olduğu üzerine geliştirdikleri diyaloglara dayanamayan göçmen taksi şoförü onları dışarı atıyor. Bu film, 2008’de ölen önemli yönetmenlerden Anthony Minghela’ya adanmış. Filmin kış atmosferinde geçtiğini de belirtelim. Bu filmde kadın – erkek ilişkisinde fark edilen en önemli şeylerden biri, karı – kocalar arada bir sanki yabancılarmış gibi, sanki yeni tanışıyorlarmış gibi birbirleriyle “hoş oyun”lar oynamasını önermesi. Monoton hayata heyecan katmak gerek diyor bu filmin bazı bölümleri.
Aşk, daima aşk…
İlk hikâye, bir yankesicinin peşine düştüğü bir kadın ve savrulan aşkı… Bu bölümün yönetmeni Çinli Jiang Wen. Senaryoyu Yao Meng ve Hu Hong yazmışlar. Filmin kameramanlarıysa Ping Biing ve Maru Lee. Yankesici Ben (Hayden Christensen), fotoğraf kulübesinde resim çektiren Molly’nin (Rachel Wilson) peşine takılır çantasını kapmak için. Parasını alır, cüzdanı çöp kutusuna atar. Moly bir bara gider ve hikâye bambaşka bir hal alır. Molly’nin kocası Garry de (Andy Garcia) gelir ve Ben’e küçük bir ders verir: New York’ta uyanıklardan da uyanıklar vardır. Sonunda aşk kazanıyor ve film başka hikâyelerdeki aşkların peşine düşüyor.
Çok değerli Hintli yönetmen Mira Nair gerçekten etkileyici bir hikâye anlatıyor. Senaryoyu Sekutu Mehta yazmış. Kameramansa Declan Quinn. Yahudi Rifka (Natalie Portman) evleniyor. Rifka, aşırı dinci Yahudi bir erkekle evliliğe hazırlanıyor. Geleneklere göre saçlarını kazıtıyor. Rifka’nın, dükkân sahibi Hintli Mansuhkhbai’yle (Irrfan Khan) konuşmaları geleneklerin ve kültürlerin zenginliğini yansıtıyor sanki. Bu hikâye yarım kalıyor ve filmin derinliğinde bir yerlerde yine seyircinin karşısına çıkıyor. Rifka’nın düğününün ardından yansıyan anlarla bu hikâye bitiyor.
Japon Shunji Iwai’nin yönettiği bölümün hikâyesini Israel Horovitz yazmış. Kameramansa Michael McDonough. Bu etkileyici bölümde genç besteci David (Orlando Bloom), yüzünü hiç görmediği bir kızla, Camille’le (Christina Ricci) hep telefonlarla konuşur. David sevgilisinden ayrılmış ve boşlukta. Dave, John Lennon’un öldürüldüğü yerde elinde de Dostoyevski’nin “Karamozov Kardeşler” romanıyla Camille’i bekliyor. Camille dairesine geliyor ve bir aşk mı başlayacak? John Lennon’ı öldüren David Chapman, Lennon kaldğı oteli “Oz Büyücüsü”ne benzetir. Manhattan’ın ortasında gotik bir yapıya benziyor bu bina. Büyük yönetmen Roman Polanski bu binada 1968 yılında “Rosemary’s Baby – Rosemary’s Bebeği” filmini çekmişti. Polanski bu korku filminde şeytana tapanları yansıtmıştı. Charles Manson ve müritleri, Polanski’nin hamile eşini ve evdeki birkaç kişiyi vahşice katlettiler. Lennon’ın katili bu olayı fotğrafçıdan öğrenince Lennon cinayetine ruhanilik katmış kendince.
Fransız aktör – yönetmen Yvan Attal’ın yönettiği bölümde yalnızlığa ve aşksızlığa düşmüş bir yazarla, yazarın telekız olduğunu bilmeden diyalog kurduğu Çinli kızı etkilemeye çalıştığı bu an, bir kadının kalbine girme hallerinin belgeseli gibi. Bu hikâye de yarım kalıyor ve derinlikte bir yerlerde yine seyircinin karşısına çıkıyor. Antal’ın bir başka kısa hikâyesi: Aslında bu “New York, Seni Seviyorum” filminde sigara içme sorunlarının da altı çiziliyor alttan alta. Bu bölümde de bu fark ediliyor. Alex (Chris Cooper) restoranın kapısında sigara içerken yanına Anna (Robin Wright Penn) geliyor. Karşılıklı sigara içerken iki yabancının konuşmaları gibi birbirleriyle konuşuyorlar. Onlar karı – koca mıydı? Yoksa ayaküstü tanışan ve birbirine ısınan iki insan mı? Kafanız karışıveriyor. Bu bölümlerin de kameramanı Benoit Debie. Senaryoları da Olivier Lecot yazmış.
Filmin geçiş bölümlerinde kameralı bir genç kadının elinde kamerayla hep çekim yaptığını asla unutmayın. Belki de bu hikâyeler onun kamerasıyla yansıyordur, kimbilir.
Köpekli bir genç (Anton Yelchin) eczaneye girer. Genç, eczacı Riccoli’nin (James Caan) “engelli” kızını (Olivia Thrilby) baloya götürür. Bu hikâyenin finali sürprizli. Bu bölümü Amerikalı Brett Ratner yönetmiş. Senaryosunu Jeff Nathanson’ın yazdığı bölümün görüntüleriyse Pawel Edelman’a ait.
Allen Hughes’ın yönettiği bu bölümün senaryosunu Xan Cassavetes ve Stephen Winter yazmış. Görüntülerse Michael McDonough. Gecenin içinde metroda giden bir kadın Lydia (Drea de Matteo), tanıştığı genç adamla geçirdiği romantik anları ve bir anlık ilişkisini iç sesiyle sorgular. Aynı anda genç adam Gus da (Bradley Cooper), Lydia’yla sevişmelerini anar iç sesiyle. Kendini bir Bertolucci filmindeymiş gibi hissetmiş Gus. Gerçekten de bu bölümde “Bertolucci turuncusu” fark ediliyordu. Ayakları onu bir daha bulmak umuduyla gecenin içinde o bara götürür. Bekler. Umutsuzca dışarı çıkar. Taksi çağırır. Sonra Lydia gelir. Bu aşk belki de birkaç günlük değildir.
Anthony Minghela’nın senaryosundan çekilen bu bölümün yönetmeni Hintli Shekhar Kapur. Kameramansa Benoit Debie. Hikâye bir otelde geçiyor. Isabelle (Julie Christie) otele gelir. Yaşlı belboy (John Hurt) kadını karşılar. Genç belboy Jacob (Shia LaBeouf), Isabelle’in bavullarını odaya taşır. Kadın için bu oda hatıralarla doludur. Genç belboy ona hizmet eder, konuşur. Bu bölümün de finali sürprizli. En gizemli ve hatıralara saygı bölümü bu kısa hikaye. Isabelle, hatıralarını arıyor bu otelde, o odada. Geçmişte trajediler de yaşanmıştır belki.
Bu New York hikâyesinde Natalie Portman’ın da bölümü var. Senaryoyu da Portman yazmış. Kameramansa Jean – Louis Bompoint. Bu bölümde Dante (Carlos Acosta), küçük kız Teya’ya (Taylor Geare) bakıyor. Central Park’ta dolaşıyorlar. Akşam da kızı annesine bırakıyor Dante. Anne Maggie’yle (Jacinda Barrett) Dante arasında geçmişte bir şeyler olmuş mudur? Gizem, daima… Teya, Anne – Maggie’yle Dante’nin kızı değil miydi? Bu bölümün sonuna dikkat edilmeli belki. Dante iyi bir dansçı.
Fatih Akın’ın bölümü de gerçekten çarpıcı. Bu bölümün senaryosunu yönetmenin kendisi yazmış. Kameramansa Mauricio Rubenstein. Ressam (Uğur Yücel) New York’a gelir. Yerleşir. Aktar Çinli kızı (Shu Qi) keşfeder, aşık olur. Resmini yapar ve ölür. Bu bölümde ev sahibinde Burt Young oynuyordu. Fatih Akın, “Rocky” seriyalini seviyor sanki.
Geçiş bölümlerini çeken Randall Balsmeyer; Hall Powell, Israel Horovitz ve James C. Strouse’un senaryosuyla son hikâyeyi çekmiş. Kameramansa Michael McDonough. İki sevgili caddede tartışıyorlarken tanıklık ediyor buna yönetmen. Sarah (Eva Amuri), sevgilisi Justin’e (Justin Bartha) bu şehirden dışarı çıkamadıkları için hüzünlü kelimeler savururken, Justin’in Sarah’ya bir sürprizi oluyor. Çünkü aşk için her şeye değer. Bu bölümün ardından gelen bölümdeki yaşlı karı – kocanın hikâyesi her şeyi tamamlıyor sanki. Tartışmalar her devirde oluyor işte. Aslolan beraberlik, aşk ve saygı… Sevgi kazanıyor, daima…
En etkileyici bölümlerden birini Jashua Marston yönetmiş. Senaryosunu da yönetmen yazmış. Görüntülerse Andrij Parekh’e ait. Bu hikâyeyi etkileyici kılan, 63 yıldır evli karı -koca üzerine. Bu bölümde Eli Wallach (Abe) ve Cloris Leachman oynuyor.
Finalse yine Balsmeyer’in geçiş anıyla yansıyor. Kameralı kadın ve aktar Çinli kız. Sonra, acaba bu filmin hikâyeleri kameralı kadının yansıttıkları mı, diye düşünmeye başlıyorsunuz. Zeki anlatımı ve yaratıcı kurgusuyla birbirinden farklı estetiklerden gelen yönetmenlerin estetik yansıtışlarını bir bütünlük içerisinde ruh birliğiyle perdeden yansıtmak zorlu bir yolculuk. Bu filmin kurgusu, modern zamanların bu metropollerindeki ruh hallerini iyi yansıtıyor.
New York, Seni Seviyorum (New York, I Love You)
Konsept: Emmanuel Benbihy-Marina Grasic
Fikir: Tristan Carne
Geçiş Yönetmeni: Randall Balsmeyer
Geçiş Seraryosu: Hall Powell, Israel Horovitz, James C. Strouse
Geçiş Kameramanı: Michael McDonough
Yapım: ABD – Fransa (2009)
(19 Kasım 2010)
Ali Erden
sinerden@hotmail.com