Vay Arkadaş – Manik, Tik, Dildo’nun Heyecan Dolu Çekimleri Başladı

Yönetmenliğini Kemal Uzun’un üstlendiği, Vay Arkadaş – Manik, Tik, Dildo’nun çekimleri, İstanbul sokaklarında gerçekleştiriliyor. Yüksek egosuyla cezbeden Kazanova karakterli Dildo’nun (Mete Horozoğlu), imam hatip lisesi mezunu Tik’in (Fırat Tanış), her ortamda her durumdan kendisine potansiyel belâlar çıkaran, etliye sütlüye pek dokunmayan, içine kapanık Manik’in (Ali Atay), erkek gibi yetiştirilmiş komiser kızı Nil (Demet Evgar) ve arkadaşı Sevtap (Pamela Spence) ile kesişen yüksek tempolu hikâyelerini anlatan film kış sezonunda sinemaseverlerle buluşacak.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • 30 Temmuz 2010 Haftası

    “Anneler ve Kızları”, yazgıları birbirlerini etkileyen kadınların, şu tuhaf kozmik kurallar içinde varoluşlarını anlamlandırma çabaları boyunca çektikleri acılar ve kısa süren mutluluk zamanları üzerine… Yapım – yönetimde, tam bir Latin Amerikalı dayanışması ve duyarlığı… Naomi Watts’ın Samuel L. Jackson’ı ‘ele geçirdiği’ seks sahnesi, antolojik! Filmin süresi biraz uzun hissettirse de, sanıyorum ki kadın izleyiciler ‘kendilerini izledikleri için’ sıkılmayacaklar.

    “Başlangıç”, orijinal bir öykü sunuyor: Bir grup ‘soyguncu’nun rüya yapılandırarak ve saklı fikirlerini çalmak istedikleri kişiyi bu rüyaya dâhil ederek -daha çok- endüstriyel bilgi hırsızlığı yapması! Ve vurgulamak gerek ki, eksendeki ‘trajik aşk’ hikâyesi olayların seyrine direkt tesirde bulunduğu için, ‘olabildiğince’ gerçekçi aksiyon ve mecburen başvurulan dijital görsel etkilemeler, duygulara hizmet etmiş oluyor… Salt gösterişten ibaret bir film değil yani. Tabii ki, “Yurttaş Kane”den “The Matrix”e bazı filmleri anımsamak hoşunuza gidecek ve Leonardo DiCaprio’nun ‘önderliğindeki’ çetenin tüm mensuplarının performanslarıyla ‘uçar gibi’ sürükleneceksiniz.

    “Yepyeni Bir Hayat”ın yönetmeni, kendi yaşamından izler taşıyan filminde, “rol yapmıyor gibi” olan küçük oyuncusunun duyguları aracılığıyla Jinhee’nin dünyasına giriyor. Çok sevilen babacığı tarafından yetimhaneye terk edilmesinin, bu yeni ev ile sakinlerini tüm direnç – inadına karşın zamanla kabûllenişinin, yaşıtlarının hüzün dolu öykülerini öğrenmenin yüreğinde bıraktıklarının ve sonunda, yabancı bir ülkeye / yabancı bir aileye verilmenin onulmaz kırıklığının hikâyesi. Yönetmen için bir terapi, bizler için de terk edilmenin acısını daha iyi anlayarak merhametimizi çoğaltmamız için bir fırsat.

    (27 Temmuz 2010)

    Ali Ulvi Uyanık

    ali.ulvi.uyanik@gmail.com

    Yeniliklerin Adamı: Christopher Nolan

    Hayallerin gerçekleşmesinin mümkün olduğu bir dünyada insan aklındaki tek bir fikrin en tehlikeli silâh oluşundan esinlenen Nolan karanlık-vari olma özelliğini ceketinin sol cebine koyarak ser verip sır vermediği Inception ile yedi şiddetinde bir deprem yaratmayı hedefliyor.

    Hatırlarsanız gelmiş geçmiş en iyi kült filmlere aşık atarak, “babacan kült filmleri” tahtından indirme cesaretine sahip olan The Dark Knight, 2008 yılının en çok konuşulan filmlerinden biri oldu. Kimbilir, belki de Heath Ledger sayesindeydi… Bu başarı; dinamik ve ihtişamlı sahnelerde oldukça başarılı olan Nolan’a haz vermiş olacak ki, Nolan Inception gibi bir filmle yeniden beyazperdedeki yerini almaya hazırlanıyor. Inception’da teknolojik altyapı sayesinde perdede olan biten her şey bilimsel bir dayanak gösterilmeksizin aktarılıyor. Ve tüm bunların yaşanmasına patlak veren olayların bilinçaltında meydana gelmesi ya da gelecek olması “sürrealistik” dünyanın gizemini ön plâna çıkarıyor. Hem de bilim-kurgu tekniğiyle…

    “Sürrealistik” filmlerle insan bedeninin ve zihninin sınırlarıyla bir hayli uğraşan David Lynch’in özbeöz dünyasını Inception filmiyle kısa süreli ele geçiren Nolan bu kez hiç aşina olmadığımız bir boyutun kapılarını aralıyor. Nolan ve Lynch filmlerini izleyenler iyi bilirler. Özünde Nolan ve Lynch gotik motiflerle süsledikleri fantastik sahneleri, ucu bucağı olmayan bir labirentin içine yerleştirerek tasarlanması oldukça güç mizansenlerin öncülüğünü üstlenirler. Diğer bir taraftan da gerçekleşmesini asla tahmin edemeyeceğiniz olaylar perdede akarken, seyircileri alabora etmekten vazgeçmeyen Nolan ve sürprizli finaller hazırlamakta geç kalmaz. Zaten Nolan az zamanda çok yol kat eden nadir yönetmenlerdendir…

    Bilim kurgu kültürüyle beslenen yeni nesil seyirciler için hazırlanmış olan film; sığ sularda yüzmek yerine tıpkı Elm Sokağında Kâbus’da olduğu gibi, rüyalar aracılığıyla vuku bulan olayların daha derinlerine inerek, gerçekleşmesi muhtemel olan rüyaların önemini vurguluyor. Peki, ya o rüyalarınızı çalan bir hırsız varsa? İşte orası muamma…

    Uzmanlık alanı, zihnin en savunmasız olduğu rüya görme anında, bilinçaltının derinliklerindeki değerli sırları çekip çıkarmak ve onları çalmak olan Dom Cobb çok yetenekli bir hırsızdır. Casusluk dünyasında aranan bir oyuncu olan Cobb’a bu durumdan kurtulmasını sağlayacak bir fırsat sunulur. Ona hayatını geri verebilecek son bir iş, tabi eğer imkânsız “başlangıç”ı tamamlayabilirse…

    Inception’ı tek ana düşünsel figüre bağladığımızda günümüz çağında internet kullanarak bilgi hırsızlığı yapmak çok modayken, bu bilgi hırsızlığını bilinçaltı yoluyla yapıyor olmak ortaya atılan fikrin özgün olduğunu gösteriyor. Görünen o ki, yeniliklere açık olan ve yaratıcı yönünü kullanmakta sınır tanımayan Nolan, Batman projesinden evvel Inception’ı sinemaseverlerin dudaklarının kıyısına bir parça bal çalarak vizyona çıkartıyor. Hem de hiç vakit kaybetmeden…

    200 milyon dolar bir bütçeyle çekilen, başrollerini Leonardo Di Caprio, Marion Cotillard ve Ellen Page’in paylaştığı, yapımcılığını ve yönetmenliğini Christopher Nolan’ın üstlendiği Inception’i 30 Temmuz’da izlemek için şimdiden en ön sıralardan yerinizi ayırtmanız gerek. Demedi demeyin sonra!

    (28 Temmuz 2010)

    Arzu Çevikalp

    arzucevikalp@arzufilm.com.tr
    http://www.sinemasalyolculuk.com