Uzak Ufuklar

“4 boyutlu film izlemek için Singapur’a gittim” desem inanmayın. Çünkü Singapur’a gitme sebebim oğlumu ziyaret etmekti. 12 saat süren uçak yolculuğunu nasıl yapacağız derken sevgili Kayhan Kırmızıgül’ün Hong Kong Türk Filmleri Festivali daveti imdadımıza yetişti. Festival kafilesiyle birlikte uzun uçak yolculuğunu şen şakrak ve neşeli bir şekilde atlattık. Hong Kong’ta farklı ve çok güzel festival günleri geçirdikten sonra sevgili oğlumun çalıştığı Singapur’a avdet ettik. sadibey.com Singapur’a gider de sinemaları ziyaret etmeden olur mu, olmaz tabiki. Oğlum da hatırı sayılır bir sinemasever olduğundan önce beni Singapur’un en lüks sineması Golden Village Sineması’na götürdü. Doğal olarak filmler burada da dünya ile aynı anda gösterime girdiğinden ilk olarak Pers Prensi: Zamanın Kumları’nı seyrettik. Herhalde sinemanın ulaştığı en son nokta şu anda Golden Village Sineması’ndaki konfor. Koltuklar yatıyor, ayaklarınızı uzatabiliyorsunuz. Yan tarafınızda küçük bir masa, film başlamadan çerez, tatlı, yemek siparişi bile verebiliyorsunuz. Filmin belirli zamanlarında garsonlar sessiz bir şekilde istediklerinizi getiriyorlar, çömelerek servis edip yine sessizçe dışarı çıkıyorlar. Getirilen yiyecekleri sesli veya sessiz olarak yemek tabiki seyircinin efendiliğine kalmış. Yani sinema ne kadar lüks olursa olsun buralarda da haşır huşur yemek yeme meraklısı seyirci var.

Kısacası kim derdiki Sadi Bey 4 gözle beklediği (hakikaten 4 göz, çünkü Sadi Bey gözlüklüdür) Pers Prensi: Zamanın Kumları’nı Çinçe altyazılı ve İngilizce izleyecek. Netekim onuda yaptım. Sevgili eşim aksiyon filmlerini pek sevmese de artık Jake Gyllenhaal’ı Mahsun Kırmızıgül’e benzettiğinden mi filme pür dikkat kesildi, yoksa orijinal Jake Gyllenhaal’i çok beğendiğinden midir nedir filmi İngilizce sözlü ve Çince altyazılı izlerken, yarıya yakın bir yerlerinde “Film çok güzel, biz bu filmi izleyelim” demesin mi? Desin. “Hanım, zaten izliyoruz ya” dedim, gülüştük. 15 Haziran gibi İstanbul’a döndüğümüzde filmin gösterimi sürüyorsa Türkçe altyazı ile bir kez daha izleyeceğiz. Türkiye’deyken insan farkedemiyor, hani bazen Türkçe altyazıların kötü basılmasından falan şikâyet ederiz. Neredeyse perdenin üçte birini kaplayan Çince altyazıları görünce, “Aman dedim Türkçe olsun da, silik basılmış altyazı olsun” diyesim geldi.

Singapur’un havası aşırı nemli ve çok sıcak. Gün içinde neredeyse dışarıda duramıyorsunuz, o nedenle insanlar devamlı klimalı alışveriş merkezlerinde dolaşıp duruyor. Şehir çok temiz, caddelerde ilâç için tek çöp bulamıyorsunuz. Koskoca, 7 milyonluk şehirde toz olmaz mı? Yok. Keza şehirde toprak göremiyorsunuz, her taraf yemyeşil. Kaldırım inşaatlarında çıplak toprak üzerine branda geriyorlar. Adam neredeyse ormanın içini bile park gibi düzenlemiş ve bakımlı hale getirmiş. Hemen her gün yağmur yağıyor. Yağmur, bırak “bardaktan boşanırcasına”yı, sanki gökyüzünden şellâle (Semir Aslanyürek) şeklinde iniyor. Bu yazıya oturduğum 06 Haziran sabahı yarım saate yakın yağmur yağdı. Hani bu yağmuru alıp Afrikaya yağdırsan Büyük Sahra çölünü sularsın, o kadar yani. Burasını gören Türkler “Elin oğlu cehennemi cennete çevirmiş, biz ise cennet ülkemizi cehenneme çeviriyoruz” dermiş, hakikaten öyle. Gözünü sevdiğim Türkiye’nin havası, suyu, güneşi, yağmuru hepsi yeteri kadar ve dengeliymiş, oradayken farkedilmiyormuş.

Uzakdoğuda en önemli mesele yemek. Hong Kong’a giderken Kayhan Kırmızıgül arada sırada “Abi kaşarlı tost var, ister misin?” diye boşuna takılmıyormuş. Doğru dürüst yemek yiyemedik diyebilirim. Markette, şurada burada, bizim ülkede de satılan uluslararası marka yiyecekler bile insana 40 yıllık dost gibi geliyor. “Coca Cola’yı bile sevesim geldi” diyeyim de siz anlayın.

4 boyutlu sinema ve filmi görmek Singapur’un turistik adası Santosa’da kısmet oldu. Cine Blast adlı sinemanın 2 adet, farklı 4 boyutlu salonu var. İlk salonda 25 – 30 kişilik grubu önce küçük bir salona aldılar. Duvarlarında acemice çizilmiş, kızılderili kabilelerinin totem resimleri gibi resimler falan var. Sol üst taraftaki TV ekranında olayı anlatan kısa bir film gösterilmeye başlandı. Salonun karşımıza gelen kısmında, aşağıdan yukarıya doğru yükselen dumanın üzerine de aynı görüntü aksettirildi. Gümbür gümbür bir müzik eşliğinde tanıtım filmini ayakta izlerken, sükûtu hayale uğrar gibi oldum. Kişi başı 30 doları boşuna verdik diye hayıflanırken ışıklar yandı, başka bir salona alındık. Salona girdik, tam uzay üssü gibi. 6 kişilik localarda emniyet kemerli otomobil koltukları gibi koltuklar var. 3 boyutlu gözlüklerimizi taktık. Biraz sonra film başladı. Film olaya uygun özel bir film. Kütükler ormanın tepelerinden, nehirden sürüklenerek, vadilerden geçerek, yükselerek, alçalarak aşağıya doğru savrularak gidiyor. Biz seyirciler -afedersiniz- kütük pozisyonundayız. Oturduğumuz koltuklar bir öne, bir arkaya, sağa sola, filmdeki görüntüyle eşleşmiş bir şekilde savrulup duruyor. Keyifli bir 15 dakika geçirdik. Doğal olarak başlangıçtaki kanaatim değişti. Budur, derken ara oldu ve diğer salona geçtik.

Diğer salondaki film, Karayip Korsanları filminin bir çeşit parodisi gibi ve yine 3 boyutlu. Gözlüklerimizi taktık, kamera açık denizdeki korsan gemisine doğru zoom yaparken denizdeki dalgalarla birlikte salonun solundan, sağından rüzgâr esmeye başladı. Gemiye çıktık, kaptan tayfalara yumruğu sağdan yapıştırdıkça koltuğa sağdan bir darbe geliyor, soldan yapıştırdıkça soldan bir darbe geliyor. Gemi yanaştı, korsanlar hazine aramak için ormana daldılar. Orman bu, yolları otoban gibi dümdüz değilki, korsanlar koşarken çukara da düşüyor, ağaç dallarına da çarpıyor. Onlar çarptıkça bizim koltuklarda da aynı darbeler. Bir ara filmdeki çalıların arasında sürüngenler dolaşır gibi oldu. Salonda çığlıklar başladı. Koltukların altından hava püskürtmesiyle ayaklara sürünen birşeyler var gibi efekt yapıldı. Biraz sonra korsanın birisi nehire düştü, perdedeki sıçrayan suyla beraber salonun tavanından üzerimize su zerrecekleri döküldü.

3 boyutlu ve 4 boyutlu filmlerin seyri zevkli, fakat arada sırada seyredilebilirler kanaatindeyim. Henüz hiçbir başka boyutlu filmin 2 boyutlu normal filmin yerini tutacağını sanmıyorum. 4 boyutlu sinemanın yakında ülkemizde de yaygınlaşmaya başlayacağını, malzemelerin pazarlanma çalışmalarına başlandığı duyumunu aldım. Yurtdışında ise 5 boyutlu sinema çalışmaları da geliştirilmekteymiş. Hayırlısı olsun. Bundan 20 sene önce salonda film seyrinin tarihe karışacağı, sinema salonlarının tatlı bir anı olarak hafızalarda yerini alacağı söylenirdi. Sadi Bey ise taa o zamanlardan salonda film seyrinin yerini hiçbir şeyin tutayacağını ve hiçbir zaman sona ermeyeceğini söylerdi. 20 sene geçti hâlâ salonlarda zevkle film seyrediyoruz ve seyredeceğiz. Baksanıza Emek Sineması’nın yıkımını bile durdurduk. Ne güzel.

(06 Haziran 2010)

Sadi Çilingir

[email protected]