Invictus

Clint Eastwood yıllarca oyunculuğuyla bizi büyüledi, bir süredir de yönetmeliğiyle bizi memnun ediyor. Herhalde Akademi bu yüzden onu 4 kere Oscar’la ödüllendirmiş olsa gerek. Geçen yıl, basit bir öyküyü nasıl ustalıkla işlediğini Gran Torino’da (2009) görmüştük. Küçük, şirin bir filmdi ve kendisi gibi küçük mahallelerde nasıl önemli mevzuların gelişebileceğini anlatıyordu. Clint Eastwood’un yıllandıkça lezzeti artan filmleri arasında Absolute Power’ın (1997) da benim için her zaman önemli bir yeri vardır. Harika bir filmdir. Clint Eastwood bu yıl da karşımıza biraz daha ihtişamlı bir konuyla çıkıyor ama katiyen mütevazılığı elden bırakmıyor.

Invictus, Nelson Mandela’nın hayatından belli bir kesiti aktarıyor. Nelson Mandela zorlu yıllardan sonra Güney Afrika’da başkan seçiliyor ve yönetimin başına geçiyor. Gelin görün ki, her yer ilgilenilmesi gereken sorunlarla dolu. Hala beyaz-siyah çatışması bitmemiş durumda, en azından zihinlerde. Mandela sakinliğini koruyarak halkını, beyaz ve siyah tüm Güney Afrika halkını, bir araya getirmeye çalışıyor. Kimsenin aklına gelmeyecek bir noktadan yola çıkıyor: Güney Afrika Milli Ragbi Takımı’nı yeniden canlandırmaya karar veriyor. Takım fena durumda, dünyanın en zayıf takımı. Takımın çoğunluğunu beyazlar oluşturuyor ve gelen yeni sistemle siyah halk, takımı yeniden biçimlendirmek istiyor, hatta bayrağını ve renklerini de değiştirmek istiyor. Ama Mandela karşı çıkıyor. Yeni yönetimin bir tarafın gelip diğer tarafı sildiği bir sistem olmadığını, birleşerek güçleneceklerini anlatıyor. Mandela’ya göre takımı güçlendirmek sadece milli birliği sağlamayacak, ekonomik, askeri ve idari birçok alanda bütünleşmeye yol açacak. Sonra da önce takımın ve onlardan dolaylı tüm Güney Afrika halkının Ragbi macerasını izliyoruz.

Invictus, ustaca çekilmiş bir spor filmi. Ben meraklı olmama rağmen oturup futbol ya da basketbol maçı izlemem. İyi bir spor filmi ise ustaca çekilmiş spor sahneleriyle kotarılır. Hem öykü ustaca işlenmelidir hem de söz konusu olan spor tüm heyecanıyla, bol aksiyonlu sahnelerle beyazperdeye aktarılmalıdır. Ragbi ve kuralları hakkında çoğumuz bir şey bilmiyoruz ama kolaylıkla söyleyebilirim, Invictus’un tüm spor sahnelerini heyecanla izledim. Clint Eastwood her alanda iyi film yapabileceğini bir kere daha kanıtlıyor.

Başrollerde Morgan Freeman ve Matt Damon var. Morgan Freeman, Nelson Mandela rolünde, Matt Damon da ragbi takımının kaptanı François Pienaar rolünde. İkisinin de çok başarılı olduğunu ayrıca belirtmeye gerek yok. Pienaar, Mandela’nın zekâsından ve olgunluğundan ilham alıyor. Mandela, Pienaar’a iyi bir lider olması için yol gösteriyor ve ona Invictus şiirini hediye ediyor. Invictus William Ernst Henley’nin hasta yatağında hayata tutunmak için yazdığı bir şiir. Mandela da hapishane yıllarında bu şiirden sık sık güç alıyor. Aslında ilk başta isimsiz yazılmış şiirin Türkçe çevirisi şöyle:

Beni saran gecenin içinden
Mezar kadar kara, baştanbaşa,
Şükrederim, hangi Tanrılar verdiyse bana
Fethedilmez ruhumu.

Ne ürktüm, ne bağırdım,
Şartların pençesine düştüğüm anda bile.
Kaderin sopasıyla kanadı da başım,
Yine de boyun eğmedim.

Öfke ve gözyaşı dolu bu yerin ötesinde
Dolanıyor gölgelerin dehşeti.
Yine de korkmaz bir halde
Buluyor ve bulacak beni yılların yılgınlığı ve tehdidi.

Kapı ne kadar dar olsa da
Cezalarım ne kadar ağır olsa da
Kaderimin efendisi benim,
Ruhumun kaptanı benim.

Gerçekten güç, azim ve yaratıcılık geliştiren bir şiir. Filme de çok önemli bir katkısı var. Yalnız Clint Eastwood ne kadar başarılı bir yönetmen olsa da biz seyircide bazı eksiklik duyguları gelişiyor. Mandela’nın ailesiyle ilişkisi, dönemin çarpıcı olayları ve atmosferi filmde konu edilmemiş. Filmin amacının bu olmadığı ve her şeyi konu etmeye çalışırsa bulandırıp hiçbir şey işleyemeyeceği de düşünülebilir. Arada bir “bir şeyler eksik” duyguları çıksa da Invictus, Mandela’nın barışçıl dünyasında geçen çok iyi bir spor filmi.

Heyecanla Oscar’da hangi ödülleri toplayacağını bekliyoruz. Ayrıca Clint Eastwood son filmi Hereafter’ın çekimlerini bittiği haberleri geldi bile. Bakalım bu sefer bizi hangi dünyaya çekecek. O zamanda kadar Invictus’la güzel, heyecanlı ve düşündürücü 2 saat geçirebilirsiniz.

(03 Mart 2010)

Nur Özgenalp

Gurbet Kuşları, Filmi Halit Refiğ’in Anısına 16 Mart’ta Beykent Üniversitesi’nde

Beykent Üniversitesi tarafından her yıl düzenlemekte olan Türk Sineması Sevgi Günü kapsamında bu yıl Türk sinemasının ilk göç filmi Gurbet Kuşları izleyicilerle buluşuyor. Beykent Üniversitesi Ayazağa Kampüsü Konferans Salonu’nda 16 Mart Salı günü saat 14:00’de başlatılacak etkinlikte Gurbet Kuşları, Haremde Dört Kadın, Teyzem ve Hanım gibi Türk sinemasının önemli filmlerine imza atan ve geçtiğimiz yıl 11 Ekim’de kaybettiğimiz Halit Refiğ anılacak. Etkinlikte Gurbet Kuşları’nın başrol oyuncuları Tanju Gürsu, Filiz Akın, Cüneyt Arkın, Sevda Ferdağ’a Türk sinemasına katkılarından dolayı onur ödülleri verilecek.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Eyyvah Eyvah’ın Galası Yapıldı

    Hakan Algül’ün yönettiği ve başrollerinde Ata Demirer ile Demet Akbağ’ın oynadığı sezonun en iyi komedi filmi olmaya aday Eyyvah Eyvah’ın galası 23 Şubat akşamı İstinye AFM Sinemaları’nda cemiyet hayatının ünlü simalarının katılımıyla yapıldı. Çok beğenilen filmin Ata Demirer tarafından yazılan hikâyesi şöyle: Hüseyin, Trakya’nın bir köyünde ninesi ve dedesiyle büyüyen bir delikanlıdır. Hiç beklemediği bir olay onu köyünden ayırır. İstanbul’a gelen Hüseyin’e önce klarneti, sonra da şarkıcı Firuzan destek olacaktır. Hüseyin’le tanışan Firuzan’ın hayatına da macera ve neşe gelir.

  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Eyyvah Eyvah, Ekibi Bu Akşam Kanal 24’te

    26 Şubat’ta vizyona girecek olan Eyyvah Eyvah filminin oyuncuları Ata Demirer, Demet Akbağ ve Bican Günalan, Kanal 24 Sanat Takibi’ne konuk oluyor. Filmle ilgili eğlenceli detaylar ve bu keyifli sohbet 24 Şubat Çarşamba akşamı 20:15’te Merve Genç’in hazırlayıp sunduğu, Ediz Gülten’in yönettiği Kanal 24 Sanat Takibi’nde.

  • Fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Eyyvah Eyvah, Ekibi Bu Akşam Kanal 24’te yazısına devam et
  • Erkek Olmak İstemiyorum, Alman Kültür Merkezi’nde Gösteriliyor

    Alman Kültür Merkezi, Ernst Lubitsch’in filmlerini göstermeye devam ediyor. Lubitsch’in Erkek Olmak İstemiyorum adlı filmi 26 Şubat Cuma günü 19:00’da Türkçe altyazılı ve ücretsiz gösteriliyor. Filmin konusu şöyle: Zıpçıktı bir genç kız, onu evde eğiten öğretmenini atlatarak erkek kılığına girer ve Berlin gece hayatına karışır. Orada rastladığı ve onu tanıyamayan öğretmeniyle “erkek erkeğe” kardeşliğe ve dostluğa kadeh kaldırırlar. Bu durum bir sürü karışıklığa yol açar ve öğrenciyle öğretmen birbirlerine aşık olurlar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğrafa haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Erkek Olmak İstemiyorum, Alman Kültür Merkezi’nde Gösteriliyor yazısına devam et
  • Alkazar Sineması’ndan Veda

    Beyoğlu Alkazar Sineması’nın 01 Mart 2010 tarihinden sonra kapanacağını açıklayan sinema yönetimi sinemaseverlere bir veda mektubu yayınladı. Veda mektubu şöyle:
    “Mahalle bakkallarının toplumsal yaşamın önemli bir parçası olduğu yıllarda, Ferhan Şensoy, Kahraman Bakkal Süpermarket’e Karşı oyununu yazmış ve tiyatrosunda oynamaya başlamıştı. Alkazar Sineması’nı bütünüyle yenileyerek 28 Şubat 1994 tarihinde Germinal filminin gösterimi ile açılışını yaparak, yeni bir film programı anlayışı ile sinemaseverlerin hizmetine sunan biz Alkazar Sineması’nın yönetimi buruk bir hüznü tüm benliğimizle …”

  • Veda mektubunun devamı için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğrafa haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Alkazar Sineması’ndan Veda yazısına devam et
  • Pera Müzesi’nde Fransız Sineması

    Pera Müzesi, İstanbul Fransız Kültür Merkezi işbirliğiyle, 2010 yılı boyunca Fransız sinemasına ayrılan bir dizi film gösterimi düzenleyecek. Serinin birinci bölümünde dört film yer alıyor: Savaştan hemen önce çekilen Marcel Carné’nin neredeyse geleceği gören bir kötümserlikteki şiirsel gerçekçiliğin simgesel filmi Gün Doğuyor (1938) ve Jean Renoir’ın trajikomik ve aykırı filmi Oyunun Kuralı (1939); Vichy döneminden ise, ironik ve gerçekçi kırsal bir dram olan Jacques Becker’in Kırmızı Elli Goupi (1942) filmi ve dönemin dondurucu korku iklimini, küçüklüklerini ve ihbarcılıklarını yansıtarak sert bir toplumsal çözümleme getiren Henri-Georges Clouzot’nun filmi Karga (1943).

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Diğer basın bültenleri ve fotoğraflara haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Pera Müzesi’nde Fransız Sineması yazısına devam et