Sinemamız, başlangıçtan beri, hele Yeşilçam günlerinde, yaygın olarak bir öykü anlatım sineması olmuştur. Temelinde görsellik olan sinemanın bu özelliğine Yeşilçam’ın yaygınlaşmasından sonra fazla özen gösterilmemiştir. Kamera önünde realize edilen öykü, kimi zaman derli toplu, kimi zaman özensiz görüntülenerek, çoğunlukla da benzer öykülerin anlatılması ile -aşağı yukarı- otuz yıllık bir süre devam etmişti. Bu süreç içinde, benzer konuların -konular farklı da olsa fark etmeyeceği biçimde- bir anlatım diline, Yeşilçam Sineması denebilecek bir anlatım özelliğine ulaşılmıştır. Bu dil ile yapılan filmler içinde çok sağlam öyküler anlatan içi dolu dolu filmlerin yanında, bir filmlik süreyi dolduramayan, bu nedenle de yan öykülerle desteklenmiş veya uzatılmış, tekrara düşülen sahnelerle doldurulmuş anlatımlar da vardır.
Bu filmlerin üretim biçimleri de kendiliğinden biçimlenerek, düzenli şekilde işleyen bir sinema esnaflığı oluşmuştur. 80’li yıllarda sinema dışı gelişimlerinde etkisi ile temeli çok sağlam olmayan bu yapı yabancı sinema kuruluşlarının da piyasaya girmesi ile çözülmeye başlamış, 300’lere kadar ulaşmış film üretimi 20’li sayılara kadar düşmüş, fakat film üretimi hiç bir zaman sona ermemiştir. Bu düşüş yukarı dönüp çıkışa geçtiği zaman ise eski düzen mekanizmasını koruyamamakla beraber o günlerden kalma kimi yapımcıları ve o güne kadar çalışanların dışında piyasaya giren ve artık eskisi gibi bir birliktelik oluşturmayacak yeni oluşumların yapımları ile üretim sayısı her gün artmaktadır. Eski yapıya yapımcı sineması denirse şimdiki yapıya da -bir isim vermek gerekirse- yönetmen sineması demek, çok abartılmaması koşulu ile hatalı olmaz.
Sinemamızın bu yeni döneminde, yapım ilişkileri dışındaki değişiklikten başka, anlatım dilindede değişikler görülmektedir; sinemamızda hiç denenmemiş konuların ele alınması yanında en bildik beylik konularda daha önce denenmemiş biçimlerde sinemalaştırılmaktadır. Eskiden de -tutarlı- bir öyküsü olmayan filmler yapılmış ise de, o dönem içinde bu fazla itiraz görmemiş, boşluk dolduran filmler de arada kendisine yollar bulmuştur. Yeni dönemde yapılan “öyküsüz” filmler ise, yine itiraz görmemekle beraber, yeri geldiğinde aynı yıl üretildiği diğer yapıtların arasından sıyrılarak yukarılara çıkmakta, ilgi çekmekte ve kendini daha belirgin bir şekilde gösterebilmektedir. “Öyküsüz” film derken doğaldır ki, klâsik anlamda öykü içermeyen filmleri, yeni anlatım dillerini, şimdiye kadar sinemamızın ilgilenmediği konulardaki anlatımlarını söylemek istiyorum.
Bornova Bornova da bu yeni zamanın, içinde bulunduğumuz yılda üretilmiş yeni dönem filmlerinden biri. Daha önce Made in Europa filmini yönetmiş İnan Temelkuran’ın yeni filmi. Temelkuran birbiri ile ilişkili, çok farklı kişilerin yaşamından kesitleri bir öykü birlikteliği kaygısı taşımadan anlatırken, karşılıklı (diyalog) veya tek kişilik (monolog) konuşmalara dayandırılıyor. Ayağı kırılarak spor (futbol) yaşamı sona eren, yeni terhis Fare lâkaplı Hakan, sokakta gördüğü mahallesinin kızına aşık olur -da, o yaşta öyle nasıl saf ve bakir kalabilmiştir-, psikopat (ve iktidarsız?) Salih herkes öğüt verip, yalanları ile hava atar, parasız pulsuz felsefe doktora öğrencisi Murat ancak porno öyküler yazarak evinin kirasını karşılayabilmek için, dinlediği kimi gerçek, kimi uydurma belden aşağı “şey-leri” öyküleştirir, liseli Özlem okuduğu düz liseden üniversiteye geçme umudu taşımadan kurslara giderken, öfke içinde “atılan lâflara” cevap verir, bilardo’lu café-lere geyik muhabbetleri içinde hasbelkader arkadaşlara takılmak durumunda kalır… Filmlerimizde çatışmalar çoğunlukla üçgenler şeklinde oluşurken, buradaki kişiler bir çatışmaya girmeden bir dörtgen oluştururlar, bu düzgün bir dörtgen değildir. “Dörtgen”, Fare’nin Murat’a anlatırken Salih’e duyurduğu -uyduruk- öykü ile “küp”e dönüşür, ağır aksak giden öykü birden hacim kazanır… Aradan bir süre geçer, dingin bir düzeye kavuşmuş gibi duran Hakan ile Özlem, aradan Salih’in (Hakan tarafından öldürülür) çıkması ile (olayın tek tanığı) Murat’ın sultasına girmişlerdir. Özlem -üstelik- hamiledir…
Kadir Çermik, Öner Erkan, Damla Sönmez, Erkan Bektaş gibi oyuncular oyunlarının hakları verirken, Temelkuran yukarıda da değindiğimiz gibi diyalog ve monologa dayanan, düz, durağan sineması ile, yeni değilse bile, sinemamızda fazla kullanılmamış öykülemesi ile yeni filmleri için ümit verirken, temel çatışmaya denk düşmeyen -bakkal dükkanındaki konuşma- sahneleri ile altını çizdiğimiz “dörtgen”i bazı açılarından çarpıtıyor. Asgari bir süreyi tutturmayı anlıyorum, ama bunu öyküye yamalar yapılarak yapmamak gerektiğini de düşünüyorum. Bunların giderilmesi filmi -belki- biraz kısaltacaktır; ama buna rağmen, seyrettiğim andaki ilk intibam olan Bornova Bornova yeni bir kurgulanış ile -o fazlalıkların atılması ile- “çok güzel kısa film olur” düşüncesini şimdi, seyrinden sonra geçen kısa süreden sonra değiştiriyorum. (Bazı kısaltmalar yapılırsa ), Bornova Bornova -belki biraz kısa, ama- çok güzel bir film (olur).
Temelkuran, geri dönüşlerde, konuşarak, geri dönüşte, gösterilen olayı anlatan oyuncunun sesini verirken, zaman zaman dudak hareketlerini -özellikle- yaptırmayarak, flach back’e yeni bir biçim getirmiş, -ama flach back’lere genel eleştirimiz burada da geçerli, anlatıyı yapanın görüntü içinde olmaması gerekir, en azından yüzünün, eğer bir aynadan görmüyorsa- ama burada en azından bir değişiklik var, anlatılanların “oluş hali” öykü içinde yer almıyor.
(01 Aralık 2009)
Orhan Ünser