Kara Köpekler Havlarken, Kahire Film Festivali’nde

Kara Köpekler Havlarken, 10 – 20 Kasım 2009 tarihleri arasında düzenlenen 33. Kahire Film Festivali’ne davet edildi. Arap dünyasının vitrini sayılan Kahire Film Festivali, Festivals of the Festivals Bölümü’nde 2009 yılı içerisinde uluslararası festivallerde başarı kazanmış filmleri bir araya topluyor. Kara Köpekler Havlarken, bu seçkide Türkiye’yi temsil edecek. Film, iki varoş delikanlısı Selim ve Çaça’nın şehrin kanunsuzları arasından sıyrılarak yaptıkları sınıf atlama mücadelesini anlatıyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Sinemalife 2 Yaşında

    İkinci yılını dolduran online sinema dergisi sinemalife.com, Kasım sayısında Zeki Demirkubuz’un Kıskanmak filmini kapağına taşıyor. Dergide ayrıca, Altın Portakal ödüllü başrol oyuncusu Nergis Öztürk ile yapılmış keyifli bir söyleşi, film eleştirileri, vizyondakiler, sinema haberleri, pek yakında beyazperdede gösterilecek filmler de yer alıyor. Kült Diye’de Onur Ünlü imzasını taşıyan Polis, Replik de, yakın tarihimize ışık tutan, 120, Film Terapi de ise, Pandora’nın Kutusu yer alıyor. Yeni çıkan DVD’lerin tanıtımının da yer aldığı dergi bir tık uzağınızda.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğrafına haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Sinemalife 2 Yaşında yazısına devam et
  • Modern Zamanlar’dan 46. Portakal Özel Sayısı

    Yayın hayatını Antalya’dan sürdüren Modern Zamanlar Sinema Dergisi, 13. sayısını 46. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’ne ayırıyor. Dergi, 2009 yılını, Türk sinema tarihinin dünü ve yarınının şekillenmesinde çok önemli rol oynayan etkinliğin 46. yılında özüne dönmesi anlamında önemli bir dönemeçten geçtiği bir yıl olarak nitelendiriyor. Özel sayıda festival onursal başkanı Mustafa Akaydın, sanat yönetmeni Vecdi Sayar ve AKSAV ile yapılmış konuşmalar; Zahit Atam, Mustafa Sözen, Veysal Atayman, Akın Yıldız ve Engin Ayça’nın yazıları yanı sıra, Bir İlk Film-İki Yönetmen ve Enis Rıza Belgeselleri başlıklı değerlendirme yazıları da var.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Modern Zamanlar’dan 46. Portakal Özel Sayısı yazısına devam et
  • Tüm Şirketler

    Tüm Şirketler,
    30 Ekim – 05 Kasım 2009 Haftalık (Weekly),
    02 Ocak – 05 Kasım 2009 Yıllık (Annual), Eski Yıllar Yıllık (Ex Years Releases Annual), Hafta Hafta (Week by Week) Box Office listeleri için tıklayınız. Bu listelerden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi‘nin gösterilmesi rica olunur.

    Son Buluşma, 10 Kasım’da TV.de İlk Kez TRT 1 Ekranlarında

    Züğürt Ağa ve Selamsız Bandosu filmlerinin yönetmeni Nesli Çölgeçen’in yönettiği Son Buluşma, Atatürk’ün ölümünün 71. yıl dönümünde TV’de ilk kez, TRT 1 ekranlarında yayınlanacak. Kurtuluş Savaşı’nın son tanıkları, Gazi Ömer Küyük, Gazi Yakup Satar ve Gazi Veysel Turan’ın günlük yaşamları ve savaş yıllarına dair anıları Son Buluşma’da gözler önüne seriliyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Selim Evci’nin İkinci Film Projesi “Rüzgarlar”a Hollanda’dan Destek

    39. Rotterdam Uluslararası Film Festivali’ne bağlı gerçekleşen Hubert Bals Fonu’nun 2010 yılı projeleri için 380 başvuru arasından seçtiği 13 uzun metraj projeden biri olan Selim Evci’nin ikinci filmi Rüzgârlar’a, 10 bin avroluk senaryo ve proje geliştirme desteği sağlanacak. Evci Film yapımcılığında gerçekleşecek filmin senaryosu, yönetmen Selim Evci ile yazar ve fotoğraf sanatçısı Murat Yaykın tarafından birlikte yazılıyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Görsele haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Selim Evci’nin İkinci Film Projesi “Rüzgarlar”a Hollanda’dan Destek yazısına devam et
  • Cemal Şan’ın “Dilber’in Sekiz Günü” Filmine Norveç’ten En İyi Film Ödülü

    Bu yıl Norveç’te 11.si düzenlenen WT Os Uluslararası Film Festivali’nde yönetmenliğini Cemal Şan’ın yaptığı Dilber’in Sekiz Günü, En İyi Film ödülü aldı. Bağımsız filmlerin destekçisi olan festivalde ödül alan filmde Nesrin Cavadzade, Fırat Tanış ve Osman Akça başlıca rolleri paylaşıyorlardı. Bu yıl Moskova Film Festivali’nden sonra davet edildiği 2. festivalden ödülle dönen Dilber’in Sekiz Günü’nün senaryo yazarlığını ve yapımcılığını da Cemal Şan yapmıştı. Aşk üçlemesinin (kalp, akıl, ruh) son ayağı olan film böylece yurtiçi ve yurtdışı festivallerden 15 ödül sahibi oldu.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Beni Orada Arama (I’m Not There), Kanal 24’de

    Ödül rekortmeni filmler bundan sonra Pazar geceleri Tematik Film Kuşağı’nda Kanal 24 izleyicileriyle buluşuyor. Bu haftanın filmi Beni Orada Arama’yı film eleştirmenleri Alin Taşçıyan ve Star Gazetesi Müzik Editörü Ayşe Düzkan, Film Önü’nde değerlendiriyor. Yönetmenliğini Ediz Gülten’in, yapımcılığını Merve Genç’in yaptığı Film Önü, 08 Kasım Pazar akşamı 19:30’da; Tematik Film Kuşağı’nda Beni Orada Arama, 20:00’de Kanal 24 ekranlarında. Filmde usta Bob Dylan, 6 farklı oyuncu tarafından canlandırılıyor.

    Sinemamızın “Yönetmen” Doktorları

    Önce terminoloji… Üniversitelerde lisans eğitiminden sonra, akademik kadro içinde veya dışında yapılan çalışmalar sonucunda alınan bir ünvandır; “doktor-luk”. Doktor ünvanı almak isteyen, diğer bir deyişle, doktora yapmak isteyen kişi, seçtiği dalda yapacağı çalışma ile bu ünvanı alır. Ve bu ünvanın başında seçtiği branşı da kullanabilir. (Tıp doktoru, ziraat doktoıru, edebiyat doktoru, hukuk doktoru, sinema doktoru gibi…) “doktora” yapılan bu çalışmanın, işin adıdır.

    Sinema bir eğitim alanı olarak, uzun süre akademik ortamın dışında kalmıştır, genç yaşında sinemaya merak saran ve bu konuda eğitim almak isteyen Metin Erksan, o yıllarda sinema okulu olmadığı için, Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü eğitimini seçmek durumunda kalmıştır. (Konservatuarlardaki tiyatro eğitimini ileri sürecek olursanız, aynı şey olmadığını ve sinemanın hiçbir zaman tiyatronun alternatifi olmadığını söylerim.)

    Zaman içinde üniversitelerde sinema okulları açılmasına gelindi ve sinemamızın ilk akademik ünvanlı kişisi Prof. Dr. Âlim Şerif Onaran oldu. Onaran, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu bir kişi olarak bir süre kaymakamlık yaptıktan sonra Emniyet teşkilâtı içinde görev aldı ve Filmlerin ve Film Senaryolarının Denetleme Kurulu’nda (yaygın adı ile “sansür kurulu”nda) çalıştı. Bu sırada fark dersleri vererek aynı üniversitenin Hukuk Fakültesi’ni de bitirdi ve burada doktora yaptı, tezi “Sinematoğrafik Hürriyet” idi. Bu Hukuk Fakültesi’nde savunulup kabûl görmüş ve sahibine “hukuk doktoru” ünvanı kazandıran bir tezdir. (Bu konuda ikinci bir tez, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde “Mukayeseli Hukukta ve Türk Hukukunda Sinema Filmlerinin Sansürü” ismi ile Özkan Tikveş tarafından savunulmuş ve kendisine “hukuk doktoru” ünvanı kazandırmıştır.)

    Onaran, sonradan kuruluşunda yer aldığı Dokuz Eylül Üniversitesi Sinema Bölümü’nde, Lütfü Ömer Akad’ın Sineması kitabı ile doçent, Muhsin Ertuğrul’un Sineması kitabı ile de profesörlük payesi alır ve sinemamızın ilk akademik kariyer sahibi hocası olur. Onaran sinema konusunda birçok kitap daha yazacaktır, fakat yönetmenlik yapmamıştır. Bu okul sonradan bir çok sinema akademisyeni yetiştirmiştir. Bunlar içinde akademik ünvan sahibi Ragıp Taranç Bir Düğün Masalı (1993) isimli bir filmi öğrencisi Faik Kartelli ile çekerek yönetmenlikte yaptı. Yine bu okuldan Oğuz Makal, henüz gösterime çıkmamış Kumdan Kale (2007) filmini çekti. Sinemamızın akademik ünvan sahibi bir diğer yönetmeni ise, oyuncu, senaryo yazarı, yazar, Yavuzer Çetinkaya’dır. (1948-1993) Psikoloji eğitiminden ve sinema üzerine yüksek lisans yaptıktan sonra Fransa’da Sorbonne Üniversitesi’nde “günlük yaşamı sinema ile betimlemek” üzerine olan tezini savunarak, sinematoğrafi doktoru ünvanını aldı (1983) ve ülkemizdeki sinema çalışmaları arasında 1987’de Deniz Kızı isimli filmini yönetti.

    Zaman ilerledi, birçok sinema okulu açıldı, süreç içinde bunlar kendi akademisyenlerini yetiştirmeye başladılar. Bunlar içinde -benim izleyebildiğim kadarı ile- film yöneten başka akademisyen olmadı. Bu arada, devlet tarafından çeşitli dallarda faaliyet gösteren birtakım kişilere düzenlenen yasalarla, akademik ünvanlar verildi. Klüp Sinema 7’yi kurup geliştirerek Mimar Sinan Üniversitesi Sinema Televizyon Bölümü haline getiren Sami Şekeroğlu’na da Profesör ünvanı verildi.

    13.11.2009 günü, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi tarafından “sanata yaptığı katkılardan dolayı” tiyatro-sinema oyuncusu, yazar, yönetmen, senaryo yazarı Fikret Hakan’a “onursal doktor” ünvanı verildi. (Kendisini kutlarız.) Böylece Hakan, sinemamızın onursal doktor ünvanı alan ilk kişisi oluyor. (Yoksa, yıllar önce, ilerlemiş yaşında, sanata -özellikle tiyatro’ya, sinema çalışmaları dikkate alındı mı bilemem!- Muhsin Ertuğrul’a verilen fahri doktor ünvanı verilmesinden sonra ikinci mi oluyor?)

    Not: Sinemamızın bir de ‘tıp doktoru’ olan yönetmenleri var: Cüneyt Arkın ve Mustafa Altıoklar, ‘diş doktoru’ yönetmenleri: Arşevir Alyanak, Tunç Okan ve Ahmet Yüzüak, ‘pedagog doktor’u ise Nuran Şener.

    (15 Kasım 2009)

    Orhan Ünser

    10. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali’nde Kazananlar Belli Oldu

    03 Kasım’da başlayan 10. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali kapsamında düzenlenen Ulusal ve Uluslararası yarışmaların sonuçları açıklandı. Yaşar Üniversitesi Salonu’nda yapılan kapanış törenindeki açıklamaya göre Ulusal Yarışma En İyi Kurmaca ödülünü Barış Sahran’ın yönettiği Terlik, En İyi Animasyon ödülünü, Ayça Kartal’ın yönettiği Malfunction, En İyi Belgesel ödülünü ise Nurullah Dinçer’in yönettiği Özgürlüğe Mahkûm adlı filmler kazandı. Uluslararası Yarışma ödülleri ise Kurmacada No Way Through, Animasyonda The Werepig, Belgeselde A Casa dos Mortos adlı filmlere verildi.

  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    10. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali’nde Kazananlar Belli Oldu yazısına devam et
  • Sinemalarda Kıyamet Kopacak

    Bütün dünyada merakla beklenen ve internet ortamında dolaşan videoları bile on milyonlarca insan tarafından izlenen ve Maya takvimindeki 22-12-12 teorisini konu alan ‘2012’ filmi bu güne kadar dünyanın sonu ile ilgili yapılan tüm filmleri tahtından etmeye hazırlanıyor. Bu konuda tam bir baş yapıt olacağına kesin gözüyle bakılan filmin bu alanda tüm zamanların en iyi filmi olacağı tartışılıyor.

    Aylar öncesinden internette yayınlanan filmin fragmanı izlenme rekorları kırdı. 2012’yi işleyen kitaplarla birlikte bu tarihte ne olacağıyla ilgili büyük bir tartışmanın doğmasına neden olan film, harikulâde görsel şöleniyle izleyiciyi adeta koltuğa çiviliyor.

    Mayaların hazırladığı takvimde 2 bin 500 yıl önce öne sürülen kehanete göre 22 Aralık 2012 zamanların sonu olarak tanımlanıyor. Bilim insanlarının bu günün olağanüstü teknolojisini bile hayretler içinde bırakan güneş sistemindeki hizalanmayı hesaplayan Mayalara göre bu tarih insanlığın yok olduğu tarih.

    Yönetmenliğini büyük bütçeli felâket filmlerinin başarılı yönetmeni Roland Emmerich’in yaptığı “2012” isimli film, eski bir uygarlık olan Mayaların takvimine göre dünyanın sonunun geleceği teorisi üzerine kurulu. ‘2012’ Maya medeniyetinin kehanetinin gerçekleşmesini ve insanların hayatta kalma mücadelesini beyaz perdeye taşıyor. Başrolde John Cusack’ın olduğu filmin kadrosunda Thandie Newton, Woody Harrelson, Amanda Peet, Danny Glover, Oliver Platt ve Chiwetel Ejiofor ilk göze çarpan isimler.

    Küresel ısınmanın boyutlarının artık önü alınmaz bir noktaya geldiği tartışmalarının bilimsel çevreleri kara kara düşündürdüğü boyutuyla ele alındığında dünyanın sonunun bu yolla geleceği, ya da 4 büyük dindeki kıyammet inanışının öngördüğü gibi ele alındığında yine dünyanın sonunun geldiği belirtilerinin artık gün yüzüne çıktığı bir ortamda gösterime giren film, kullandğı teknikler, NASA gibi kuruluşların yıllardır gizli kapaklı işlerinin yarattığı merak ve süper güç olan ülkelerin politikalarına bakıldığında izleyiyici kara kara düşündürtüyor.

    Neresinden bakılırsa bakılsın yer küre için artık tehlike çanlarının çalıyor olması filmi son derece gerçekçi kılıyor. Bilgisayar ortamında hazırlanan muhteşem görsel yanıyla izleyiciyi büyüleyen film, gerçek çekimlerindeki zahmetle de dikkat çekiyor.

    Binlerce metre yüksekliğindeki dalgaların kentleri yuttuğu ve harekete geçen fay hatlarının yarattığı tsunami etkisiyle kutup noktalarının yer değiştirmesi ve büyük kara parçalarının su altında kalmasını engelleyemeyecek olmanın telâşıyla yüzleşen G8 zirvesinin Çin’de bir dağın içinde inşa ettiği devasa gemilere binebilenlerin kurtulacağı felâket, çeşitli ulusların insan ilişkilerini ve son nefesteki insan çaresizliğini de filmde görmek mümkün.

    Konunun ciddiyetine bakıldığında böylesine devasa bütçeli bir filmin yaratacağı etki de elbette merak konusu. Özellikle Holywood filmlerinin yıllar sonra gerçeğin ta kendisini anlattığının ortaya çıkması, izleyicide söz konusu gemilerin gerçek olup olmadığı sorgulamasına da neden oluyor.

    Süper güçlü ülkelerin politik çıkarları ve işin içinden çıkan hesaplamaları eşliğinde son derece başarılı bir bilim kurgu filmi olmasına karşın insan ilişkilerinin derinlemesne ele alındığı filmde meta kavramı da yeniden elekten geçiriliyor. Zira milyon dolarlık serveti olanların gemiye binmek için ödediği paralar ve sıradan insanların telâşı kapitalizmin çıkar çelişkisini gözler önüne seriyor.

    Filmde en dikkat çeken diyaloglardan biri de siyahi bir müzisyenin performans partneri olan beyaz için, “ben olmadan o tek başına ritim tutturamaz” cümlesi oluyor. Söz konusu felâketin uzun bir süre kamuoyunda gizlendiği ancak son anda ABD başkanının yaptığı duygusal konuşma ve diğer G8 liderleri gemiye binmesine rağmen ABD başkanının halkın içine karışıp ölmeyi tercih etmesi de ilginç bir anektod. Yine filmde ABD başkanının siyahi birinin canlandırıyor olması da dikkate değer.

    Oyuncu performanslarının göz doldurduğu ve senaryodaki alt metinlerin son derece tutarlı ve sağlam bir yöneliş izlediği filmde fragmanların uygulanmasında ise bildik Holywood hatalarına düşülmekten geri kalınmamış. Öyle ki filmin kahramanı arkasındaki dev ateş topları, hızla ilerleyen fay kırıkları ve dev dalgalardan her seferinde kıl payı kurtulmakta. Adım adım kendisini izleyen felâketi atlatan kahraman, gemiye de yine benzer tesadüfi kahramanlıklarla biner.

    Aynı zamanda batı toplumlarının aile kurgusuna da göndermelerde bulunan film, kentlerin yok oluşu, dalgaların uygulanması ve diğer tüm efektif sahnelerdeki sanatsal estetik açısından da oldukça başarılı. Türkiye’de de gösterime giren film bu üstün başarısıyla hem sinema salonlarında ve hem de gerçek hayatta adeta kıyammet koparacak gibi görünüyor.

    Filmin Künyesi

    Yapım: 2009 ABD, Kanada
    Tür: Aksiyon, Bilim Kurgu, Dram, Gerilim
    Yönetmen: Roland Emmerich
    Senaryo: Roland Emmerich, Harald Kloser
    Yapımcı: Roland Emmerich, Harald Kloser, Mark Gordon
    Görüntü Yönetmeni: Dean Semler
    Müzik: Harald Kloser
    Dağıtım: Warner Bros
    Süre: 2 saat 17 dakika

    Maya Kehanetine İlişkin Birkaç Not

    Mayalar, günümüz bilimcilerine şaşırtıcı gelecek bir şekilde Güneş’in, Samanyolu Galaksisi’nin merkezi ile uzun dönemlerde hizalandığını ve bunun sonucunda yeni bir çağın başladığını söylüyorlardı. Daha da ilginci, modern bilim tarafından yalnızca yakın bir zamanda keşfedilen presesyonu hesaplamışlardı. Mayalar, presesyonun, tam olarak 26000 yılda bir, büyük döngüsünü tamamladığını söylüyorlardı. Günümüz astrofizikçileri, yakın bir zamanda galaksimizin merkezinde bulunan karadeliğin dünyaya olan uzaklığını 26.000 ışık yılı olarak hesapladılar. Bu hesap, Mayaların M. Ö. 24.000 yılında başlayan içinde bulunduğumuz çağın, tam olarak M. S. 2012 yılında (Aralık ayı) biteceği yolundaki hesaplamalarına şaşırtıcı bir şekilde benzemektedir. Yaklaşık 26.000 yıl önce galaksimizin merkezinden yola çıkan ışık/enerji çok yakın bir zamanda dünyamıza ulaşacaktır ve Mayalar bu tarihin tüm insanlık ve dünya için büyük bir değişimin yaşanacağı çağ olacağını söylemektedirler.

    Maya Kehanetleri’ne göre 22 Aralık 2012 tarihi dünya için çok önemli. Çünkü bu dönemde içinde yaşadığımız çağ sona ererek yeni bir çağ başlayacak. Büyük bir tufanla gelecek olan bu yeniçağın ipuçlarını ise bilim adamlarına göre iklimsel değişimler sayesinde şimdiden gözlemleyebiliyoruz. “Beşinci kutupsal kayma” olarak adlandırılıyor bu değişim. Kutupların manyetik alanının değişmesiyle meydana geleceğini söyleniyor.

    Büyük tufanla gelecek olan yeniçağın ipuçlarını ise bilim adamlarına göre iklimsel değişimler. Mayalar 2012 için ‘zamanların sonu’ diyor. Fakat bu dünyanın top yekûn yok oluşu değil, bir fiziksel değişim. Daha önce yaşanan sanki tufan gibi düşünebiliriz. Bu fiziksel değişimlerle birlikte ruhsal değişimler de birbirleriyle orantılı devam ediyor. Her bir büyük fiziksel değişimlerle birlikte insanlık ruhsal değişimde yaşıyor. Şu ana kadar insanlar aşağıya inişi yaşadı. Bu yüzden 2012’yi Mayalar insanlığın yeniden yukarı çıkışın yaşanacağı bir çağ olarak tanımlıyor. Şimdiden bu bilinçlenmeyi gözlemleyebiliyoruz.

    Verilen bu tarihlemede iki yıllık bir hata payı bulunabileceği de gözardı edilmemelidir. Bunun sebebi Maya Takvimi’nin bizim kullandığımız Gregoryen Takvimi’ne çevrilişinde M. Ö. 1’den M. S. 1’e geçilmiş olmasıdır. Aradaki 0 atlanmıştır. Astrofizikçi Cotterel’in de belirttiği gibi şu anda bilimsel olarak ispat edilen dünyanın dört kez kutup değişimi geçirdiğidir. Günümüz insanları bunu yeni keşfetse de, Mayalar bunun farkındaydılar. Maya anlayışına göre, 6. Dünya 2012 yılında başlayacaktır.

    (14 Kasım 2009)

    İsmail Yıldız

    ismailsterk@gmail.com

    20 Kasım 2009 Haftası

    “7 Kocalı Hürmüz”, bir Türk vodvili. Yani hafif bir eser. Bu film, masal gibi tasarlanıp uygulanmış; yazık ki, içinden çıkılamamış bir sakillik örneği olmuş. Masal büyüsü içine girmemizi engelleyen unsurların başında, yuvarlatılmış dış hatların gözümüzün içine sokulması ama bu hoş deformasyonun ayrıntılara uygulanan bir stile dönüşememiş olması geliyor. Sonra, kostümler ‘ucuzcu’, ‘cırtlak’ ve tutucu… Şaşırtıcı şekilde -neredeyse- ‘kabak bir aydınlatma’ (Türk dizileri aydınlatması) mevcut… Ve eserin bütününe, klâs olmaktan çok uzak bir yaklaşım söz konusu!

    Âşık olacağı erkeği arayan / bekleyen cazibeli Hürmüz’ün gizli hüznü yok edilip, durum komiklikleri içinde koşturan şımarık kadın öne çıkarılmış, yani iyice yüzeyselleştirilmiş. Seyircinin gülmesini sağlayan ise ‘belden aşağı espriler’ sadece.

    Keşke plâstik olmaya çalışıp tuhaf bir temsile dönüşen yapımı, Şehir Tiyatroları sahnelerinde uygulamaya geçirseydi aynı ekip. Hiç olmazsa oyuncular ete kemiğe bürünür, ‘özellikle abartı yükledikleri’ oyunculukları kaba durmaz, sahnede bir anlam kazanırdı. Bir de “gökten herif yağacak” (yani “it’s raining man”) çok eğreti olmuş, bilesiniz.

    “Alacakaranlık Efsanesi: Yeni Ay”da taptaze aşk üçgeni kalbinizi burkacak: Güzel kız ölümlü olmaktan ölümsüzlüğe adım atmak isterken, 109 yaşını süren ‘genç vampir’ ise biricik sevgilisini korumak uğruna aşkını kalbine gömerek terk edecek onu ve yerli çocuk sahneye çıkarak hem kızı teselli görevini üstlenecek, hem de ‘ateş gibi yanarak’ -zaman zaman- kurt adama dönüşecek. ‘Soğuk’ ve ‘sıcak’ iki erkek oyuncu ile direkt genç kızları hedefleyen hikâye, ulu ormanı da kapsayan muhteşem doğanın içinde, iki kez Oscar adayı olmuş besteci Alexandre Desplat’ın Londra Senfoni Orkestrası tarafından yorumlanan müziklerinin rehberliğinde ilerlemekte… Ve garanti veririm ki, hedef kitlesini genişleterek izleyen herkesi ele geçirmekte.

    “Köfte Yağmuru”nda, GDO tartışmasının hararetle yapıldığı şu günlerde, sardalye balığından başka bir ekonomik geliri olmayan ve şimdi artık o da biten küçük kasabasını canlandırmak için, suyu her tür yiyeceğe dönüştüren bir makine icat ederek ‘haddini çok aşan’ sevimli mucidin öyküsünün anlatılması, anlamlı geldi bize… Belki tahmin ettiniz, yine zor bir işe soyunulmuş ve bilgisayar canlandırmasında bir adım daha atılarak, bulutların arasında konumlanan makinenin kasabaya yağdırdığı türlü yiyeceklerin anatomileri, tadını -neredeyse- damağınızda hissedebileceğiniz bir canlılıkta yaratılmış. Bu açıdan çok enteresan bir 3D deneyimi.

    “Kurtlar Vadisi: Gladio”, vatanını çok seven, ‘çılgın’ ve ruhsal anlamda soru işaretleriyle yüklü tiplerin, devletin derinliklerindeki birileri tarafından kullanılması ekseninde, yakın tarihin olaylarını -Ergenekon yapılanması denilen süreci de ihmal etmeden- ‘çıfıt çarşısı’ gibi bir senaryo / film ile gündeme getiriyor. Televizyon dizisinin bir bölümü gibi biçime sahip ve bilinenlerin dışında yeni bir teorisi yok! Yabancı bir seyirci izlese doğru dürüst bir şey anlayamaz. Oysa politik sinemanın iyi örnekleri sayesinde, örneğin yakın ABD tarihini -neredeyse- sinemadan öğrendik bizler. Ne olur biraz daha zeki filmler için uğraşılsın.

    “Yeni Yıl Şarkısı”, bir edebiyat eserinin, özü kavranıp muhafaza edilerek bir sinema yapıtına, kitap sayfalarındaki sözcüklerin de görsel dokuya nasıl dönüştürüleceğine dair çok önemli bir örnek; oyuncuların 360 derece içinde, bilgisayarlı kameralarla performanslarını yakalama tekniğine dayalı bir animasyon. Kendisi de küçük yaşlarda sefaletle tanışıp çalışmaya başladığı için, yoksulluğu – yoksunluğu ‘içeriden’ anlatan ve Victoria döneminin toplumsal sorunlarını en iyi betimleyen ‘büyük Charles Dickens’ın eseri, ölümün kimseyi affetmediği bu dünyada ‘iyi insan’ olmak üzerine. Jim Carrey’nin 7 rol birden üstlendiği film, yüksek düzeyde sinema yapıtı izlemek isteyen herkes için ideal.

    (22 Kasım 2009)

    Ali Ulvi Uyanık

    aliuyanik@superonline.com

    10. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali’nde Jüri Üyeleri Yarışma Filmlerini İzlemeye Başladı

    10. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali, Ulusal ve Uluslararası yarışma jürisi filmleri izlemeye başladı. Angela Haardt, Beyhan Büyükyıldız, Eray Makal, Ron Merk, Sadi Çilingir, Selahattin Yıldız, Temel Gürsu ve Tuna Kiremitçi’den oluşan jüri ilk olarak No Way Through, Pim Pam Pum, Das Protokoll Porque Hay Cosas Que Nunca Se Olvidan, Ona, Catharsis, Schizofrenia, Daniel’s Journey, Ink ve The Werepig adlı filmleri izledi. Yarışma sonuçları bugünkü gösterimler sonrasında 19:30’da Yaşar Üniversitesi’nde yapılacak ödül töreninde açıklanacak.

  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    10. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali’nde Jüri Üyeleri Yarışma Filmlerini İzlemeye Başladı yazısına devam et
  • Pembe İnek, Seul’de Türkiye’yi Temsil Ediyor

    Sağlığında kendini öğrencilerine adayan tiyatro ve sinema sanatçısı Aykut Oray ölümünden sonra da yurt içi ve yurt dışı festivallerde izleyici karşısına çıkmaya devam ediyor. Aykut Oray’ın öğrencisi Onur Gürsoy’un yazıp yönettiği Pembe İnek, 1425 uluslararası başvurunun yapıldığı, 05 – 10 Kasım 2009 tarihinde Seul’da düzenlenen Uluslararası Asiana Kısa Film Festivali’nde ilk 52 finalist arasına girerek Türkiye’yi Güney Kore’de temsil edecek olan tek kısa film oldu. Aykut Oray, Barış Yener ve Hilmi Özçelik’in başrollerini paylaştıkları film katıldığı birçok yurt içi ve yurt dışı festivalden ödüller almıştı.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Arka Pencere’de İkinci Perde

    Haftalık online film kültürü dergisi Arka Pencere, ikinci sayısında kapağına Breakfast At Tiffany’s’deki gardırobuyla modaya yön veren Audrey Hepburn’ü taşıyor. Müge Turan imzalı Modası Geçmeyen 11 Karakter yazısıyla da bu kapağı destekliyor. Burçin S. Yalçın’dan Kıskanmak, Burak Göral’dan Coco Chanel’den Önce ve Aşk Geliyorum Demez, Cem Altınsaray’dan Yasak Bölge 9, Murat Özer’den İncir Çekirdeği ve Mezuniyet filmlerinin eleştirilerinin bulunabileceği Arka Pencere, Tunca Arslan’ın Trendeki Yabancı köşesiyle spor yazarı İslam Çupi’nin ‘sinemacı’ yönünü yansıtıyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğrafına haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Arka Pencere’de İkinci Perde yazısına devam et