İncir Çekirdeği, Kırmızı Halı’da

Kanal 24, Kırmızı Halı bu hafta vizyonda yerini alacak olan İncir Çekirdeği ekibini ağırlıyor. Filmin senaristi ve yönetmeni Selda Çiçek, başrol oyuncularından Özgü Namal ve Derya Durmaz filme dair merak edilenleri anlatıyor. Merve Genç’in yapımcılığını üstlendiği; Ediz Gülten’in yönettiği Kırmızı Halı, 07 Kasım Cumartesi günü 09:20’de ve 00:30’da Kanal 24’te.

  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    İncir Çekirdeği, Kırmızı Halı’da yazısına devam et
  • Ustalara Saygı’da, Sinemamızın Unutulmaz Çiftleri

    Faruk Şüyün’ün hazırladığı Yeşilçam’ı Yaratanlara Saygı gecelerinin ilki, 09 Kasım Pazartesi akşamı saat 20:00’deBeşiktaş Belediyesi’nin Ortaköy Kültür Merkezi’nde sinemamızın ünlü ikilileri için gerçekleştiriliyor. Seyircileri sinemamızın tarihinde gezintiye çıkaracak olan kolajlarda Zeki Alasya – Metin Akpınar’dan Vahi Öz – Mualla Sürer’e, Vasfi Rıza Zobu – Münir Özkul’dan Perran Kutman – Müjdat Gezen’e, Kemal Sunal – Halit Akçatepe’den Adile Naşit – Münir Özkul’a komedi filmlerimizin güldüren ikilileri âdeta resmigeçit yapıyor.

  • Basın Bülteni
  • Kıskanmak

    Örik’ten, Nahit Sırrı Örik’ten başlamak istiyorum. İlk kez bir Honore de Balzac çevirisi okumuştum Örik’ten: Vadide Zambak. Bu romanın -Fransa’da- filmi yapılmıştır, bilmiyorum ama Örik’ten daha sonra okuduğum ilk telif eserin -bizde- filmi yapıldı. Sultan Hamid Düşerken / Abdülhamid Düşerken (Ziya Öztan). İlk isim romanın ilk yayınlandığı zamanki adı, sonradan -her ne hikmetse- adı ikincideki biçimi aldı ve filmi de bu isimle çekildi. Bu arada Örik’te yolculuğum devam etti, roman ve öykü olarak ulaşabildiğim eserlerini okudum, bu arada Kıskanmak’ı da okudum.

    Demirkubuz ile, Zeki Demirkubuz ile devam ediyorum. İlk filmi -epeyce sözü edilmişti- C Blok’un içine giremedim -ki bu filmi hem anlamadım, hem sevmedim; bir rastlantı sonucu kendisi ile tanışmak olanağım oldu, sadece tanıştık. Sonra -hâlâ unutulmayan- Masumiyet geldi. Filmin adının başına tire içinde yazdığımdan sonra, bu filmden daha nasıl sözedebilirim ki? Ama söz etmeden de geçemeyeceğim, filmi seyredince, -o unutulmaz- Halûk Bilginer’in Güven Kıraç’a yaptığı monoloğ’un başlı başına bir film konusu olduğunu düşündüm. Demirkubuz, -sinemamızda başka örneği var mı?- bu düşüncemi bende bırakmadı ve -bir filmlik flash back- olarak Kader’i yaptı. (Yoksa “kader”in başlangıcı mı?) Araya giren diğer filmlerini saymıyorum ama hepsini izledim, nasıl Örik -roman ve hikâye olarak- ne yazdı ise, okumaya çalıştımsa, Demirkubuz’da ne çekti ise izlemeye çalıştım.

    Kıskanmak’ın sinemaya uyarlanacağını, hele Demirkubuz tarafından yapılacağını öğrenmek, beni heyecanlandırdı ve beklemeye başladım. Filmin vizyon tarihi belli olduktan sonra, romanı yeniden okudum, Demirkubuz’un Kıskanmak’ına hazırlanmak için.

    Önce, Demirkubuz’a yapılan bir eleştiriye cevap vermek istiyorum. Film Cumhuriyet’in onuncu yılına ulaştığı bir zamanda geçiyor. Bu gün için, geçmiş bir tarih ve buna sadık kalınarak yapılacak bir film, ister istemez dönem filmi olacaktı. Filmin günümüze -adapte(!)- edilme önerisinde bulunanlar oldu. Yaprak Dökümü’nün ve Aşk-ı Memnu’nun (televizyonda da olsa) halleri ortada. Demirkubuz, romanın zamanına bağlı kalmış, çok da iyi yapmış. İlk defa, kendi özgün senaryolarının dışında kalan bir uyarlama yapmış. Yapmamalı mı idi, -her özgün yönetmen “o noktaya” gelebilir, bir Dostoyevski’ci olan Demirkubuz’un geldiği o noktada ilk önce Örik’e el alması da hiç beklenmedik bir şey değil.

    Romanların sinemaya uyarlanmaları, o romanı filme çekmek değil, sinemada yeniden “yazmak”, yeniden kurmaktır. Romana sadık kalınabilir, bu romancının adınında filme katılmasını haklı kılar ama romandan hareketle (esinlenmekle) “önemli değişiklikler” -eklemeler, çıkarmalar- yapılırsa, yine yazarın adı kullanılacaktır fakat bu kez roman, yeni bir forma girmiştir, yeni bir filme kaynaklık etmiştir.

    Kıskanmak (Demirkubuz) sinemanın gerekli kıldığı değişiklikleri yapan, romana sadık bir film. Seniha, ağabeyi ve yengesi yanında, kaderine razı, içine kapanık, evi idare eden, yaşamında zikzaklar olamayan biri gibi tanıtılır başlangıçta. Gün gelirde -ne oldum delisi- Nüzhet, Mükerrem’in yaşamına girene dek. Gözünün önünde oynanan oyunun farkına varınca, ağabeyine yönelik çocukluğundan kalma “kıskanmaları da” gün ışığına çıkar; -bunun filmde pek üzerinde durulmaz, belki romanda olmayan “fotoğraflara bakma” sahnesi dışında… Genç, güzel, dişi Mükerrem’in “eşine” ihaneti, ağabeyi Halit’i de hedefe koyan, ikisine yönelik bir sürecin başlamasına neden olur. Plânlı programlı intikam, “soğuk yenilmek zorunda kalınan bir yemeğe” benzetilir, Seniha’nın kıskançlığı da, bu kabil bir yemek yeme sürecidir. Üç kişilik aile dağılacak, Seniha yıllar sonra tek başına, bu kez ölümünün ağabeyinden önce olmamasını dileyecektir.

    “30’lu yıllarda” diye tarih belirterek başlayan filmdeki, konuşmaların şekli eleştiri konusu oldu. Nasıl konuşmaları gerekirdi? Zaten ağırlıklı olarak bugünki dil ile konuşuluyordu, araya serpiştirilmiş bazı konuşmalarda da o günlerin (30’lu yıllar) kelimelerinin kullanılmasına takınılmasını anlamak mümkün değil. Ayrıca kulağıma çarpan o eski kelimelerin yanlış kullanımları bile var -“kabil” olması gereken kelime bir yerde “kâbil” olarak kullanıldı…- (Bir tane daha var -dı?) Bunun bilerek mi yapıldığını düşünmedim değil…

    İlerlemiş yaşına rağmen evlenememiş Seniha, Mükerrem’in Nüzhet ile ilişkisini sezinledikten sonra, Mükerrem’in kendine açılmak istemesi üzerine konuşmaları sırasında, yıllar önce, hiçde beğenmediği bir adamla girdiği ilişkide “bakireliğini yitirdiğini” anlatır. Oysa -filmde olmayan- bir olay daha vardır, filmde ilk olduğunu söylediği ilişki ikinci bir ilişkidir. İlk ilişkisi, ağabeyi Halit’in yurt dışında tahsilde olduğu sırada, komşularından biri Seniha’ya talip olur, “erkek” çocuğun tahsilde olması nedeni ile, “çirkin” kız için yapılacak masraf göze alınmaz ve “gelen teklif” geri çevrilir ama Seniha talibi ile mektuplaşma fırsatı bulur ve bir gece bahçedeki kameriyede buluşurlar, Seniha bakireliğini burada yitirir. Bu komşu Cemil Şevket’tir. Cemil Şevket, Selim İleri’nin “Cemil Şevket Bey, aynalı dolaba iki el revolver” isimli romanının kahramandır ve -roman bir biyografi olmamakla beraber- Nahit Sırrı Örik’ten başkası değildir. Böylece Kıskanmak bir roman uyarlaması olmaktan başka ilginçlikler de içermektedir, içiçe geçmiş ilişkilerde.

    Final… (filmde) açılışta bir Cumhuriyet balosunda Zonguldak taşrasının ileri gelen ailelerinin hanımları ilginç bir diyalog içindedir. Konu, baloya henüz teşrif etmemiş olan, sonradan görme ailenin herkesi -özelliklede kadınları- kendine meftun eden ve onlarla bir süre “bıkana kadar” gönül eylendiren yaşı yirmilere ulaşmış hâlâ lisede okuyan oğulları Nüzhet’tir ve Mükerrem şehre geleli bir ayı geçmesine rağmen Nüzhet’i görmediği gibi hakkında da bir şey duymamıştır, o gece tanışacak ve ilk danslarını yapacaklardır. Kapanışda ise, (romanda) Zonguldak’tan aldığı yolcularla Trabzon’a giden gemi güvertesinde Seniha, Samsun’a gitmekte olan bir kısım pavyon kadınının konuşmalarına tanık olur, konuşulan Ayten isimli birisidir. Bir süre sonra Ayten de ortaya çıkar -Ayten artık saçları sarı olan- Mükerrem’den başkası değildir, o da Samsun yolcusudur. Ve Mükerrem / Ayten, Seniha ile konuşmalarını yaparlar. Demirkubuz ikiliye benzer bir konuşmayı -ikili arasında- yıllar önce, kopmaları sırasında yaptırır. Filmde ise bu konuşma, gemi güvertesinde değil salonundadır ve beraber çalıştıkları pavyon işleten bir kişiden söz ederler, Ayten olayı hiç yoktur. Film, -Dostoyevski’ye de ilginç gelebilecek bir son ile- gemi kamarasında ekmek arasını yemeğini yiyen Seniha’nın aklından geçenlerle bitiyor: “Önümüzdeki yıllarda, ağabeyimin ölümünden sonra olmak üzere gittiğim kasabada ölmek isterim.”

    Nüzhet… Romanlarda, tasvir edilen tipler / kişiler (kahraman) vardır, çoğunlukla da kadınlardan… Okurken -herkes gözünde farklı canlandırır ama- detaylı ve inadına kusursuz / güzel olarak verilirler. Kıskanmak’ta (Örik) bu, bu kez erkek (Nüzhet) olarak çiziliyor. Roman sinemaya uygulanırken “en zoru budur” sanıyorum, o tipi bulmak, oynamaktan önce bulmak, Kıskanmak’taki (Demirkubuz), Nüzhet; Kıskanmak’taki (Örik) Nüzhet değil… İki de (!?) roman var filmde, Seniha, Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza’sını okuyor. Seniha’nın Polathane’deki evinde raflardaki kitaplar arasında “şahaser romanlar” serisinden çıkan Tolstoy’un Harp ve Sulh’u vardı (diğer romanların yanında). Film 1930’larda (başlayıp) geçtiğine ve arada Halit’in yedi buçuk yıl hapis yattığını hesapa katarsak 40’lı yılların sonunda, -50’li yılların sonunda yayınlanmış bulunan- Harp ve Sulh (şahaser romanlar) romanı biraz erken elde edilmiş bir kitap oluyor… (Bu detay “eleştiri” değil!) Demirkubuz, romanı uyarlarken, tarihine bağlı kalmış, doğru yapmış.

    Kıskanmak tabii ki romanı ile karşılaştırılacak ama, o bir sinema ürünü ve finalin giderek etkisini artırışı, ilk gördüğümde şaşırdığım, giderek beğendiğim, kabûl ettiğim görüntüsü… bitirmenin, başlıbaşına bir “iş” olduğuna bir örnek.

    (12 Kasım 2009)

    Orhan Ünser

    Antakya Medeniyetler Buluşması Film Festivali, Kısa ve Belgesel Film Yarışması Başvuruları Sona Erdi

    T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla, Tike Medya Ajans tarafından organize edilen, Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından desteklenen Antakya Medeniyetler Buluşması Film Festivali kapsamında düzenlenecek ödüllü kısa ve belgesel film yarışmasına başvurular 30 Ekim 2009 tarihinde sona erdi. Yarışmalı bölümün ön eleme sonuçları 10 Kasım 2009 tarihinde, yarışma sonuçları ise 11 Aralık 2009 tarihinde yapılacak olan ödül töreninde açıklanacak.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • İstanbul Modern’de Konferans ve Film Gösterimi

    Bu yıl 06 – 15 Kasım tarihlerinde üçüncüsü düzenlenecek olan Amber Sanat ve Teknoloji Festivali kapsamında, İstanbul Modern’de iki günlük konferans gerçekleşecek ve dört siborg filmi gösterime sunulacak. Amberfestival, uluslararası sanat arenasının en güncel ürünlerini sunarken, uluslararası zeminde yeni işbirliklerine olanak sağlamayı hedefliyor. Festival kapsamında, İstanbul Modern Sinema işbirliğiyle, 06 Kasım Cuma günü saat 12:00, 13:30, 15:00 ve 17:00’de dört siborg filmi gösterilecek.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    İstanbul Modern’de Konferans ve Film Gösterimi yazısına devam et
  • Son Mevsim: Şavaklar, Almanya’nın İkinci En Büyük Festivali Mannheim-Heidelberg’in Ana Yarışmasında

    Bu yıl 58.si düzenlenen Mannheim-Heidelberg Film Festivali Berlin’den sonra Almanya’nın ikinci büyük festivali olma özelliğini koruyor. Yönetmenliğini Kazım Öz’ün yaptığı Son Mevsim: Şavaklar filmi festivalin bu yılki ana yarışmasına Türkiye’den seçilen tek yapım oldu. Yaratıcı bir belgesel olan film ayrıca ana yarışmadaki tek belgesel olma özelliğini gösteriyor. Son Mevsim: Şavaklar daha önce de Paris Film Festivali’nin ana kategorisinde yarışmış ve eleştirmenler tarafından övgüyle karşılanmıştı. Pek çok uluslararası festival tarafından davet edilmeye devam eden filmin festival yolculuğu süreceğe benziyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Dans Kamera İstanbul ’09’da 05 Kasım 2009

    Dans Kamera İstanbul 2009 Uluslararası Dans Filmleri Festivali devam ediyor. Bu gün 16:00’da Scrap Life, 20:00’de Pina Bausch Belgeseli gösterilecek. D. F. A. Seçkisi’nde ise Yağmur (The Rain), Tarih (Historia), Göster ve Söyle (Show and Tell), Hurda Hayat (Scrap Life) ve Çöküş İniş (Descent) adlı filmler gösterilecek. Gösterimler, Bilgi Üniversitesi Santral İstanbul Kampüsü ve CKM Caddebostan Kültür Merkezi’nde düzenleniyor. Biletix ve kapıdan temin edilebilen bilet ücretleri indirimli 8, tam 10 TL. Bilgi Üniversitesi Santral İstanbul Kampüsü’ne her 30 dakikada Taksim AKM önünden ücretsiz servis kaldırılıyor.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Arızalı Çiftler

    Peter Billingsley’in yönettiği ve Vince Vaughn, Jason Bateman, Jon Favreau ile Faizon Love’ın oynadığı Arızalı Çiftler (Couples Retreat), 25 Aralık 2009’da UIP Filmcilik dağıtımıyla UIP Filmcilik tarafından vizyona çıkarıldı.
    Arızalı Çiftler’de orta batılı dört çift, lüks bir cennet adaya hayatlarının gezisine çıkar. Çiftlerden biri evliliklerini kurtarmak için oraya giderken, diğer üç çift jet ski yapmak, spa’nın keyfini çıkarmak ve güneşte eğlenmek için yola çıkar. Ancak kısa sürede fark ederler ki, tatil köyünün sıradışı çiftler terapisine katılmak mecburidir. Bir anda, grup indirimi aldıkları tatilleri onlara pahalıya patlar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Ali Ulvi Uyanık Yazıyor
  • Diğer basın bültenlerine haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Arızalı Çiftler yazısına devam et
  • Belgeselciler Ayrımcılığa Karşı “Bir Şey Yapmalı” Diyor

    Yıllardır kurmaca film ve belgesel film arasındaki ayrım tartışılır. Seyirci belgeselleri sevmez, yapımcılar belgesellere para yatırmak istemez vs… Kısacası belgesel hep “öteki” muamelesi görür… Belgeseller sıkıcı ve didaktik bulunur. Çok da örneği vardır açıkçası… Ama kurmaca filmin kötüleri yok mu? Hem de dillere destan kötüleri var…

    Ayrıca son yıllarda belgesel film, klâsik görünümünden çok uzaklaştı. James Marsh imzalı Teldeki Adam (Man On Wire) ve Franny Armstrong imzalı Aptallık Çağı (The Age Of Stupid), belgesellerin de ne kadar dinamik olabileceğini gösterdi.

    Ülkemizden örnek vermek gerekirse Pelin Esmer’in 11’e 10 Kala’sı ve yılın en şahane filmlerinden Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan yönetimli İki Dil Bir Bavul, belgeseldeki tabuları yıkma yolunda önemli adımlardı…

    Geçtiğimiz günlerde İki Dil Bir Bavul’un yönetmenlerinden Orhan Eskiköy ile yaptığımız söyleşide kurmaca – belgesel kutuplaşmasını da konuşmuştuk. Eskiköy’e filmin başarısını sorduğumda, “Eğer filmimiz belgesel olarak görülseydi, fark edilmeyecekti” demişti… Sadece bu cümlede bile belgeseller üzerindeki ön yargıyı açıkça görmek münkün…

    Son olarak 46. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde belgesellerin gösterimi sırasında yaşanan bir takım sorunlar, belgesel yapımlara yaklaşım noktasında gün yüzüne çıkan somut durum, belgesel emekçilerinin rahatsızlığını son noktaya getirdi. Sinema dünyası ve festivallerdeki bu ayrımcı durumun düzeltilmesini isteyen belgeselciler, ilk olarak yine Altın Portakal çerçevesinde Porto Bello Otel’de bir toplantı düzenlemiş ve durumu tartışmıştı.

    Nihayetinde ülkemizdeki belgesel emekçileri bir şey yapmalı, bu iş bir dur demeli dediler ve kolları sıvadılar… Siz de www.belgeselfilm.org sitesini tıklayarak imza verebilir, kampanyaya destek olabilirsiniz… Daha sonraki adım ise basın açıklaması ve bir takım etkinlikler olacak.

    Her Yerde Etkinlik

    Büyük emek ve bütçelerle hazırlanmasına rağmen Türkiye’de belgesel yapımlara gereken ilginin gösterilmemesi ve özellikle festivallerde de sinema filmleri karşısında adeta üvey kardeş muamelesine tabi tutulan belgeseller, benzer nedenlerle seyirciye de yeterince ulaşamıyor. Aralarında Çayan Demirel, Metin Kaya, Metin Avdaç, Rodi Yüzbaşı gibi isimlerin de bulunduğu çok sayıda belgesel sanatçısı Antalya’da düzenledikleri toplantıda bu sorunları detaylıca tartışmıştı. İlgili kurum ve kimselerin dikkatini çekmek üzere şimdi de bir imza kampanyası başlatan belgeselcilerin amacı belgesel yapıma hakkettiği değerin verilmesi.

    Her yerde aynı ayrımcı tutumla karşılaştıklarını ve yapımlarına gereken saygının gösterilmediğini, festivallerde bile sürekli aynı ayrımcı tutumla karşılaştıklarını ifade eden, kampanya sözcülerinden Metin Avdaç, bu doğrultuda imza kampanyasının ardından bir basın açıklaması düzenleyerek, konuya dikkat çekeceklerini ve bir takım etkinlikler düzenleyeceklerini söyledi.

    Belgesellerini büyük bir emek ve çabayla hazırladıklarını ancak bunun karşılığını almadıklarını kaydeden Avdaç, festivallerin bu ayrımcı tutumunun ise artık kabûl edilemeyecek boyuta geldiğini, kamuoyunda belgesel dünyasına farkındalığı yaratmaya çalıştıklarını söyledi.

    www.belgeselfilm.org isimli web sitesi üzerinden yürütülen kampanyayı şimdiden onlarca belgesel gönüllüsü imzaladı. Hazırlanan kampanya metninde şu ifadelere yer veriliyor:

    Kampanya Metni:

    “Bizler açık bir bilinçle yaşadığımız toprakları yeniden tanımak, onları algı perdemizde duygularımızla, düşüncelerimizle harmanlayıp yaşanılır bir toplum gayesine hizmet etmek için belgesel film üretiyoruz.

    Ülkemiz koşullarında gösterim salonuna ulaşan bir belgesel filmin ardında ciddi bir emek süreci vardır ve bu büyük orada tek başına yürütülen bir çabadır. Maalesef ülkemizde belgesel sinemanın gücü henüz tam olarak algılanabilmiş değildir. Bu doğrultuda bilinmelidir ki zor koşullarda gösterime hazırlanmış bir çalışmanın hak ettiği değeri görmemesi bu emeğe saygısızlık olacağı gibi belgesel sinemanın ötelenmesi anlamına da gelir.

    Yukarıda özetlemeye çalıştığımız yaklaşımlardan hareketle belgesel sinema emekçileri olarak yıllardır festivallerde tekrarlanan eksiklerin, üretimlerin paylaşımında yaratığı tahribat hakkında farkındalık yaratmak için hazırladık bu metni.

    Filmlerimizin ülkemizde yapılan festivallerde gösterimi ile ilgili çeşitli sorunlar yaşamaktayız. Bu sorunların çözümü için önerilerimizi aşağıda sıralıyoruz Bu ülkenin düşünen insanları ve sinema emekçileri olarak bu konuda hassasiyet göstereceğinize inanıyoruz.’’

    Belgeselcilerin metinde yer alan önerileri ise şu şekilde:

    * Ön jüri bildiğiniz gibi çok sayıda film arasından bir seçki yapmak ile yükümlüdür. Bu yüzden izleyici ile buluşacak filmlerin belirlenmesinde oldukça önemli bir aşama olduğunu inanıyoruz. Bu doğrultuda ön jürinin bu farkındalığa sahip, mesleği yeterliliği olan, festivalin amacını kavramış kişilerden oluşması gerekmektedir.

    * Festivallere yolladığımız filmlerimizin akıbeti hakkında sağlıklı bilgi akışı olmalıdır.

    * Festival süresince gösterimlere katılım sağlanması için hassasiyet gösterilmesi oldukça önemlidir.

    * Filmlerin tanıtımı için kısa videolar hazırlanması, TV programlarında ve basın açıklamalarında belgesel sinemanın da yer alması, afişleme ve benzeri çalışmalarda belgesel filmlerin tanıtımı içinde hassasiyet gösterilmesi önemlidir.

    * Gösterimden önce filmlerin afişlerinin asılması ve hangi salonda gösterim yapılacaksa katılımcıların rahatlıkla fark edebileceği bir şekilde ilân edilmesi önemlidir.

    * Gösterimler filmin kalitesini düşürmeyecek şartlarda düzenlenmelidir. (DVD.den gösterim, kalitesiz projektör kullanımı gösterim kalitesini zayıflatır)

    * Teknisyenlerin kullandıkları programlar ve aletler hakkında yeterince bilgi sahibi olması ve mutlaka gösterimden önce testler yapmış olması gerekmektedir. Gösterim sırasında yaşanan aksilikler festivalin kalitesini de gölgede bırakır.

    * Filmlerin altyazılarında senkrona dikkat edilmelidir.

    * Kataloglarda, belgesel filmin adı, ekibi, gösterim saati, kısacası bir izleyicinin asgari düzeyde bilmesi gereken bilgilerin yer alması gerekmektedir.

    * Festivallerde belgesel filmlerin bölümleri ve temasına göre yarışma düzenlenmelidir.

    * Yarışma bölümüne seçilen filmlerin: En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Kurgu, En İyi Müzik ve En İyi Görüntü Yönetmenleri dalında ödül verilmelidir.

    * Festival komitesi bu konudaki hassasiyetlerini bütün festival emekçilerine iletmelidir.

    * İzleyici ile iletişim kurabildiğimiz yegâne mekânlardır festival salonları. Ancak tanıtım aksaklıkları, izleyicinin belgesele olan eksik yaklaşımı festivallerde izleyici sayısını iyice düşürmektedir. Çoğunlukla filmlerimizi biz bize izledik. Bizim için gösterimler kadar festivallerin belgesel sinemanın konuşulduğu, tartışıldığı bir zemin olması da önemlidir. Bu yüzden film ekiplerinden yönetmen dışında en az iki kişinin daha katılım sağlaması için gerekli koşulların oluşturulması ve festival süresince belgesel sinemanın konuşulacağı platformlar hazırlanması belgesel sinemanın ve dolayısıyla sinemamızın gelişimi için çok önemlidir.

    * Gösterimden sonra film ekibinin izleyici ile buluşması (Soru – cevap, tanışma) için uygun şartların hazırlanması gerekmektedir.

    * Bizler özgün bir sinemanın ancak kendi topraklarından beslenerek var olabileceğini biliyoruz. Üretimlerimizin sinemaya katacağı değerin farkındayız. Kameramızla toplumsal değişime – gelişime katkıda bulunacağımıza inandığımız için özelikle belgesel film üretiyoruz.

    Belgesel sinema bir tavırdır. Yaşamın gidişatına karşı alınmış bilinçli bir tavırdır. Belgesel sinema düşünmektedir, fark etmektir, tanımak – tanışmaktır, sahip çıkmaktır. Çabamıza sahip çıkalım.

    (12 Kasım 2009)

    Gizem Ertürk