“2012”de kopan kıyametin çıkış noktası, Maya takviminin bu yıl itibariyle sona ermesi; bilimsel olarak da gezegenlerin aynı hizaya gelip güneş aktivitesinin yükselmesi ve dünya kabuğunun yer değiştirmesine neden olması. Sinemada teknoloji çıtasını belli aralıklarla yükselten birkaç isimden biri olan Roland Emmerich, kentlerin yok olmasına neden olan depremler, yanardağ patlamaları, dev dalgaların başrollerde olduğu sahnelerde, izleyenin yüzüne şaşkınlıkla karışık bir hayranlık ifadesi yerleştiriyor. Fakat… Hem argümanları zayıf, hem de barındırdığı insan öykücükleri klişe bir film bu. “Tehlikede kalan ve son saniyede kurtulan insanlar”ı o denli sık kullanıyor ki, sıkıcılık tuzağına düşüyor. Kendi adıma, bittikten sonra arzuladığım, sadece müthiş felâket sahnelerinin arka arkaya montajlandığı bir versiyonu yeniden seyretmekti.
“Bornova Bornova”, darbe ile ardından bastıran -tamamen para endeksli- serbestliğin, Türkiye’nin genç insanlarını, hayattan kopuk ve tehlikeli nasıl apolitik birer ‘şey’e dönüştürdüğünü, usulca ama etkin şekilde örnekliyor. Diyalog yoğun filmi, neden sinema ekranında izlemem gerektiğini bilemiyorum fakat evde, dvd oynatıcıda geri-ileri alarak çok keyifle izleyeceğime eminim.
“The Watercolor – Suluboya”, el emeği ve bilgisayar teknolojisini sabır kozasında birleştiren karikatürist Cihat Hazardağlı’nın ortaya çıkarttığı rengârenk bir kelebek. Resim kâğıdı dokusunu aynen hissettiren dijital görüntülerde yer alan plânlardaki suluboya tabloların içine girerek izlediğiniz, sanata, aşka, büyümeye dair evrensel bir öykü. Doğaldır ki, su kenti Venedik’te geçiyor. Oyuncuların tümü de bir suluboya tablonun saflığına yakışır biçimde oynamış. Sinemamız için bir ilk olan “Suluboya”, yaratıcı, estetik, insanın içini ılık duygularla dolduran bir güzellik.
“Turnuva”, aklın sınırlarını zorlayan insan kötülüğünün bu son zirvesinde, tümü -neyse ki- profesyonel olan otuz katilin birbirlerini en vahşi yöntemlerle öldürme oyunu ve bu eğlenceyi genel / özel kameralarla izleyip üzerlerine bahis oynayan çok zenginlere verilen hizmet (!) tanıtılıyor. Yönetmen, vicdanı temsil eden alkolik bir rahibi hikâyeye karıştırıp, bu karakter sayesinde, en vahşi katilin bile içinde ahlâki kırıntılar kalmış olabileceği umudunu taşısa da, esasen, tavizsiz şiddet ve sıkı aksiyonun sunulduğu bir seyirliğe imza atmış; ilk saniyelerden başlayarak hiç duraksamadığını söylemek mümkün.
(11 Kasım 2009)
Ali Ulvi Uyanık
Sevgili Ali, eleştirine Kur’an’dan alınan teşbihleri de ekleseydin çok daha iyi olurdu. Bu eklektik tutum insanı sinirlendiriyor. Bilmem sen de sinirlendin mi?