Yönetmen Gerald McMorrow’un ikinci filmi olan Franklyn bir çok farklı öğenin karışımından oluşan bir film. Öncelikle Franklyn iki ayrı dünya arasında içiçe geçen öyküleri anlatıyor. Dünyalardan biri günümüz Londra’sı, diğeri de Meanwhile City adındaki, inanç ve dinin hüküm sürdüğü, hem geçmişten hem de gelecekten sinyaller veren bir metropol. Meanwhile City’de bir inancı ya da dini olan kişi kendine yer bulabiliyor. Herkes istediği inancı seçebiliyor ya da istediği zaman inancını değiştirebiliyor. Önemli olan sonunda bir inancının olması. Londra’da inancını yitiren insanlar dolaşırken, Meanwhile City’de bir inanç patlaması yaşanıyor.
Franklyn’in dört ana karakteri var. Körfez Savaşı gazisi Esser, Meanwhile City’de kayıp oğlunu arıyor. Aynı zamanda koca Meanwhile’ın inançları reddeden tek üyesi dedektif Preest intikam peşinde koşuyor. Başına kimliğini belli etmeyen bezden bir maske takan Preest, Individual (birey) adındaki suçluyu arıyor. Tüm bunlar olurken günümüz Londra’sında Milo evleneceği kadın tarafından terk ediliyor. Milo tekrar aşk, sevgi gibi güçlü duyguları hissedebilecek mi anlamaya çalışıyor. Güzel sanatlar öğrencisi Emilia, tüm ruhsal halini içine boca ettiği intihar konulu sanat projeleri üretiyor. Bir yerden sonra projelerin mi ruh halini oluşturduğu, ruh halinin mi projeleri oluşturduğu belirsizleşiyor ve tıpkı bu paralel iki dünya gibi Emilia’nın da dünyası birbirine geçmeye başlıyor.
Franklyn film okumaktan zevk alan birisi için bol sembolik malzeme barındırıyor. Aslında herkes kendine has tanımı olan bireyi arıyor ama birey olmak suçlu olmak anlamına geliyor. Herkesin popülerleştirdiği inanç sistemleriyle ortak noktalarda buluşup, kendilerini dev aileler içinde hissettikleri bir ortamda birey olmak dışarıda kalmak anlamına geliyor. Preest bir kelime oyunu olarak İngilizce Rahip anlamına gelen Priest’e çok benzer bir isim taşıyor. Kendi isminin tanımı bir inanç sisteminin temsilcisiyken kendisi inancı reddediyor. Preest de aslında içinde bulunduğu ortamın biricik değer yargısını, yani inanç sistemlerini reddederek bireyleşiyor ve peşinde olduğu kişiye dönüşüyor. Aynı şekilde Emilia da sürekli intihar üzerine proje üretiyor ve intihar ediyor. Yalnız her intihar denemesine başlamadan önce ambulansı arıyor ve kendisini kurtarmalarını sağlıyor. Sanat üretmek kendinden sonraki nesillere yaratılan ürünle kalmaktır. Yani bir çeşit ölümsüzlüktür. Emilia intihar ederek ölümsüzleşmeye çalışıyor.
Franklyn ilginç bir deneme. Tüm bu sembollerle filmi seyretmek ve okumaya çalışmak bir noktaya kadar eğlenceli. Yönetmen bize İngiliz bilim kurgu, Film Noir ve çizgi romanvari bir atmosferi başarıyla içiçe sunuyor. Yalnız öyküler birbirlerine öyle karışıyorlar ki sondaki süprizi fark etmek zorlaşıyor. Filmin tüm ihtişamlı atmosferine karşın izlenmesi epey zor. Film sanki uzuyor ve gitgide sıkıcılaşıyor. Sıcak yaz günlerinde karanlık bir sinema salonunda, çoğunlukla soğuk renklerin kullanıldığı bir film izleyip biraz serinlemek isteriz diyenler deneyebilir.
(16 Ağustos 2009)
Nur Özgenalp