Gomorra

Matteo Garrone’nin yönettiği ve Salvatore Abruzzese, Simone Sacchettino, Salvatore Ruocco ile Vincenzo Fabricino’nun oynadığı Gomorra (Gomorrah), 21 Kasım 2008’de Özen Film dağıtımıyla AFS Film tarafından vizyona çıkarıldı.
İtalya’da organize suç örgütü Gomorra tarafından öldürülen insanların sayısı 4.000’i bulmaktadır. Gomorra sadece yasadışı uyuşturucu ve silâh trafiği ya da haraç almakla para kazanmaz, her sektörde faaliyet göstermektedir. Bu filmde izlenen öyküler, gerçek hayattan alınmıştır. Tüm bunlar, Napoli’nin Scampia mahallesinde ya da Caserta’da yaşanmıştır.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Ali Ulvi Uyanık Yazıyor
  • Diğer basın bültenlerine haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Gomorra yazısına devam et
  • Aramızda Casus Var

    Joel Coen ile Ethan Coen’in yönettiği ve George Clooney, Frances McDormand, Brad Pitt ile John Malkovich’in oynadığı Aramızda Casus Var (Burn After Reading), 28 Kasım 2008’de Tiglon Film dağıtımıyla Tiglon Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Alkolik olduğu gerekçesiyle CIA’deki işinden kovulan emekli ajan Ozzie Cox, intikam almak için bildiği gizli bilgileri bir cd.ye kaydeder. Cox’un boşanmanın eşiğinde olduğu eşi Katie cd.yi çalar ve gittiği spor salonunda unutur. Salonda çalıştırıcı olan Chad ve aynı yerde yönetici olarak çalışan Linda, Chad’in tesadüfen bulduğu cd ile Cox’a şantaj yapmaya başlarlar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Ali Ulvi Uyanık Yazıyor
  • Diğer basın bültenlerine haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Aramızda Casus Var yazısına devam et
  • Limon Ağacı

    Eran Riklis’in yönettiği ve Hiam Abbass, Doron Tavory, Ali Suliman ile Rona – Lipaz Michael’ın oynadığı Limon Ağacı (Etz Limon – Lemon Tree), 27 Şubat 2009′da Tiglon Film dağıtımıyla Bir Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Limon ağaçlarını korumak için İsrail devletiyle mücadele eden Filistinli Selma’nın hikâyesi. Duvarın İsrail tarafına İsrail Savunma Bakanı bir villa inşa edince, ulusal güvenliği tehdit ettiği gerekçesiyle Selma’nın limon bahçesinin yıkılmasına karar verilir. Hakkını ve limon ağaçlarını korumak isteyen Selma’nın davası uluslararası bir hadiseye dönüşür.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb
  • sadibey.com yazarlarının eleştirileri ve diğer basın bültenleri ve haberlere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Limon Ağacı yazısına devam et
  • Bunları Yazmak Gerek 5: Sızıldanmayın, Sendikanızı Destekleyin!

    Mesleğimiz salt ‘film eleştirmenliği’ değil malum, sinema yazarlığı! Dolayısıyla sinema başlığı altındaki her konu ilgi alanımıza giriyor. Bir süredir rahatsız olduğum bir konuyu açmak istiyorum. Sinema sektöründeki emek sömürüsü! Özellikle süreleriyle ilgili sırrı çözemediğim (öyle ya kim izler reklâmlar dâhil iki saat civarında bir dizi bölümünü, insan fenalaşır falan yahu!) dizilerde çalışanların şikâyetlerini sağda solda duyuyoruz; ya da koca koca yıldızların yakınmaları: “Yapımcı paramı vermedi” vs. diye. İş magazine yansımış, yazılıyor çiziliyor; oysa “kelin merhemi olsa başına sürecek”. Magazin, basındaki emek sömürüsünü, sendikasızlığı falan yazsa ya! Oysa sinema emekçilerinin 30 yıllık, önemli başarılara imza atmış bir sendikası var! Adı, Sine – Sen (Türkiye Sinema Emekçileri Sendikası). Genel Başkan Yusuf Çetin’i tanıdım; çok dinamik bir insan. Ve en az onun kadar aktif Genel Sekreter Ahmet Keskin de, herkese her an yardımcı olmaya hazır. Yeter ki sendikaya destek olunsun, gelinsin ve güç birliği yapılsın! Türkiye’deki yaklaşık altı bin çalışandan yarısı üye olsa da maalesef sendikanın etkin olması için gayret gösteren üye sayısı çok değil. Oysa Batı’da sendikasız bir sinema çalışanı bulmak pek olası değildir.

    Hem mesleki tanımlamaların doğru yapılıp kalifiye olmayan elemanların ayıklanması yani sendika üyesi olmayanların çalıştırılmaması, hem ücret sömürüsüne meydan verilmemesi, hem yasal çalışma saatlerine uyulmasının sağlanması, hem de disiplin içeren ilkelerin sektöre yerleşmesi için, herkesin bir araya gelmesi şart! Öyle birkaç kişi toplanıp mızıldanmakla hakların elde edilmediğini bilmek gerek. İş yasası, çalışanların lehine bir dizi madde içeriyor. İşveren sömürüyorsa herkes sendikasını destekler ve parayı ellerinde tutanlar da hizaya gelir! Bu iş bu kadar basittir. Sine – Sen’in kapısı açık. Gidin, başvurun, sömürtmeyin kendinizi. Ama sendikanızı yalnız bırakıyorsanız da, lütfen sesinizi kesin o zaman; sömürülmeye devam edin… Hani, kırmızı halılarına kadar, Hollywood’dan taklit ettiklerimiz çoktur ya! Belki etkilenirsiniz diye kısaca IATSE adlı birlikten bahsedeceğim (dikkatli seyircinin jeneriklerde logolarını gördüğü IATSE’nin sitesinden -zahmet etmeyin diye- sizin için derleyip özetledim bilgileri). Lütfen dikkatle okuyun; bakınız üyelere nasıl vurgu yapılıyor. Üstelik bunu taklit etmeye gerek yok. Sine – Sen’e tam destek verin yeter!

    IATSE

    The International Alliance of Theatrical Stage Employes (Uluslararası Sahne Çalışanları Birliği)

    IATSE, sinema teknisyenlerini, oyuncuları ve ilgili meslekleri icra edenleri kapsıyor.

    Amerikan İşçi Federasyonu tarafından 1893 yılında kurulmuş olan bu birlik Kanada’yı da içine almaktadır.

    115 yıldan beri varlığını sürdüren ve gelişme gösteren birlik, 1995 yılında şu anda kullanılan ismini almıştır.

    Kurulduğundan beri çok farklı sektörler de birliğe üye olmuştur: Sinema, TV yapımlarının yanı sıra, ürün tanıtımları, şovlar, kongreler, casino, bilgisayar, grafik v. s.

    Birliğin en temel gücü, tüm üyeler ile birlikte tam bir bütünlük ve uyum içinde hareket edilmesinden gelmektedir.

    Sendika üyeleri, Kuzey Amerika’nın en iyi çalışma şartlarına sahipler. Yerel ve bölgesel kontratlar genel ofis kontrolünde ciddi bir şekilde yürütülmektedir.

    Teknolojik gelişmeleri gecikmeksizin takip etmek, üzerinde durulan en önemli konulardan biridir. Bu sayede birliğin gücü muhafaza ediliyor ve yapılan ikili görüşmelerde birlik güçlü kılınmış oluyor.

    Geçmiş zaman süresince, hem hakların korunması hem de yeni üyelerin kazanılması en öncelikli konulardı. Ancak bu yeterli değildi. Son yıllarda, birliğe üye olmayan çalışanların organize edilmesinde de adımlar atılmıştır. Hem yerel hem de uluslararası sorumluluktaki birimler, sendika taahhütlerini sektördeki tüm çalışanlara iletmektedirler.

    Birliğe katılım ve birlik içindeki demokrasi, en önemli yapı taşlarıdır. Tüm yerel sendikalar kendi bünyesinde bağımsızdırlar ve bu, önemli yapı taşlarını daha da iyiye taşımaktadır. Yerel sendikalar bünyesinde üye olan kişiler, seslerini rahatlıkla duyurabilmeleri için, uluslararası birlik birimlerinden de destek görmektedirler. Birliğin amacına ulaşmasının en itici gücü üyelerdir… Lokal ve uluslararası sendikaların işleyiş sistemleri tüm detayları ile kanunlarda belirtilmiştir…

    Tüm bu zaman içinde başarılı bir organizasyon, birliğin en önemli kazanımıdır ve bu şekilde devam etmesi hedeflenmektedir.

    (02 Kasım 2008)

    Ali Ulvi Uyanık

    aliuyanik@superonline.com

    Es Yayınları

    Es Yayınları sinema kitaplarının tanıtım bültenleri ve kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Yeni eklenenler:
    Kısa Filmin Öyküsü 2,
    Yeşilçam’dan Bir Portre: Ayhan Işık,
    Enis Batur’dan Sinema Yazıları,
    Üçüncü Sinema ve Üçüncü Dünya Sineması,
    Pier Paolo Pasolini Kitabı,
    Hollywood Sineması,
    Bir Michelangelo Antonioni Kitabı,
    Gündüz Güzeli Çekim Senaryosu,
    İlk Türk Filmleri.

    Es Yayınları yazısına devam et

    27. İstanbul Kitap Fuarı’nda SİYAD Panelleri

    SİYAD (Sinema Yazarları Derneği), 01 – 09 Kasım 2008 tarihleri arasında düzenlenecek 27. Istanbul Kitap Fuarı’nda iki panel gerçekleştiriyor. Ayrıca SİYAD’a ayrılmış olan bir standda 40 Yılın Serüveni adlı kitabın satış ve tanıtımı yapılacağı gibi üyelerin kitaplarının da sergilenmesi düşünülüyor. Marmara Salonu’nda 01 Kasım, 16:45 – 17:45 saatleri arasında Ayla Kanbur’un yöneteceği Onat Kutlar Sineması paneline Atilla Dorsay, Burçak Evren ve Necla Algan; 02 Kasım, 16:00 – 17:00 saatleri arasında Zeynep Tül Akbal Süalp’in yöneteceği ’68 ve Türk Sineması paneline Zahit Atam ve Muzaffer Hiçdurmaz konuşmacı olarak katılacaklar.

    Tekrar Tekrar Yazmayacağım

    Bu sütunlar sinema yazıları için, ama sayın Sadi Bey’den beni mazur görmesini dileyerek, yine televizyon uyarlamalarından söz edeceğim. Yaprak Dökümü ve Dudaktan Kalbe dizilerini izlemediğim için, onlar hakkında yazmak istemiyorum. Her ikisinin de daha önceden iki kez sinemaya, birincisi iki, ikincisi ise bir kez televizyona uyarlandığını belirtmekle yetineceğim. Aşk-ı Memnu’nun sinema uyarlaması yok ama yayınlanan dizinin başlamasının arifesinde TRT kendi yapıtını arşivlerden çıkardı, yayınladı. Gurbet Kuşları dizisinin yayınının başlamasından sonra yine TRT, 2. kanalında bu kez, filmi yayınladı. Bazı magazin sayfalarında, yayınlanan filmin “onüç dakika” sansür edildiği bildirildi ve yine kaynak eser olarak Orhan Kemal’in romanı gösterildi.

    Bir yapımcı, bir yönetmen, bir film veya bir dizi yaparken, adı duyulmuş, bilinen bir yazarın eserinden hareket edebilir ve filminin tanıtımında bu yazarın adını kullanabilir (kullanmalıdır da). Her edebiyat yapıtının (yazın) sinemaya (görsel) uyarlanabilineceği tarzındaki düşüncemiz, konunun açılımını yaptıktan sonra, hiç bir edebiyat yapıtının sinemaya uyarlanamayacağı şeklinde değişmişti. Bir edebiyat yapıtından yapılan bir uyarlama, uyarlamayı yapanların (senaryoyu yazanın, yönetenin -alt birimde-, görüntüleyenin, kurgulayanın, oynayanların, müzikçisinin) yapıtıdır, tanıtımında yazarın adı anılsa da, sanırım -şimdilerde yayınlanan Aşk-ı Memnu’da yapıldığı gibi- TV dizisi “Halit Ziya Uşaklıgil’in –ölümsüz- eseri Aşk-ı Memnu” diye sunulmamalıdır. Diziyi seyrediyorum, kitabı tekrar okudum, yayınlanan “şey” Hilal Saral’ın dizisi. (Hilal Saral’ın Aşk-ı Memnu’su, Halit Ziya’nın Aşk-ı Memnu’su değil.)

    Aşk-ı Memnu, dizileşirken genişlemiş, romanda olmayan kişilikler, olaylar, cep telefonları eklenmiş -ama niye televizyon yok!- Kayıklar, deniz motoruna dönüşürken, matmazel, yarı Türk, yarı Fransız’a evrimleştirilmiş, Habeş olan Beşir’in bu özelliği kaldırılmış. Konuyu ekstradan yan olayların eklenmesi, ne kadar dizinin gerektirdiği bir mantık olabilir, daha devam ettiği için karar veremiyorum ama, bu değişiklikler diziyi Uşaklıgil’den Saral’a taşıyor. (Dizi 8. bölümüne geldi, hâlâ esere adını veren “aşk-ı memnu”dan haber yok. Romana sadık kalan Refiğ, dizisini altı bölümde bitirmişti.)

    Aynı şey -jeneriğinde “Eser: Orhan Kemal” yazan- Gurbet Kuşları için de geçerli. Yine geliştirme, genişletme, yeni kişiler, entrikalar, olaylar ekleme, Refiğ’i filminden, Orhan Kemal’in senaryosundan ve hatta Özakman’ın “Ocak”ından uzaklaştırıyor.

    Her iki dizide de, gerek romanda (Aşk-ı Memnu) gerek filmde (Gurbet Kuşları)Gurbet Kuşları romanından hiç söz etmiyorum, o tamamen yanlış bir bilgi, tanıtım- yapılan değişikliklere bir diyeceğimiz yok. Tekrar edeceğim, “hareket noktası olarak” alındığı belirtilebilir, ama “dizileri” Uşaklıgil’e ve Orhan Kemal’e mal etmeyin. Diziler, -ve filmler- hakkındaki bu “ön kabûl ediş”, -aidiyetlerinin yapanlara ait olduğu- yapılan her türlü uyarlama için geçerlidir, velev ki esere “çok daha fazla” sadık kalınmış olsa dahi. (Bu dizi de üç hafta, final diye nitelenen bölümle ile yayından kaldırıldı, (?) çünkü bölüm sonu dizinin finali olamazdı, ancak yeni entrikaların başlangıcı olabilirdi.)

    / Madame Bovary’nin kaç sinema uyarlaması var, hepsi Flaubert’in adını da belirtiyor, kaç tane Anna Karenina uyarlaması var hiç biri Tolstoy’u unutmuyor, Hamlet’in western, hem de spagetti-western uyarlaması bile var; demek ki -önceden yapılmış bir eserden kalkarak- yeni düzenlemeler yapmak mümkün. Can Yücel, Romeo Jülliet’i yeniden yazmadı mı? Yeni bir yorumla ele almak başka, alınan öyküye -oldukça ilginç bir şekilde anlatılırken- çok başka açılımlara kayabilecek “eklentiler” yapmak başka. (Aşk-ı Memnu’da olduğu gibi.) /

    (02 Kasım 2008)

    Orhan Ünser

    “Mustafa” Hakkında Her Şey mi?

    Uzunca bir süredir merakla beklediğimiz projelerin başında geliyor Mustafa ve ilk gösterimin heyecanıyla erken saatlerde AKM salonundaki yerimizi alıyoruz.

    Dündar’ın bir süre önce basında yer alan “Bu, benim Atatürk’üm…” sözlerini bir an için ıskalayıp, izlediğimiz şeyin bir belgesel olma iddiası taşıdığını hatırlıyoruz. Dolayısıyla belgesel sinemanın evrensel kıstaslarının, yönetmenlerin kendi bakış açısını sunma yolunda bir platform kurmaya müsait olmadığını da… Olguya böyle bir perspektiften bakmak; filmi daha başlangıçta ‘gerçekçi olmak’ gibi bir kaygı gütmeyen -ve gütmek zorunda da olmayan- kurmaca eserlerden farklı bir konuma sürüklüyor. Resmi ya da gayrı resmi, her türden öznel/genel kaygıyı bir kenara bırakıp, önyargılardan uzak, objektif bir tutumla izlemeye başladığımız Mustafa, daha ilk dakikalardan itibaren şaşırtıcı bir seyir izliyor. Karşımızda, -yönetmenin deyişiyle- “topraksız bir çocuğun yurt kurma serüvenini” anlatan bir film var… Sözcüklerin şiirselliği bir kenara bırakılırsa, bu bakış, bütün bir tarihsel süreci hafife alan, gerçeğin dışına iten; bir ulusun, dönemin emperyalist güçlerine karşı olanaksızlıklar içinde verdiği savaşımı örgütlemeyi yaşamının en temel amaçlarından biri sayan bir kişinin ideallerini olabilecek en basit söyleme sığdıran bir yaklaşım içermiyor mu?… Devam ediyoruz: Dündar’a göre, genç Mustafa Kemal’in asker olma nedeni de hayli basit: “Baba ocağında aradığı sıcaklığı, asker ocağında bulmak…” (İlginçtir; bu ifadeden sadece bir kaç dakika sonra, Mustafa’nın politik bilincinin tam olduğu, hatta kimi olumsuz gelişmeleri kısa sürede kavraması sonucunda “Padişahım çok yaşa!” temennisine artık katılmadığından dem vuruluyor. Baba sevgisi arayan bir genç için fazla hızlı bir gelişme!…) Objektifliği hayli tartışmalı hale getiren bir girişin ardından, Samsun’a çıkma hazırlıklarını sürdüren Mustafa Kemal’e, Vahdettin tarafından söylendiği öne sürülen “Paşa, biz yapamadık; ama sen devleti kurtarabilirsin!” sözleri, filme dair ilk anda oluşan kanıyı iyice kuvvetlendiriyor. Doğrusu, şimdiye kadar, belli çevrelerce yönlendirildiği malûm olan bir rivayetten öteye gitmeyen bir yaklaşımın bu kadar açık bir anlatıma dönüştürüldüğüne hiç tanık olmamıştık. Aralarında İngilizlerinki de dahil, tam tersi bir kanıyı pekiştirecek (Vahdettin imzalı Kuvva-yı İnzibatiye’nin kuruluş emirlerinden idam fermanlarına) pek çok belge olmasına karşın, Dündar’ın böylesi bir yaklaşımı (en azından karşı görüşleri vurgulamaya gereksinim dahi görmeden) sergilemesi anlaşılır gibi değil…

    Tarihi çarpıtmadan, resmi ideolojiye mahkûm kılmadan, bilinmeyeni aktarmak iddiasıyla yola çıkan Mustafa, Cumhuriyet’in ilânı sonrasında çizdiği Atatürk portesiyle de belgeci yaklaşımın uzağında duruyor. Bu dönemde bir paranoya içine girdiği (İstanbul’u sekiz yıl sonra ziyaret ettiğinde ‘gün gelir bu kalabalık bizi linç etmek için toplanır’ sözleri), en yakın dostlarının dahi ondan uzaklaştığı, kendisini (yine yönetmenin deyişiyle sığınak ve tuzak olan Çankaya’da) bir yalnızlığa hapsettiği türünden ifadeler, çeşitli dönemlerde öne sürülen iddialardan öte bir anlam taşımıyor. Tıpkı Vahdettin örneğinde olduğu gibi bir çok karşı belge ve yaklaşım olmasına karşın, her nedense hiç birine yer verilmeden, sadece bir arkadaşına söylediği varsayımına dayalı ‘özerklik’ tartışması da buna dahil… (Bu süreçte kudretini yitirmiş ve herşeyden elini eteğini çekmiş olarak resmedilen Mustafa Kemal’in, hemen sonra Hatay sorununun üzerine kararlılıkla gitmesi ve İnönü’yü azletmesi filmin havada kalan yönlerine işaret ediyor.)

    Karanlıktan korkan, yapayalnız ve filmin neredeyse üçte birini kapsayan Çankaya günlerinde elinden alkolü eksik etmeyen bir Atatürk profilinin çocuklara çok daha yakın gelebileceğini savunabilir Can Dündar… Ne var ki; yaşamının büyük bölümünü savaş cephelerinde geçirmiş (filmde de belirtildiği gibi, çarpan bir yüreği olmasına rağmen sevmeye dahi vakit bulamamış), sözgelimi Kütahya-Eskişehir muharebelerinin ardından makamını gözünü kırpmadan terkederek yeniden cepheye koşmakta tereddüt etmemiş bir Mustafa Kemal’e gözlerini kapamamak, kendisinin de vurguladığı gibi ‘artık okumayan bir kuşak’ adına çok daha anlamlı ve bilgilendirici olabilirdi.

    Sonuçta resmi söylemin uzağında bir Atatürk belgeseli yapmak hedefiyle yola çıkan; ancak ne hikmetse, konuya duyarlılığın doruğa ulaştığı 29 Ekim gibi resmi bir günde gösterime giren Mustafa, bir yandan ticari başarıyı getirecek kapıları birer birer aralarken, diğer yandan da güleryüzlü bir tonla, yakın tarihimizin kimi tartışmalı konularını masaya yatırıp, adeta kendi gayrı resmi tarih söylemini inşa etmeyi deniyor. Biraz da bu yüzden, filmden geriye kalan en önemli şey, yönetmenin yorumlarına ihtiyaç bırakmayan anlarda, daha önce hiç karşılaşmadığımız Atatürk görüntüleri oluyor.

    (31 Ekim 2008)

    Tuncer Çetinkaya

    Asya’da “Türkiye’den Film Var” Etkinlikleri Başladı

    Çağdaş Türk Sinemasının seçkin filmleri Türkî Cumhuriyetler olarak adlandırdığımız Asya coğrafyasına (Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan, Azerbaycan) içten bir “Merhaba” gezisine çıkıyor. SİNEBİR (Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği) ile T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın düzenlediği gezi ile Ortaasya Türk Cumhuriyetleriyle tarihi, kültürel ve sosyolojik bağların güçlendirilmesi hedefleniyor. Oluşturulacak yeni politikaların desteklenmesi amacına hizmet edecek olan Türkiye’den Film Var adlı film gösterimleri 22 Ekim 2008’de başladı, 14 Kasım 2008’de sona erecek.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü görsellere ve gösterilecek filmler hakkında geniş bilgilere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Asya’da “Türkiye’den Film Var” Etkinlikleri Başladı yazısına devam et
  • 14. Türkiye / Almanya Film Festivali

    14. Türkiye / Almanya Film Festivali, 26 Şubat – 08 Mart 2009 tarihleri arasında Nürnberg’de yapılıyor. 14.sü gerçekleşecek olan Türkiye / Almanya Film Festivali, tüm dünyadan Almanya ve/veya Türkiye kökenli sinema sanatçılarını festivale davet ediyor. Festivalde yer alacak yarışma bölümlerine yada özel gösterimlere filmlerini gondermek isteyen sanatçılarımız için filmlerin son gönderilme tarihleri katılım formlarında belirtiliyor. Festivalin, Uzun Metraj Film Yarışması, Belgesel Film Yarışması ve Kısa Film Yarışması gibi yarışma bölümleri var.

    14. Türkiye / Almanya Film Festivali yazısına devam et

    Fırtına (Yönetmen: Kazım Öz)

    Kazım Öz’ün yönettiği ve Cahit Gök, Havin Funda Saç, Selim Akgül ile Asiye Dinçsoy’un oynadığı Fırtına (Bahoz), 14 Kasım 2008’de Özen Film dağıtımıyla Yapım 13 Film Production tarafından vizyona çıkarıldı.
    Fırtına, üniversite gençliğinin 1990’lardaki siyasallaşmasını öğrenci kahramanları aracılığıyla beyazperdeye aktarıyor. Cemal, üniversite sınavını kazanarak, küçük taşra kasabasından İstanbul’a gelir. Büyük şehrin kalabalığı içindeki yalnızlığı, sistem karşıtı devrimci bir grup ile tanışmasıyla sonra erer. Grubun öncülerinden Helin ile yaşadığı çatışma, kimliğini keşfetmesi için de bir başlangıç olur.

    Fırtına (Yönetmen: Kazım Öz) yazısına devam et

    Fahriye Evcen Röportajı sinemalar.com’da

    Türkiye’nin sinema sitesi sinemalar.com, ekranların yeni nesil oyuncuları arasında, başarısı ve farklı duruşu ile dikkatleri üzerine çeken Fahriye Evcen ile özel bir röportaj gerçekleştirdi. 24 Ekim’de gösterime giren Aşk Tutulması filminde başrolde oynayan Evcen, Almanya’dan Türkiye’ye, televizyondan sinemaya uzanan oyunculuk hikâyesini, sinemalar.com editörü Serkan Tavşanoğlu’na anlattı. Bu sezon sona erecek Yaprak Dökümü dizisinin ardından, yepyeni projelerde izleyeceğimiz genç oyuncu, özel hayatı ile ilgili samimi açıklamalarda da bulundu.

  • Özel röportaj için tıklayınız.
  • Fahriye Evcen fotoğrafları için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Üç Maymun’a İsrail’den Ödül

    Yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın Üç Maymun filmi, İsrail’de düzenlenen 24. Uluslararası Haifa Film Festivali’nde En İyi Film ödülüne değer görüldü. Ceylan’ın filmi, 61. Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen, 45. Antalya Film Festivali’nde de En İyi Özel Efekt Ödülü’nü kazanmıştı. Üç Maymun, yönetmen David Fisher, Avrupa Film Akademisi üyesi Lissy Bellaiche, oyuncu Evgenia Dodina, Phylis Mollet, yönetmen ve sinema yazarı Irit Shamga’dan oluşan uluslararası jüriden tam not aldı. İsrail’de En İyi Film Ödülü’nü kazananan Üç Maymun, 16 Kasım’da yapılacak olan Uluslararası Selanik Film Festivali’nde de açılış filmi olarak gösterilecek. (Haber: Serpil Boydak.)

    Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?’ın Afişi Hazırlandı

    İsmail Necmi’nin yönettiği ve Petra Woschniak ile Herold’un oynadığı Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?’ın afişi hazırlandı.
    45. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde seyirci karşısına çıkan ve In Works Istanbul yapımı film, İstanbul’da yaşayan Alman bir kadının, Petra’nın sıra dışı yaşamını konu ediyor. Hayatındaki ani iniş çıkışlarla, bu sıra dışı hikâyenin başrol oyuncusu, aslında gerçek yaşamın bir başka yüzünü bizlere gösterir. Maskeli Herold ile yaptığı konuşmalarında Petra’nın hayatı bizim gözlerimiz önüne serilirken, Petra, İstanbul, Almanya, aile, arkadaşlar, uyuşturucu ve ölüm gibi temalarla yüzleşir.

  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Afişlere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?’ın Afişi Hazırlandı yazısına devam et