Her şeyden önce kaygılı bir film Bombalar Altında. Dünyada olup bitenlere karşı kaygı duyan, rahatsızlığını dile getiren, dertli – tasalı, duyarlı bir film. Ne anlatmak istediğini çok iyi bilen, kendinden emin… Bir taraftan siyasi sinema yapma misyonunu üstlenirken, diğer taraftandan da sanatsal anlayıştan taviz vermiyor.
Sundance Film Festivali Özel Seçkisi olarak dikkatleri üzerine toplayan film, bugün itabiriyle ülkemizde de viyona giriyor. Mumya: Ejder İmparatoru’nun Mezarı filmi ile aynı gün vizyona girecek olan film, ne kadar ilgi görür, hatta görür mü, ne yazık ki şüpheliyim. Hatta Bombalar Altında vizyona girdiğinde Kara Şövalye fırtınası biraz dinse de rüzgârı hafiften esmeye devam edecektir. En azından filmin lâyığını bulmasını ve mümkün olduğunca fazla kişiye ulaşmasını temenni ediyorum. Çünkü gerçekten buna değer Bombalar Altında.
Film gerçek bir olayı, “12 Temmuz – 14 Ağustos 2006” yılında yaşanan İsrail – Lübnan çatışmasını mercek altına alıyor. İsrailli askerlerin, Hizbullah tarafından rehin alınması ve bir kısmının öldürülmesi sonucu patlak veren savaşın yıkımları tüm gerçekliğiyle perdeden yansıtılıyor. Daha doğrusu İsrail’in, Lübnan’a yerleşen Hizbullah örgütüne bombalar yağdırmasını.
Filmin hikâyesine gelince; aslında Lüblanlı olan ama kocasının işi sebebiyle Dubai’ye yerleşmiş Zeina adında genç bir kadınla tanışıyoruz. Kocasıyla boşanma arifesinde olan bu kadın, sorunlarını oğlu Karim’a yansıtmamak amacıyla onu Lübnan’daki kız kardeşinin yanına, yani memleketi Kherbet’e göndermiş. Bu sırada patlak veren savaş yüzünden apar topar Lübnan’a gitmeye çalışıyor genç kadın. Çünkü oğlu “Bombaların Altında”. Uzun yıllardır ülkesine gelmemesi sebebiyle de kültüründen bir hayli uzaklaşmış. Buna da dikkat çekiyor film aynı zamanda. Zeina’nın görüntüsü “nereye geldiğinin pek de farkında değil” imajı çiziyor. Derin dekolteli mavi elbisenin içinde savaştan yakılıp yıkılmış bir ülkeye değil de bir partiye katılmak üzere gibi… Tabi ülkeye adım atar atmaz tüm gerçeklerle yüzleşiyor. Yüzleştiği gerçek, 33 gün boyunca aralıksız devam eden ve ardında 1189 sivil ölü bırakan savaşın kalıntıları…
Ablasının ölüm haberi ile yıkılan kadın, bu kez oğlunu aramaya başlıyor her yerde. Zeina’ya eşlik eden taksi şoförü Tony’nin arabası gözümüz oluyor… Tony şehri turladıkça, biz de etraftaki yıkıma ve vahşete tanık oluyoruz. Savaşın tozu dumanı arasında yeşeren bir de aşk var… Tony ile Zeina’nın itiraf etmeye çekindikleri aşkları. Ülkede savaş çıkmış. Binlerce ölü var. Kocasıyla boşanmak üzere olan, ablasını kaybetmiş ve oğlunu arayan bir kadın profili var karşımızda. Pervasızca aşkın kollarına atamıyorlar kendilerin elbette. Ama istiyorlar belli. Kim için, ne için olduğunu bilmedikleri bir savaş, umurlarında bile değil. Hiçbirimizin değil aslında…
Zeina, savaşın acımazsızlığına karşı sessiz kalmıyor, sorguluyor ve isyan ediyor. Aslında hepimizin söylemek istediklerini, haykırıyor: “Bu benim savaşım değil.”
Zeina’nın çığlığı tüm sivillerin ortak mesajı. Evet, savaşlar biz sivillere ait değil. Çünkü bizler sebebi ne olursa olsun, savaşlar ile ilgilenmiyoruz. Savaşların kutsallığıyla falan da ilgilenmiyoruz. Çünkü hiçbiri kaybedilen bir anneden, babadan, kardeşten ya da dosttan daha önemli değil. Hiçbir savaş yok olan bir hayattan daha önemli değil. Ne uğruna olursa olsun…
(01 Ağustos 2008)
Gizem Ertürk