Koza’nın içinde başladı hikâye, Kasaba’da gitmek için bavulu hazırdı, sonra Mayıs Sıkıntısı başladı, ardından Uzak’lara gitti, İklimler’in kendisine eşlik edeceğini düşünde gördü, sonra Üç Maymun nasıl olunurdu ki; çünkü tutkuyla bağlı olduğu yalnız ve güzel ülkesi vardı, her insanı dönemine uyarak yalnız bırakıyordu, üç maymunu oynamanın zamanıydı, yoksa insan gittikçe yalnızlaşarak anlaşılamıyordu! Aslında ne de olsa insan maymundan yaratılmamış mıydı?
Bir kasaba yolculuğu ile başladı hikâye, tıpkı benim hikâyemde olduğu gibi fonda da kasabanın görüntüsü vardı küçücük bir dünyadan başka bir dünyaya açılan bir kız çocuğu kanatlandı, anlayamadığı dünya üzerine anlaşılabilir beni anlatan hikâyeler başladı böylece… Öyle bir şey istedi ki hayatında bazı dönemlerde konuşamadı şehrin kalabalığında olur da anlaşılmaz cümleler kurarım da haddi mi aşarım diye! Sonrasında fark etti ki konuşmadan da anlaşılabilirdi ya da çok şey anlatırdı insan. Birileri onu anlatırsa eğer rahat nefes alabilecek ve umuda yolculuk tazelenecekti yollarında… Zamanla sıkıntısı geçerdi nasıl olsa!
Sonra “Bilge” kişi içinden geçen hikâyeleri anlatmaya başladı, içinde kendisini gördüğü filmler de böylece başlamış oldu. Koza’dan ona kalan duygu; doğa kendini yeniler ama insan yenilenmek istemez çünkü içinde kalmıştır koza’nın tıpkı ipekböcekleri gibi. Oysa ipekböceği koza olduktan sonra kelebek olur uçar hayatın içinde ve bu yenilenmeden en değerli şeyi doğurur. Bazen ama ilişkiler yenilir doğaya her insan kendine kalır aslında. Yenen ya da yenilen yoktur sadece yenilenmek vardır zamanda!
“Ev üç katlı ahşap bir bina. En alt katı giriş ama orada insanların dışında yüne sarılı küçük böcekler, orta katında yaşlı iki insan, en üst katında annesi – babası ve bebek yaşıyor. Acaba bu dünyada insanların dışında bir de yüne sarılı böcekler mi yaşıyor diye düşündü uzun süre bebek. Hatta kendisini doyuran annesi arada sırada o böcekleri de doyuruyordu. Ben doğarken mi getirdim böcekleri diye düşündü. Niye dünyaya gelirken bir sürü böceği beraberinde getirir ki insan anlayamadı. Zamanla kozanın içine girdi böcekler. Belki de kendisi de büyüyünce bir şeyin içine girecekti ama neye sığacağını bebek olduğu için anlayamadı.” Yıllar sonra gözlemledikleri o dönemler bilmediği Kafka’nın dönüşümüne eşlik ediyordu, belki zamanla bu yolculuğu da anlayacaktı…
Koza’nın içinden çıkmayı başarmıştır artık O ve Kasaba’dan kelebek olup uçma vaktidir. Uzun yol vardır gideceği geriye dönüp bakar kuşaklara onlar gibi olmak istememektedir. Kasaba huzurdur ama bir o kadar yetmeyecektir kendisine belki de her mayıs da sıkıntı çöker içine tabir yerindeyse ya kurtaramazsa paçayı ve olduğu yerde hiçlikte kalırsa? Başka türlü geri dönmek ister doğduğu yere, hayalleri de topraktan beslenir, içi içine sığmamaktadır. Anneannesinin dediği gibi “çıplak ayakla toprağa bas sana güç verir toprak, öyle sağlam dur ki kimse yıkamasın uzak’larda seni!” Sırt çevirmeden dönmelidir özüne, kurtarmalıdır bir yerde neyi kurtaracağını bilemese de… Yıllar sonra dönüşü sıkıntılı da olsa O artık bir şey olmuştur, olmaya çalışmaktadır. Özündeki yalnızlık daha da büyümeye devam etmektedir oysa. Küçülüp Koza’nın içine girebilir mi acaba istediği zamanlarda, korunaklı bir dünya yaratabilir mi kendine? Geriye dönüş hiçbir zaman yoktur, zaman ilerler ve bir şeyleri değiştirir. Uzak’ta kalmıştır her şey ve rahat nefes alma vaktidir O bir şey olmuştur ama ne olmak istediği Koza’nın içinde şekillenmelidir yoksa yabancılaşma başlayacaktır zamanla aralarda gelgitler baş gösterir. Yalnızlık her şekilde iyi gelir ruhuna! Uzak’ta kalan uzaklara gitmiştir.
İklimler’e göre değişen bir ruh barındırır zamanla kendisinde, Mayıs’da başlayan sıkıntıları artık çiçekler açan şenlik olmuştur içinde, bir ruh eşine rastlama zamanıdır. Fonda grinin yoğunlukta olduğu bir gökyüzü vardır Kasaba’daki bereketli yağmurun işareti içindeki hüzne ve üşümeye işaret etmektedir şimdi. Doğa kadar acımasız sahici bir yalnızlıkla baş edemediği gibi bu kadar gerçek bir erkek doğasıyla da karşılaşmaya hazır değildir henüz. Ne çok ağlamıştı iklimlerin ardından bir dönem yazdığı şu cümleler geldi aklına sonra; “Kamburdu aşkının duruşu… Tıpkı bu ülkede belini bir türlü doğrultamayan insan yığınları gibi. Sana her dik dur dediğimde arkasında duramıyordun kendinin. Bir türlü veremiyordun ellerime yaşamını, anlattığın anda çöküyordu savaşın…”
İklimler gibi değişen ilişkilere ayak uydurmak için belki de Bilge kişinin son hikâyesini beklemesi gerekir. Oysa İklimlerin ardında düşünmeye başlamıştır algıda seçicilikleri; Görmek, duymak, dokunmak, koklamak, tatmak, hissetmek ya da Üç Maymun’u oynamak!
(19 Temmuz 2008)
Mutlu Hesapçı