Günlerdir, aylardır hatta yıllardır duyuyoruz… Tuzla’da yolunda gitmeyen bir şeyler var. Bir gün birisi ölüyor, diğer gün bir başkası, sonra bir başkası… Sonra hayat kaldığı yerden devam ediyor. Hiçbir şey olmamışçasına… Yaşamak kadar doğal karşılanıyor ölüm. Bir ölünün yerine başka bir ölü adayı geçiveriyor. Üstelik göz göre göre. İşsiz kalmaktansa ölmeyi yeğleyen insanlar.
Kimisi memleketine gitmek için para biriktiriyor, kimisi çocuğunun karnını o gün de doyurabilmek için orda. Kimisi üniversitedeki kardeşleri için alın teri döküyor kimisi ise zaten üniversite öğrencisi harçlığını çıkarıyor… Yarın ölürlerse o çocuk hep kalacak, belki kardeşleri üniversiteyi bırakmak zorunda kalacak… Bunlar düşünülmüyor, çünkü sistemin adı taşeronluk. Taşeronluk size günü kurtarmayı vaad ediyor. Artık ne kadar kurtulursa. Orada her şey bir “an” için yapılıyor. Zaten her şey de bir anda olup bitiveriyor. Tuzla’da yaşamda bir “an” ölümde…
Defalarca duymuşsunuzdur 4857’yi… 4857 bir iş kanunu, iş güvencesi. Yani yasal bir hak. Ancak madalyonun diğer yüzünde tanımı kölelik yasası, taşeronluk yasası… Petra Holzer ve arkadaşları da bu duruma daha fazla seyirci kalamamışlar.
Bu onların ne ilk ne de son çalışması. İş kazaları üzerine ciddi çalışmalar yapıyorlar. Tamamen kolektif ve gönüllü çalışmalarla seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Holzer’e göre bu belgesel bitmez çünkü hayat devam ediyor.
Tuzla Tersanesi’ni belgeleme fikri nasıl oluştu?
Bunun hikâyesi aslında çok ilginç. İş kazaları ile ilgili bir komisyon kurulmuştu. Kurul bir sunum hazırlıyormuş. Bulgularını desteklemek için de görsellere ihtiyaçları varmış. Kuruldan Aslı Odman bizden görsel talebinde bulundu. Biz de gidip yerinde çekmenin çok daha etkili olacağını düşündük. Önce küçük bir film hazırladık ve seyirciyi çok etkiledi. Bizim durumumuz da oldukça vahimmiş dediler. Trajikomik yani. Ama ölümlerden çok bizi oradaki hayat şartları etkiledi. Yani ölüm değil hayat üzerine bir film yaptık.
Çekim iznini nasıl aldınız?
İlk başlarda hiçbir tersane konuya sıcak bakmadı ve izin vermedi. Biz de eskiden çekilmiş olan görüntülerle bir şeyler yapmaya çalışıyorduk. Tabii bu sırada oradaki işçilerin durumunu yakından takip ediyorduk. Sonra bir gün Desan Tersanesi çekim izni verdiklerini, ölümleri görmezden gelmenin imkânsız olduğunu ve yapılması gereken ne varsa yapmaya hazır olduklarını söyledi. Böylelikle hem komisyona hem de bize kapılar açılmış oldu. Ancak diğer tersaneler kabul etmediler hala da durum değişmiş değil. Bu anlamda Desan Tersanesi’ne duyarlıktan dolayı minnet duyuyoruz.
Neleri gözlemlediniz çalışmalarınız boyunca?
6 ay önce bu işe başladığımızda 84 ölü varmış ve şu an ölü sayısı 97’ye çıktı. Yaralıları saymıyorum bile… İnsanlarda garip bir kabullenmişlik var. Tabii bunların da çok güçlü sebepleri de var. İşçiler de alışmışlar sanki bu duruma. “Bugün belki ölebilirim, belki eve sağ dönebilirim” diyorlar. İşini kaybetmektense ölmeyi göze almış insanlar mevcut. “Bugün ben gitmesem yerime bir başkası geçecek öyle ise neden bırakayım” diye düşünüyorlar. Evlerini geçindirmek zorundalar. İşverenler ise konuşmak istemediler. Ancak basına yansıyan kısmını hepimiz biliyoruz. “Ölümler olabilir, bunlar çok normal” diyorlar.
İşçilerin sendikalara yaklaşımları nasıl?
Çoğu haklarının farkında değil. İşverenler tarafından sömürülüyor. Sigortalı olanlar bile bir gün bir bakıyorlar ki çalıştığının yarısı kadar bile ödenmemiş. Bunları sürekli takip de edemiyorlar. Sendikalılaşmaya gelince; Örgütlenmek ve sendikalılaşmak konusunda çok büyük engelleri var. En büyüğü de işlerini kaybetme korkusu. Ayrıca bu sebepten işlerinden çıkarılırsa başka bir yere de alınmıyorlar. Kara listeye giriyorlar yani.
Tüm bunların en büyük kaynağı da taşeronluk sistemi mi?
Evet, bir tersanede yaklaşık 50-60 taşeron şirket var. Gemi yapım sürecinin asıl iş alanı olan çelik profil ve sac işleme işinin İş Yasası’na aykırı olarak çeşitli tanımlar altında taşerona verilmesi kayıt dışılığa neden oluyor. Bu durumun kesinlikle engellenmesi gerekiyor. Normal şartlarda işçilerin günde 7,5 saat çalışması gerekiyor. Yani haftada 37,5 saat. Ancak bu sistemde mesaiye kalınca ek para verildiği için işçiler bazen gece yarılarına kadar çalışıyor. Günlük yevmiye 50 YTL ise mesaiye kalınca bir 50 YTL daha alıyorlar. Böyle olunca kazalarda kaçınılmaz oluyor. Meselâ bir iş için 2 haftalığına işçi lâzım; “öyle ise niye ben 2 hafta için sigortalı işçi çalıştırayım?” düşüncesi var.
Üstelik taşeronluk sistemi başka alanlara da yayılıyor değil mi?
Maalesef öyle. Artık hastanelerde bile taşeron hasta bakıcı bulunduruyorlar. Bu ne kadar korkunç bir şey düşünebiliyor musunuz? Belgesel gösterimde Hava – İş’ten bir arkadaşımızın konuşmalarını hepimiz dehşetle dinledik. Isparta’da düşen uçağın personeli taşeron şirketten getirilmiş. Yani bana ne deyip geçmemek lâzım. Yarın bundan herkes görebilir. Bu gidişe herkes tepki koymalı.
4857 diğer insanlara nasıl ulaşacak? Bu çok önemli bir çalışma ve mutlaka diğer insanlara da ulaşmalı; bunun için bir gösterim programı var mı?
Bu tamamen kolektif ve gönüllü bir çalışma. Bizim çok büyük reklâmlar yapma gibi şansımız yok. Ancak bunun gibi etkinliklerle, üniversitelerle yaptığımız çalışmalarla, festival gösterimleriyle elimizden geldiğince çok insana ulaştırmaya çalışıyoruz. Yani bu belgeseller kendi yolunu buluyor.
Üzerinde çalıştığınız başka konular var mı?
Öncelikle bu belgesel henüz bitmedi. Yani hala bir çözüme ulaşılmış değil. Bu film bitmez. Belgesel hayatın kanıtı, hayat devam ettiği sürece bunlarda devam edecek. Kot taşlama işlemi sırasında yaşanan ölümler dikkatimizi çekiyor. Hiç kimse benim giydiğim kotu yaparken ölmek zorunda değil. Hepimiz emekçiyiz, hepimizin yaşamaya hakkı var.
Yönetmen: Petra Holzer, Selçuk Erzurumlu, Ethem Özgüven
Kamera: Selçuk Erzurumlu, Ömer Öztürk, Ethem Özgüven
Montaj : Selçuk Erzurumlu, Ömer Öztürk, Petra Holzer
Konu: Tuzla Mezarlığı, Tersaneler Bölgesi’ni kuşbakışı görür. Mezarlığın olduğu tepeden aşağı doğru inmeye başlayın. İşte solda geniş askeriye arazisi. Yemyeşil ve insandan arındırılmış. Sonra bıçakla kesilmişçesine betonarme apartmanlar başlar. Tuzla Havzası’nda çalışan işçilerin evleri, sabah yediden itibaren “dışarıda”, tersanelerde, deri sanayide, yan sanayide çalışanlar tarafından boşaltılır. Aile evlerinin arasına, ailelerin özlemi ve yataklarla doldurulmuş bekâr odaları karışır. Tepe aşağı devam edin, geminin ufacık parçalarını üreten atölyeler, E5 İçmeler Köprüsü’nün dinmeyen gürültüsü, dört yol ağzındaki hiç boşalmayan amele pazarı, banliyö treninin sesi. İçmeler İstasyonu’nu geçin, işte neredeyse Türkiye’nin bütün tersaneleriyle bezeli Aydınlı Koyu. Kırk sekiz ayrı kapıdan her gün geçen işçiler, yüz insan boyu vinçler, saclar, onları birleştiren hız ve terdir. Tersanelerin zaman birimi yere düşen izmarit, endişesi ölüm ve geçim, umudu ve derdi, hepimizin umudu ve derdidir. Tuzla Mezarlığı, Tersaneler Bölgesi’nin kuşbakışı görür. (Bu röportaj Aylık Mirror Dergisi’nin Temmuz sayısında yayınlanmıştır.)
(18 Temmuz 2008)
Gizem Ertürk