Festivaller… yeni filmlerin yarıştığı bir şenlik olmanın yanında eski değerleri de tanıma olanağı tanıyor. Easy Rider hep görmek istediğim bir filmdi. Filmin adını ilk duyduğumda Henry Fonda’nın, ablası kadar ünlü olmasa da, yine birkaç filmde oynamış oğlu Peter Fonda’nın yönettiği bir filmdi. Sonra Fonda’nın yanında Dennis Hopper adında bir yönetmen daha olduğunu duydum. Sonrada yönetmen olarak Peter Fonda’nın adı geçmez oldu ama film de ortada yoktu. İlerleyen zamanla Peter Fonda ortadan çekildi, Hopper birbirinden ilginç filmlerle beyazperdede konuğumuz oldu. Easy Rider gizlenmeye devam ediyordu, kült bir film olarak görmek istediğim yapıtı, asıl görme isteğim oyuncu olarak bir çok kez seyrettiğim Hopper’in yönetmen olarak ne yaptığı idi. Festivallerin cilvesi yaptığı sürprizlerdir; bu yıl bana yapılan sürpriz Easy Rider oldu.
1969 yapımı filmde, daha önce küçük ama dikkat çekici roller oynamış olan Hopper ne yapmıştı da kırk yıldır hâlâ ilginç idi. Film çekildiği yıllara göre ilerici özelliği yanında naifliği de taşıyordu. O tipik Hollywood filmlerinin şablonlarına itibar etmiyordu. Senaryo, yapımcı Peter Fonda ve yönetmen Dennis Hopper’in yanlarına aldıkları Terry Southern tarafından yazılıyordu. Dramatik yapı hemen yok gibi (acaba – ?) (ilk kez Ömer Kavur’un Körebe’si üzerine yazılan bir eleştiride okuduğumda çok beğendiğim deyiş ile filmde) “aşk yok”. Kadın -aşık olunan- yok, kadınlar var, insanları sırf “saçları uzun” diye öldüren USA sessiz çoğunluğu var. (Aynı kişiler yıllar önce Arthur Penn’in The Chase’sinde de vardılar.)
İki serüvenci, at yerine motosiklete biniyorlar, satın aldıkları esrarı başkasına satarak kazandıkları para ile karnavala gidiyorlar. Bomboş yollarda, ne bir arabayı sollayarak, ne bir araba tarafından sollanarak, bomboş yollarda… Karşılaştıkları kişilerle -motosiklete otostop yapanlarla- geçici ilişkiler kuruyorlar, gitmeleri gereken bir yer var, bunun için yollardalar. Yolculukları müzik eşliğinde sürüyor, şarkı sözleri filmin açıklanması sanki… Ses/müzik bandında kimler yok Steppenwolf, The Byrds, Bob Dylan, Robbie Robertson grubu, Jimi Hendrix, Electric, Roger McGinn, birkaç kuşağı peşinden sürüklemiş, coşturmuş sesler.
Yakışıklı Captain America / Wyat (Peter Fonda) USA bayraklı ceketi ve kaskı ile çıktıkları yolculukta sadece karnavala ulaşmaya çalışıyor. Yol arkadaşı -püsküllü cowboy elbisesi ile- Bill (Dennis Hopper) ulaşmaları gerektiğinde daha da ısrarcı… ’68 ruhunun özgürlükçü, bohem, “daha güzel bir dünya olabileceğine” inanan, sevgiden yana olan kahramanlarımızın (!) bir gecelik tutukluluklarında -o ne tuhaf nedendir!- tanıştıkları yol arkadaşları avukatta genç bir Jack Nicholson istikbalde geleceği noktaların müjdesini veriyor. Filmin asıl sürprizi.
Kırk yıl sonra, sinemanın günümüzde ulaştığı noktada bile keyifle izlenen, hâlâ genç (ve naif) bu filmi görmek, keyif verici olmanın yanında, görmeyi istediğim eski ve yeni pek çok filmin listesinden ayrılarak keyif veren filmlerim arasına girerken, -seyretmekle benim filmin oldu-sinemanın her zaman ne olanaklara açılabileceğini göstermesi bakımından da puan toplamaya devam ediyor.
Son bir not: Sn. Dorsay, Easy Rider’in “zamanında ülkemize gelmediğini, bu nedenle de ‘Türkçe’ adının olmadığını, bütün dünyada da bu isimle gösterildiğini” belirtiyor; hayli ilginç.
(03 Mayıs 2008)
Orhan Ünser