27. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin İkinci Haftasında Kaçırılmayacak Söyleşiler

Akbank sponsorluğunda düzenlenen 27. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin ikinci haftası da sinema dersleri ve söyleşilerle renkleniyor. Festival kapsamında görüntü yönetmeni Michael Ballhaus, yönetmen Alexander Sokurov, yapımcı Kim Aubry gibi usta sinemacılarla Akbank Sanat ve Mithat Alam Film Merkezi’nde hafta boyunca devam edecek etkinlikler sinemaseverlerin ilgisini bekliyor. Akbank Sanat’ta Michael Ballhaus Söyleşisi 16 Nisan Çarşamba günü saat 15:00’de; Türk Sinemasına Dışarıdan Bakmak Söyleşisi 17 Nisan 2012 Perşembe günü saat 16:00’da gerçekleştiriliyor.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    27. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin İkinci Haftasında Kaçırılmayacak Söyleşiler yazısına devam et
  • Zeynep Pabuççuoğlu

    Yakında vizyona girecek olan Cennet filminin genç ve güzel oyuncusu Zeynep Pabuççuoğlu tiyatro kökenli. Çocukluğundan beri tiyatro sahnelerinde. İlk film deneyimini çocukluğunda Ferhan Şensoy’la oynadığı Bir Bilen filminde yaşayan oyuncu, İkinci filmi olan Cennet’te sinemanın ne demek olduğunu anladığını ifade ediyor. Eğitime verdiği önemi de her fırsatta dile getiren oyuncu, aynı zamanda öğrencilik hayatına da devam ediyor.

    Bize okuduğunuz ve okumakta olduğunuz okullardan bahseder misiniz?

    1998 yılında İngiltere University of Port Smouth İşletme Bölümü’nü bitirdim. 2001’de Université Catholique de Lyon Dil Bölümünü’nü bitirmek için Lyon’a gittim. Fransızcamı geliştirdim. Hâlâ eğitim almaya devam ediyorum. Şu an Bilgi Üniversitesi Sahne ve Gösteri Sanatları Bölümü’nde okuyorum. Aynı zamanda fotoğrafçılıkla ilgili de eğitim alıyorum. Anlayacağınız iki bölüme birden yetişmeye çalışıyorum.

    Küçüklükten gelen bir alışkanlık mı bu okuma aşkı?

    Evet, 5 yaşında Konservatuar’a başladım. Beni süper çocuk olarak Avusturya’ya yollamak istediler. Sanırım ben biraz maymun iştahlıyım. Sınavlara çalışmak, günde 8 saat piyano çalmak zor geldi. Ama eğitim almak benim için çok önemli.

    Çocukluğunuzdan beri tiyatro ve sinemayla ilgilisiniz…

    Babam da sinema ve tiyatro oyuncusuydu. 1986’da TRT2’de Uğur Yücel ve Demet Akbağ ile parodiler yapıyorlardı. TRT2’nin yılbaşı açılış gecesinde onlarla bir araya geldim. İlk işim bir parodide yer almamla başladı.

    1989’da çocuk oyuncu olarak Ferhan Şensoy’la bir araya gelmek nasıldı?

    Ferhan Şensoy’un uzun metraj Bir Bilen adlı filminde çocuk oyuncu olarak yer aldım. Çok bilinçli bir oyunculuk deneyimi değildi.

    Sonra

    Harem adlı Japon devlet kanalı için Türkiye’ye gelen yönetmen Suzuki’nin belgeselinde başrolde Kösem Sultan’ı oynadım. İlk başrolüm Japonlara gitti.

    Tiyatro nasıl gidiyor?

    Tiyatro için de ülke ülke geziyoruz. Türkiye’de pek oynayamıyoruz. Mekân yok.

    Dizilerdeki oyunculuk serüveninizden bahseder misiniz?

    Bir Dilim Aşk’ta Berna Laçin ve Mustafa Uğurlu’yla birlikte rol aldım. Sonrasında Osman Sınav’ın Kapıları Açmak dizisinde rol aldım. Fakat Osman Bey’in kanalla arasında çıkan problemlerden dolayı dizi beş bölüm sonra sona erdi. Dizide Fransız bir tercümanı oynadım. Ne yazık ki kısa sürdü.

    Reklamlârın aranan yüzü olmayı da başardınız?

    Şener Şen’le Aygaz reklâmında birlikte çalıştık. 2005’te Pınar Köfte’de, Selim Demirdelen’le çalıştım. Bu reklâmla Pınar’ın imajı değişti ve satışlar arttı.

    Cennet filminde Biray Dalkıran’la bir araya nasıl geldiniz?

    Oyuncu seçimi sırasında tanıştık. Biray, “Tuğba rolünü sen oynuyorsun” dedi. Oynadım.

    Tuğba rolünü nasıl tarif edersiniz?

    Tuğba rolü bana çok benziyor. Biraz “Doğrucu Davut”. Hem kocasını seviyor, hem hastasını seviyor. Hastasını iyileştirmek için canını dişine takıp çalışan bir kadın. Kendini işine adamış idealist bir doktor.

    Hikâyenin sizinle ilgili olan kısmı nasıl gelişiyor?

    Doktor Tuğba’nın hasta olan Can’ı tedavi etmesiyle başlıyor hikâye. Aslında başta Tuğba istemiyor bu hastayı fakat koşullar bir şekilde onları bir araya getiriyor. Aralarında dostluğa kayan sıcak bir ilişki başlıyor. Tuğba, sosyal yaşantısının içine çekiyor Can’ı ve kendine Can’dan bir adam yaratmaya çalışıyor. Kadın, Can’ı kendi yarattığı sürreal dünyasından, cennetinden çıkarıp, gerçek dünyayla, bizim cennetimizle tanıştırıyor.

    Çalışmalar ne kadar sürdü?

    28 günlük bir çalışmaydı. Çekimler Şile’de gerçekleşti. Bir kaç günüyse İstanbul’daydık.

    Çekimler nasıl geçti?

    Çok keyifliydi. Biray olsun, Altan olsun hepimiz aynı yaşlardayız. Şile’de olması da ayrı bir keyifti. 42 derece sıcakta 18 saat çalışıyorduk. Banyo yapmak için denize giriyorduk. Ancak 4 – 5 saat uyuyabiliyorduk. Hep birlikte yoğun çalışma temposuna rağmen çok eğlendik.

    Cennet filmi oyunculuk anlamında size neler kattı?

    Tiyatro ve dizi oyunculuğundan çok daha farklıydı sinema filminde oynamak. Bu filme ilk sinema deneyimim olarak bakabilirim. Çünkü diğerleri çocukken daha bilinçsizce yaptığım şeylerdi. Mümkün olduğunca az ve öz oynanması gerektiğini öğretti. Ticari anlamda da ne kadar farklı davranman gerektiğini öğreniyorsun. Bana çok şey kattı.

    Tiyatro, reklâm, dizi ve son olarak sinema. Hepsiyle ilgili deneyiminiz var. Peki sizi en çok heyecanlandıran ve devam etmek istediğiniz özel bir alan var mı?

    Tiyatronun heyecanı hiçbirinde yok. Her sahneye çıktığımda aynı heyecanı hissediyorum. Sinema ise seni tarihe yazdırıyor. Zeynep Papuççuoğlu Cennet filminde oynadı. Bu aradan yıllar geçse de konuşulabilir. İstenildiği her an izlenebilir. Böyle olunca sinema daha bir anlam kazanıyor. (Bu röportaj Mirror Dergisi’nin 45. sayısında yayınlanmıştır.)

    (16 Nisan 2008)

    Gizem Ertürk (Zeynep Günay ile Birlikte)