Bir film. Bir panayırın kurulması ile açılan bir film. Yakınlarda bir yerde bir şantiyede çalışan bir işçi. Panayırda düet yapan kadın şarkıcılar prova yapıyor. İşçi, kadını görüyor, kadın da işçiyi. Yer belirtilmiyor her zaman olduğu gibi ama dolmuş plâkaları 39 ve diğer araçlarda da 17 var. Kadın daha dışa açık gibi görünse de, o da kendi grubu içinde oldukça içe dönük, uzun süredir beraber olduğu (düet) arkadaşına bile ilk kez annesinden söz ediyor, evi terk ettiğinden, sevgilisi ile gittiğinden, geri dönünce de kabûl edilmediğinden. Patronu ile araları (neden?) biraz sorunlu. Önceleri bir araya gelince konuşamayan aşıklarımız, panayırdaki ve şantiyedeki işlerini aksatırlar ve biri patronu ile biri işvereni ile sürtüşürler. İşveren işçi hakkında rapor düzenlerken, patron -kumardan vakit buldukça-hem şarkıcısına hem de sevgilisine musallat olmaktan vazgeçmez. Çadırın (panayırın) giderek daha az iş yapmasının asıl nedeni televizyondur. İşi bırakmaya kararlı işçi Cemal, kısa bir süre için kendisini görmeye gelen şarkıcı Nurşen’i alıp bir yerlere, daha büyük bir panayıra götürür. Gündüz çalışmadığı için akşamı beklerler ve bindikleridönen çark’ın sepeti en üst noktada durunca, hiç uçağa binmediklerini itiraf ederler.
Bu uzun kaçış sonrası dönüşte şarkıcımız panayırın toplanmakta olduğunu görür, işçi ise eşyalarını toplarken arkadaşına verdiği almanca sözlüğü ısrarla ister. Kumarbaz patron kullandığı kamyonda yanına karısını ve kızını değil de herkes toplandıktan sonra ortaya çıkan şarkıcısını alır. İşçimiz ise panayırın gitmeğe hazırlandığını görünce, bisikleti ile peşlerine düşer. -Çocukluğunda babası bisiklet almaya söz verdiği gün, dükkândaki son bisikletin bir gün önce satılması nedeni ile bisikleti alamamıştır.- Şimdi ise kamyonları bir bir geçerek ve sele üzerinde kalkıp kalkıp şoför mahallerine bakarak Nurşen’i aramaktadır.
(Altın Kafes / O. F. Seden – 1958 filminde, Gül (Nilüfer Aydan) kendisini istemeyen sevgilisi Zeki’den (Zeki Müren) ayrılıp diğer bir talibi ile evlenmek üzere iken, arkadaşları Dört Duvar Ahmet (Münir Özkul) trafiğin yoğun olduğu caddede koşarak ve arabaları geri bırakarak, Gül’e Zeki’nin kör olduğu için kendisini terk ettiğini haber vermek için koşar, koşar, koşar… Bu arada Zeki de Yenikapı’da kendini trenin altına atmaya çalışmaktadır.)
Cemal de bisikleti ile kamyonları -hem de sollarından- geçerek ilerler ama kamyonlar bir iki tane değillerdir, beklenen olur karşıdan gelen araçlardan korunmaya çalışırken sağ taraftaki hendeğe yuvarlanır. Panayırda Nurşen’i kamyona -birazda zorla bindiren- patronu, peşinden gelen Cemal’in kaybolması üzerine durarak “inebileceğini” söyler fakat Nurşen inmez bir süre daha giderler, ikinci durmada Nurşen inmiştir, elinde valizi ile. Yoldan çıkarak uzaktan trenin geçtiği bir demiryoluna doğru -tabii istikameti orası değil- kırsal arazide yürümeye başlar. Yürür de, yürüdüğü yer yol değildir, bu yürüyüş bir yere de gitmek değildir.
Hazan Mevsimi: Bir Panayır Hikâyesi, Mehmet Eryılmaz’ın ilk uzun metraj filmi. Yaşamda tutunamayanların, yarışa hep bir adım geriden başlayanların sonuçsuz, birkaç kısa süreli mutluluklarının öyküsü. Özellikle Yeşilçam döneminde çeşitlemeleri yapılmış bir öykü. Düz gelişen olayda, arada mekân ve zaman problemleri ve patronun Nurşen üzerindeki takıntısının netleşmemesi gibi sorular akla takılıyorsa da, yeni bir yönetmen, yeni oyuncular (Nurşen / Zümrüt Erkin – Cemal / Fatih Al) ile karşı karşıyayız. Bu tip filmlerin vazgeçilmez tiplerinden yarı filozof yaşlı balıkçı Recep dayı da var. Bir de kaçıp giden kertenkele… (Bazen, gülmek o kadar kolaydır)
(02 Mart 2008)
Orhan Ünser