Şimdi, Berkun Oya, filmine, hiçde önemli olmayan “bir terlikli ayak” ayrıntı çekim görüntüsü ile başlıyor. Sonra Enver’in eşliğinde Yaşar şarkısını söylüyor. Değişik ve zaman zaman araya giren (devam eden), oyuncuları ve de oynadıkları karakterlerin adını veren (!) bir jenerik yurtdışında da tanınan bir şarkıcı, yeni turnesinin basın toplantısında (London) Londra’ya da gideceğini öğrenince, menajeri ile -sonuçsuz- bir çatışmaya girer. Londra’da İngiliz ile evlilik yapmış ve bir bebeği olan arkadaşı vardır. Londra’ya gider. Londra’da bulunan hayranı bir Fransız, gazetede Yaşar’ın orada olduğunu öğrenince, yolculuğunu bir gün erteler ve aynı otele yerleşmeye çalışır, yerleşir de. Yaşar, Enver’in yaşadığı Londra’ya gelmiştir, ama arkadaşının Enver ile görüşüp, geleceğini bildirmesine tepki gösterir. Kalınan otelin mutfağında görevli, Bolvadinli bir aşçı yamağı, kendini otelin protokol görevlisi yerine koyar -Yaşar’a yaklaşmak niyeti ile- birlikte fotoğraf bile çektirir. Arkadaşı, bebeğini bırakacağını Polish bakıcının mazeret bildirmesi üzerine, bebeğini, Yaşar’a bırakarak, kocasının bir konuşma yapacağı yemeğe giderler. Gece devam eder.
Berkun Oya yazarak yönettiği filmi, yazarken düşündüklerini, ne kadar görüntüledi, bunu ancak kendi bilir, ama, bir film yazdığını unutmadığı, çektiği filmle belli oluyor. Sinema olarak yazılırken, film olarak düşünülmüş… Senaryo doğal olarak, film yapmak için yazılan bir metindir ama, dramatik yapısı olmayan (gerçekten yok mu?) İyi Seneler Londra gibi film yazılırken -ve yönetecek kişi tarafından yazılıyorsa- sinema olarak çözüme hazır hale gelmiştir. Görüntü yönetmeninin algıları, oyuncuların yorumları (yoksa rolü değerlendirmeleri mi?) ile senaryo filmleşirken, yönetmen kontrolü elinde tutabilirse (Oya oyuncularına çok hakim) ortaya, dramatik yapı ile ilgi çekmek peşinde olmayan, bir günlük birbirini kesen olaylar / birbiri ile kesişen kişiler, üzerine bir film; gecenin bir yerinde balkondan atlayan (düşen!), aşağıdaki hiç ilgisiz (ilgisiz mi?) bir kişi üzerine düşmesi ile finale ulaşan bir labirent öykü çıkıyor.
Oya’nın sürprizleri de var, yıllar sonra Can Tokay’ı sinemamıza tekrar konuk ediyor.
(Senaryosunu da yazdığı Beyaz Melek ile ilk yönetmenliğini yapan Mahsun Kırmızıgül de bir öykü anlatıyor, kendi senaryosunu yönetirken, -belki- aksamayan bir yöntem kullanıyor, sinemasal keyifli zamanlar yakalaya biliyor, ama yeni hiçbir şey yok, eski Yeşilçam anlatımın teknolojisi gelişmiş yeni hali—)
Hiçbir filmi bir diğeri ile karşılaştırmak istemem ve filmler hakkında da genel olarak eleştiri yazmam ama, İyi Seneler Londra’yı seyredince, bu film hakkında yazı (eleştiri değil) yazmak istedim. (Beyaz Melek, bu isteği vermedi, -belki- Çilingir’in talebi ile yazabileciğim.)
(28 Aralık 2007)
Orhan Ünser