Disturbia tüm tedirginlik verici duygularla bezenerek sinemalarımıza konuk oluyor. Disturbia, banliyo anlamına gelen “suburbia” ve “rahatsız etmek” anlamına gelen “disturb”ün birleşiminden oluşan bir kelime oyunu. Filmin ismi anlattıklarına çok uyuyor. Bir Amerikan filmi olarak öyküsünü Amerikan kültürü üzerinden işlese de hepimizin korkularına hitap eden bir dünya kuruyor.
Amerika’da yerleşim Türkiye’ye oranla daha yatay bir yapıda. Şehirler dış eteklerine açılarak yayılıyor. Ne de olsa bol toprakları var. Hâttâ bizdeki gibi daha varlıklılar şehrin merkezindeki apartmanlarda üst üste yığılmak yerine dış eteklerdeki çekici, özel tasarlanmış, müstakil evlerden oluşan banliyölerde ve sitelerde yaşamayı tercih ediyorlar. Yine de komşuluk dediğimiz mevzuu dünyanın her yerinde aynı.
Filmimiz de böyle bir yerleşim bölgesinde başlıyor. Dizi dizi, inci gibi evler ve mutlu insanların oluşturduğu banliyöde geçiyor hikâye. Tüm bu güzel ambalajın arkasında, evlerin içinde, her zaman olduğu gibi, farklı öyküler yatıyor. Her evin bir bahçesi ve rengarenk çiçekleri var. Ardında da heybetli ve gösterişli evler ve onların ön kapılarının arkasındaki dışarı çıkarılmamış yaşamlar.
Disturbia’nın ana karakteri genç bir delikanlı. Daha okul çağında ve büyüyor, büyümeyi öğreniyor. Ona yol gösteren, evinde yuva hissini veren babasını acı bir kazayla kaybediyor. Dahası kazanın sorumlusu olarak kendini görüyor. Bu yüzden de kelimenin tam anlamıyla tam bir deli-kanlı. Tüm tepkileri duygusal ve bu duygusal tepkilerin hepsini aşırı dozda hırçınlıkla dışarı vuruyor.
Yine Amerikan sistemine dönersek, delikanlımız bir hata işliyor ve cezasını buluyor. Sistem onu adam etmeye çalışıyor ve işlediği suçtan dolayı ona hapis cezası veriyor. Neyse ki, yaşı tutmadığı için hapis cezası ev hapsine dönüştürülüyor. İşte böylece genç delikanlımız kendini, yavaş yavaş idrak ettiği bir dünyada buluyor. Evde kapalı kaldıkça kendini çevreleyen dünyayı tanımaya başlıyor. Daha önceden farklı zevklerle örttüğü pencereleri açılıyor ve körlüğünün yerini, pek istemese de, görmek alıyor.
Gencimiz can sıkıntısından etrafı gözetlemeye başlıyor. Tıpkı bizim de can sıkıntısından gidip, bilet alıp, onu gözetlememiz gibi. Sinemanın kökeninde gözetleme isteği yatar. Seyirci parayı sakınmadan gidip tanımadığı insanların hayatlarını izlemek ister. Bu sefer keyifle izlediğimiz nesnenin de bizim gibi başkalarını gözetlemekle meşgûl olduğunu görüyoruz. Haksızlık etmeyelim; o da önce bizim gibi “masum” gözetleme yöntemlerini deniyor. Hani “masum”un yerini belki “yasal” alabilir. Yalnız annesi, baba figürünü kaybetmiş delikanlıyı adam etmek için bu yasal gözetleme araçlarını elinden alıyor. Ne de olsa bir suç işlemiş ve aslında cezasını çekmeli, zevkli ve yasal araçlarla keyif yapmamalı. Kendisi de diyor: “Bu bir tatil değil.”
Önce internete bağlı oyun konsolları ve internet erişimi iptâl ediliyor. Sonra televizyondaki kablolu yayınlar kaldırılıyor. Ana – oğulun savaşına son yenik düşen de televizyonun elektrik kablosu oluyor. Delikanlımızın dışarıyla tüm bağları, kabloları kesiliyor. Aslında tam tersi oluyor. Annesi onu sanal dünyasından dışarı fırlatıyor ve gerçekten yaşadığı çevrenin dünyasıyla baş başa bırakıyor. Hâlâ yetişkin olamamış delikanlımız ne yapıyor? Televizyondaki Reality Show’lara denk düşecek görüntüleri evini çevreleyen insanların hayatlarında aramaya başlıyor. Başta can sıkıntısıyla başlayan eğlencesi bilgisayar oyunlarının yerini tutsun diye bir oyuna dönüşüyor. İki arkadaşını da eğlencesine katarak, en iyi Adventure oyunlarına taş çıkartacak bir oyuna başlıyorlar. Yan komşuyu gözetlemek.
Adam yalnız, şüpheli ve soğukkanlı. Bunların altında kesin bir şeyler yatıyor olmalı. “Komşum, canım komşum” diye selâmladığınız insanları düşünün. O sıcak gülümsemenin altında bir şeyler yatıyor olabilir mi? Herkesin “oh rahatladım” diye kendini dış etkenlerden uzağa, emniyetin kucağına attığı biricik evlerinin hemen yanındaki evlerde neler oluyor, kim bilir. Bu kadar yakınınızda olduğunu bildiğiniz ama içini göremediğiniz dünyalar sizi de deliye çevirmiyor mu? Delikanlımızı çeviriyor.
Delikanlımızın dikizlediği komşu kızı da çift taraflı oynuyor. Delikanlının kendini gözetlemesinden rahatsız oluyor ama arkadaş olmalarıyla birlikte o da diğer komşuyu gözetleyen ekibe dahil oluyor. Peki, bunca röntgencilik ardı ardına gelince kimler yasayı çiğniyor? Herkes kendisinin habersizce izlenmesinden rahatsız olurken niye sürekli çaktırmadan başkalarının dünyasına bir göz atmak istiyor?
Biz, sinemada oturmuş, delikanlıyı ve tüm çevresindekileri dikizliyoruz. Onlar yan komşularını gözetliyor ve fotoğraflıyor. Bu zincirleme reaksiyonda, meçhul – yabancı – komşu ne yapıyor? O da hepimiz gibi gözetlenmekten rahatsız oluyor ama başkalarını değişik bir şekilde inceliyor. Olayı bir adım daha ileri götürerek insanların daha da özellerini görmeye çalışıyor. Neleri mi? İzleyin ve görün. Aman dikkat edin, elinizi perdeye kaptırmayın.
(18 Temmuz 2007)
Nur Özgenalp