Ve olmalı. Her şeydeki güzelliği de sinemacılar ile sinemaseverler gerçekleştirecek. Filmlerde gördüğünüz kötülüklerden ve yanlışlıklardan ibret alın. Hayatta iyi ve doğruyu uygulayan birer sinema misyoneri olun; çevrenizi etkileyin, yeşeren tohumları göreceksiniz. Okumaya başladığınız 3 bölümlü bu haftaki yazımın konusunu böylece açıklamış oldum.
Bölüm 1-Aşkım İçin: Geçen gün “dünyanın en zengin kadını” diye haberini okuduğum Julia Roberts’in yanına Andie MacDowell’ı koy, geç karşılarına bak. Julia belki daha güzel, fakat Andie’nin başka türlü bir cazibesi var. Sinemalarımızın şenlenmesine vesile olan ilk film “Dokunulmazlar”dan bu yana Andy Garcia’ya da özel bir sempatim var. Andie’de yakaladığım sıcaklığı ise nasıldır, hangi filmden beridir, tesbit edemedim. Doğrusu “Aşkım İçin”de birbirlerine çok yakışan iki Andi’yi biraraya getirmeyi ben bile akıl edemezdim.
Aşkım İçin‘i gördüm, çok beğendim; sonra durdum, düşündüm. Bu beğenmemde tarafsız davranabildim mi; hayır, davranamadım. Bakınız izah edeyim. Seyredeceğiniz filmi tercih etmenizi etkileyen nedenler vardır. Sinema Gazetesi’nin saha müşahidi olarak bizim için bu nedenler “film seçme” yerine, “önce hangisini göreyim” şeklinde tezahür eder. Sinema tutkumuz bizi her filmi görmeye mahkûm ettiğinden, ben filmi görme sıralamamı aşağıda bahsedeceğim nedenlere dayandırıyorum. Önce Andy Garcia, peşinden Andie MacDowell, sonra aşk, sonra hanımın tercihi. Eee ne de olsa “serde kazaklık var”; “önce hangi filmi seyredelim” dediğimizde, hemen otoriter tercihim öne çıktı ve buyurdu: “Aşkım İçin seyredilecek”. Başka oyuncularla çevrilseydi filmi çok beğenir miydim, bilmiyorum. Eleştirmek ve tavsiye etmek zor ve bilmece gibi bir iş. Bizim arkadaşların değerlendirmelerine bakıyorum, birinin ak dediğine öteki kara demiş; birisinin tek yıldız verdiği filme öbürü üç yıldız vermiş. Demek ki her filmde bakış açısına göre bir güzellik var. Onun için siz bütün söylenenleri okuyun ve dinleyin, ondan sonra paşa gönlünüze göre istediğiniz filmi seçersiniz. Ama ben yine de söylemeden edemeyeceğim, “Aşkım İçin”i görün; iz bırakmasa da bu serinlemeye başlayan havalarda biraz içinizi ısıtır; bir müddet dünyayı pembe görürsünüz. Eh bu da, deprem, enflasyon, geçim sıkıntısı gibi dertler arasında insana biraz moral aşılar.
Bölüm incisi: “Hayat, dostum, zamanlamadır; doğru bildiğim şeyi yaparım. (Aşkım İçin). (Üretim Tarihi: 4.9.1999).
Bölüm 2-Dava: Film Travolta’nın tek başına kalması ile biterken Tevfik Fikret’in “Hak bildiğin yola yalnız gideceksin” sözünün gereği yerine getiriliyor. Filmin konusu çevre kirliliği sonucu lösemi olan çocuklar, ve hak, ve hukuk, ve adalet olunca bende çağrışım yaptı, Manisa Tarzanı’nı hatırladım. Beş yıl süren dava öncesi Tarzan’ın çocukları zırhlı arabaya konmuş götürülürken, annenin birisinin: “Götürmeyin onları; onlar daha çocuk, çocuk” diyerek arabanın ardından ağlayarak feryat etmesi aklımdan çıkmıyor.
Suç deyince mafya, mafya deyince baba kavramı akla gelir. Bize sorarsanız mecburen önce Yılmaz Güney’in “Baba”sını, sonra -hadi lâtife olsun- Cüneyt Arkın’ın “Babacan”ını hatırlarız. Ama yeryüzünde “baba”, -daha doğrusu İngilizce- “godfather” dendi mi Marlon Brando hatırlanır. Şimdi dikkat edin; suçun zirvesinde oturan adam, çocuklarına (Tarzan’ın çocukları gibi çocuklar, yani öz), ki bu çocukların içinde “Anlat Bakalım”daki Robert De Niro, “Kadın Kokusu”ndaki Al Pacino, “Aşkım İçin”deki Andy Garcia’dan ikisi mutlaka var. Şöyle diyor Hazret-i Brando, Francis Ford Coppola’nın “Baba III”ünde: “Dünyadaki tek servet çocuklardır; sizler benim hazinemsiniz”. Eli ekmek tutana kadar, üniversiteyi bitirene kadar, insanı reşit kılan evliliğe kadar, DOKUNMAYIN ÇOCUKLARIMA; BİR FİSKE DAHİ VURMAYIN. Efendiler. (Üretim Tarihi: 5.9.1999.)
Bölüm 3-Matrix: Kimseye Matrix’in ne olduğu anlatılamaz; kendin görmelisin. (Üretim Tarihi: 7.9.1999).
Sadi Çilingir