Sinemamızın 1914 tarihli başlangıcı son on yılda çeşitli etkinliklerle kutlanır oldu. Kutlama son dört yıldır Beyoğlu Belediyesi’nin öncülüğünde yapılıyor. Bendeniz öncülüğe ilk defa bin yılın sonunda teşrif edip, orasını da şereflendirdim. Belediye Başkanı’nın konuşmasının sonunda Taksim’e vasıl olabildim. Sinemamız adına Yönetmen Nejat Saydam konuştu. 85 yıl Pangaltı (“pankartı” olsa gerek) ile sanatçılar ve teknisyenler Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’ne doğru yürüyüşe başladılar. Yürüyüşe iştirak eden ve gözüme çarpan, tanıdığım sanatçılar şunlardır: Yılmaz Duru, Selâhattin Fırat, Sönmez Yıkılmaz (Yerli Rambo), İbrahim Kurt (Yerli “Siyah Giyen Adamlar”dan), Gani Rüzgâr Şavata, Seyfi Havaeri, Bülent Oran, (isimleri aklıma geldiği sıraya göre yazıyorum), Abdurrahman Şen (Belediye’nin Kültür-Sanat-Basın Danışmanı: Yücel Çakmaklı ve Mesut Uçakan’ın temsil ettiği ve sinemamızda keskin ifade ile “İslâmcı Sinema” veya “Sağ Sinema” olarak bilinegelen sinemanın ifadesini “Beyaz Sinema” kavramı ile yumuşatan, eski sinema yazarı; kutlamalar sonrasında tanıştım ve öğrendim. Abdurrahman’ın “Beyaz Sinema” ifadesi İsmail Güneş’te yerini bulmaya başladı. Eleştirmen milletinin geneli İsmail’e aynı mesafeden bakar olduğunu “Gülün Bittiği Yer” vesilesiyle gözlemlemekteyiz).
Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’ne geldikten sonra “Fısıltı Gazetesi” veya “Dedikodulu Meyhane”de yapılan yorumlara göre “Türk Sineması denilince akla gelen ünlü, eski ve yeni starların 85. Yıl kutlamalarına iştirak etmemesi, Allah Selamet Versin Partisi’nin arkasında duruyor gibi görünmenin sanatçılarımızda (ve diğer vatandaşlarımızda) imaj erozyonu yaratabileceği endişesi” imiş.
Meselâ çok takdir ettiğim sürüyle ödüle sahip bir aktörümüz, önce: “Ne demek, derhal gelirim bittabi” demişken, tam yumurta kapıya gelince, bir gün önceki son çağrıya: “SO DER Der Neğim Ne Der?” tereddüdüne duçar olup: “Der Neğimden katılabileceğime dair yazı getirirseniz, katıl katıl katılabilirim” demiş. Vallahi meseleye tarafsız gözümle bakarsam: “Ayıp etmiş” derim; taraflı gözümle ise: “İyi etmiş”. Son para/graftaki mes’eleden daha önce de bahsetmiştim. Tekrar bahsetmemin sebebi suyu çıksın diyedir. Bakıyorsun, dediklerinde haklı taraf da var. Eee, biz iki arada bir derede kalanlar ne yapacağız? Benim dayı karakol polisi iken 1968’lerde, karakola düşen sağcıyı hırpalanmaktan koruduğunda “faşist”, solcuyu koruduğunda “kominist” derlerdi. Hâlbuki adamcağız tarafsızca vazife yapıyor, ama kimin umurunda, atalarımız boşuna: “Nalıncı keseri hep kendine yontar.” dememiş. (Demiş mi?).
Kültür Merkezi’nden tedarik ettiğim ve Be.Be.’nin (Brigitte Bardot Bizatihi Böyle Belirtilirdi) yani Beyoğlu Belediyesi’nin hazırladığı afişe baktığımda TÜRK SİNEMASI 85 YAŞINDA yazısının tepesine aynı irilikte yazılan BEYOĞLU BELEDİYESİ yazısı bir tarafa, arka plâna konulan afiş fotoğraflarının tetkiki sonunda Fısıltı Gazetesi’nin “FP, Yeşilçam’ı kullanıyor” yorumlarına hak vermemek elde değil.
Bakınız Türk Sineması’nı öyle veya böyle veya şöyle takip edenlerin dikkatine sunayım, şu filmlerin afişleridir: “Ali Cengiz Oyunu”, “Malkoçoğlu Akıncılar Geliyor”, “Sezercik Aslan Parçası”, “Altın Prens Devler Ülkesinde”, “Dikkat Kan Aranıyor”, “Kerem ile Aslı”, “Bir Varmış Bir Yokmuş”, “Söz Müdafaanın”, “Gurbetçiler”. Adı okunamayan bir Yılmaz Güney filmi (“SİNEMASI” yazısının “SI”sı Yılma yazısını ile Yılmaz Güney’in görüntüsünü kapatmış vaziyette). Yani birader koskoca 85 yıllık Türk Sineması’nda hiç mi afiş bulamadınız da bunları koydunuz 85. Yıl afişine, yapmayın yahu. İçlerinde bir “Dikkat Kan Aranıyor” var doğru dürüst bilinen; onun da adı yok, Ekrem Bora’nın komiser fotoğrafı olmasa biz bile fark edemeyeceğiz ne olduğunu, Ahmet Mekin’in filmi gibi. Hiçbir şey yapamasanız, onur ödülü verdiğiniz üç dev Türk Sineması yazarı: Turhan Gürkan, Agâh Özgüç, Erman Şener’e de mi soramadınız?
T. Z. T. K. Merkezi’nde ilgililerinin yaptığı konuşmalardan, Beyoğlu Belediyesi’nin sinemaya daha çok ilgi göstereceği anlaşılmaktaydı. Selâhattin Fırat’ın sinemanın her kesimine lâf dokundurarak gönderdiği selâmları bir hayli alkış aldı. Yılmaz Duru yine her zamanki gibi dokunaklı bir konuya işaret etti: “Az önce şurada otururken genç bir kameraman arkadaş yanıma geldi: ‘Türk Sineması’ndan hiç kimse yok gibi’ dedi. Genç arkadaşlar sinemamızı tanımıyorlar, oysa Türk Sineması’nın bütün temel taşları burada” dedi ve fevkalâde de doğru dedi. Ülkü Erakalın ise -yönettiği duygusal filmlere nazire yaparcasına- dokunaklı bir konuşma ile “Fosforlu Cevriye”, Neriman Köksal’ımızı yad etti, şiirle andı. Neriman Köksal, “On erkek arkadaşa değişmem, o kadar merttir” diyen Yılmaz Duru’nun da ilk aşkıymış.
Ödül töreninde sanatçıların yaptıkları, ettikleri -Atilla Dorsay ile Turhan Gürkan’ın müştereken hazırladıkları- 15-20 senelik ansiklopediden aktarılarak duyuruldu. Tanıtımında: “Yaptığı son filmden sonra sinemayı bıraktı” denilince Nejat Saydam apar topar: “Sinema hiçbir zaman bırakılmaz; ben o filmden sonra televizyonlara bir sürü film yaptım. Böyle sinema yazarlığı olur mu; böyle yanlışlık yapılır mı?” benzeri sitemlerini sıralayıverdi. Anlaşıldı ki Nejat abimde dinleme hatası yapmış ve bilgilerin 15 yıl önceki kaynaktan aktarıldığını es geçmiş. Hemen salondaki Turhan Gürkan ve Agâh Özgüç’ün onayını alarak sunucuya gidip durumu sesli olarak düzelttirdim.
Türk Sineması’nın 85. yaş günü kutlamasındaki diğer bir hoşluk da Seyfi Havaeri’nin ödül dağıtımı bitimindeki yaptığı konuşma idi. Seyfi Baba bir girdi Ayastefanos’tan: “Türk Ordusunun bir ferdinin… Türk kameramanın… Türklerin yıktığı abidenin…” devam etti gitti, yıl yıl. 1940’lara geldiğinde Belediye Başkanı içeriye “Cocktail”e doğru yollandı. Yerli Rambo Sönmez’le birlikte bir müddet daha dinledik, ondan sonra ben de dikkatimi çeken başka bir etkinliğe yöneldiğimde Fuat Uzkınay’ın kızı Seyfi Havaeri’ni dinlemeye devam etmekteydi.
Dikkatimi çeken bir başka mes’ele de olayları takip eden medya mensupları ile ilgilidir. Kutlamadaki medya doğal olarak saç, sakal, kıl, tüy, örtü, mörtü ağırlıklıydı. Kafaları sanatçılardan daha dik duran, dolayısıyla tepeden bakan bir, ikisine: “Sen neredensin Memo?”, “Kimlerdensin ‘Cemo?’” diye sordum. “Falanca dergiden, filânca gasteden” dediler, ki hepsi hiç duymadığım ceride-i havadislerdir. Sonra ayni kişileri “Salkım Hanımın Taneleri”nin galasında da görünce film şirketlerinin ve diğer müesseselerin basın danışmanlarına şu öneriyi yapma ihtiyacı duydum: Arkadaşlar galalarda ve özel toplantılarda basın adına gelen sürüyle vatandaş, olur olmaz yerde sanatçılara mikrofon, kâğıt, kalem, kamera, mamera uzatıp işin suyunu, posasını, her bi şeyini çıkarıyorlar. O nedenledir ki eline fotoğraf makinesi, mikrofon, kâğıt, kalem, kamera, mamera alıp: “Ben basınım, basarım” dEyen her vatandaşı içeri sÖkmayın. En azından arada sırada: “SöylediGin dergi veya gazete hanidir? Nedir? Hele bir göster de, hele bir göreyim” deyiverin. (Üretim Tarihi: 14.11.1999 Türk Sinemasının 85. Yılı Kutlaması Günü. İlâve ve yeniden düzenlemeler: 29.11.1999). Sadi Bey bir TEMA gönüllüsüdür.
Sadi Çilingir