Bir İlkbahar Sabahı

Sezonun en güzel haftasını okulların yarıyıl tatilinde yaşadık. Asterix ile “Güle Güle”nin vizyon yaptığı hafta Asterix’ten 7 yaşındaki çocukları ile çıkanlar olduğu gibi 70’lik annesi ile “Güle Güle”ye giden hanımlara da rastlanmaktaydı. İstiklal Caddesi bu vesile ile o hafta 7’den 77’ye çok güzel günler geçirdi. Hafta sonu Emek Sineması ana-baba günüydü ve film 2. haftasının sonlarında olduğu halde işler gayet iyiydi. Sonraki haftalarda filmin hasılatı düzenli bir yükseliş trendini yakaladı.

Bu sezon yerli filmler aldı başını gidiyor. En son Atıf Yılmaz’ın “Eylül Fırtınası” vizyona girdi. Daha önce vizyona giren “Mayıs Sıkıntısı” ile adları karışan film bilindiği gibi 12 Eylül sonrasını anlatıyor. Sinemada mevsimlere bakarsak Erden Kıral’ın bu sayımızda kitabını da tanıttığımız “Hakkaride Bir Mevsim” ilk akla gelen filmdir. “Bir Yaz Yağmuru”, “Bir İlkbahar Sabahı”, “Yaz Bitti” gibi yerli filmlerimiz de vardır. Kafamızdaki hafızayı yoklarsak “Ağustos’ta Rapsodi”, “Cumartesi Cumartesi”, “Bir Pazar Sabahı”, “Çarşambayı Sel Aldı”, gibi filmler de hatırlanıyor. Yabancılardan “Kanlı Pazar” ve “13. Cuma”lar da çok meşhurdur.

Dergimiz filmlerin kısasını, uzununu, konulusunu, belgeselini, yerlisini, yabancısını sevdiğinden yeni bir yazı dizisine başlamayı düşünmektedir. İçinde bulunduğumuz aylarda açtığı sergiler, yayınladığı kitaplar ve çektiği dizi “Mualla” ile gündemde olan ve Yavuz Turgul’un yönettiği “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni” filminin adı ile anılan Ülkü Erakalın’ın İstiklal caddesindeki sergisini ziyaret ettiğimde çok etkilendim ve “Yeşilçam Kendini Anlatıyor” adı altında “Yeşilçam mensuplarının kendi kalemleri ile hayatlarını anlattıkları bir yazı dizisi” fikrimi Ülkü Erakalın’a söyledim. Destek verdi: “Neden olmasın, çok güzel olur” dedi. Ertesi gün “Amerikan Güzeli”ni ikinci kez izlemek için gittiğim sinemanın müdüriyetine çıktım, sohbete başlarken bir başka ünlü yönetmenimiz geldi. Anlattıklarını yeni yazı dizimizin minyatürü olarak sunuyorum; okuyunuz şöyledir:

“’Güle Güle’ beklediğim kadar iyi çıkmadı. Adam kadına bir görüşte aşık olmuş, otuz yıl mektuplaşıyorlar, fıstık gibi PTT müdürü gönüllü olduğu halde hiç ilgilenmiyor. Metin Akpınar’ın oyunculuğuna bir diyeceğim yok ama o cüssesiyle pek inandırıcı değil. Daha önce önerilen Müşfik Kenter olsaydı uyardı. Zeki Ökten’den beklediğim bir film değil. Çekim yapılırken gerektiğinde senaryo değiştirilir. Bunlar eczacı gibi film çekiyorlar, reçetede ne yazıyorsa onu veriyorlar. Seyircinin ilgisi fena değil. Tabi 15-20 sene öncesinin ilgisi ile mukayese edilemez. O zamanlar Türkiye’de olduğu gibi, yurtdışında da filmlerimize olağanüstü ilgi gösterilirdi. Türk filmlerine bilhassa Yunanistan’da aşırı ilgi gösterilirdi. ‘Severek Ayrılalım’ filminin çekimlerinin bir kısmını Akrapol’de yaptık. O sırada Erman Film’in ‘Kezban Roma’da’ adlı filmi Atina’da vizyona giriyor. 1600 kişilik sinemaya girdik, korkunç bir tezahürat, dışarıda kesinlikle 15000 kişi var. Yüzbaşı komutasındaki bir jandarma birliği asayişi sağlamak için hazır bulunduruluyor. Gala sonrasında sinemanın arka kapısından parçalanmaktan korunarak uzaklaştırılıyoruz. Ayrılık zamanı geldiğinde Yunanlı yüzbaşı elini omuzuna atıyor, apoletini kopararak çıkartıyor ve Hülya Koçyiğit’e sunuyor. Olur mu böyle şey? Biz bunları da yaşadık.

Sadi Çilingir