Yılmaz Güney’di

Evet di’li geçmiş ile, Yılmaz Güney’di. Aradan 23 yıl geçmiş, doğum günü hâttâ yılı tam ve net olarak bilinmiyor ama, 1984’de (09.09.1984) yitirdik O’nu.

Umut filminin ODTÜ’de yapılacak gösterisine gittik, gösterilip gösterilmeyeceği bilinmiyordu. Bilenler bilir, ODTÜ’nün geniş alanında hangi yerde gösterileceğini bile net öğrenemedik, vakit ilerliyor, hava kararmaya başlıyor, güneş batmıştı, kuyruktan ayrılmıyor, ama hangi kuyruktan, dört beş tane kuyruk vardı. O gün filme ulaşamadık, kaç gün sonra idi bilemiyorum, ama bir sonbahar günü olmalı, fakültemizde (A. Ü. Hukuk Fakültesi) filmin gösterileceğini öğrendim. Konferans salonunda gösterim yapılacaktı, okulda bir sinema kulübü kurulmuştu (Neler mi göstermişti?: Prof. Hannibal ve Cehennemde İki Devre / Z. Fabri, Yedi Samuray / A. Kurosawa, Sevmek Zamanı / M. Erksan v. b.) işte onlar bulup buluşturmuşlar, filmi getirdiler, derslere girdiğimiz, çeşitli anma toplantılarının yapıldığı bu salonda bu kez Umut ile buluştuk. Gösterim öncesi, asistanımız olan Uğur Mumcu, Özkan Tikveş’in sinemada sansürü konu alan doktora tezinin kitabı ile gelerek, bir konuşma yaptı ve o zaman geçerli olan sansür kuralları gereğince, biraz titizlik gösterilirse, sansür edilmeyecek filmin olmadığını söyledi ve gösterim sonunda filmin, finaline ulaştık. Filmi, Umut’u anlatacak değilim. Finalde define peşindeki gurup, gömünün izini bulduğuna inandıkları Cabbar’ın (Güney) gözlerini bağlayarak, o’na doğru yürümesini isterler, bir süre yürüyen Cabbar daire çizmeye başlar ve bu daire üzerinde döner döner döner. ‘Umut’ bir kısır döngüdür, -‘umut’, akıllıca ve var olanları doğru değerlendirdiğin zaman, ileriyi görebilmene yardımcı olur ve o zaman varılacak hedef olur.- Cabbar’ın ‘umut’u ise kendi çevresinde dönmektir, yani hiç yere gitmemek, ve döner, döner, döner…. Perdenin sağ alt köşesinde UMUT yazar, bir süre sonra ise, görüntü kararır ama yazı ‘umut’ perdede kalır ve film, ‘son’ yazmadan biter. O zamanlar filmlerimizde final jeneriği bulunmazdı, bu nedenle film ‘umut’ yazısı ile biter; aslında filmler bitmez, gösterimi biter. (Sonradan sinemalarda gördüğüm gösterilerde, büyük bir olasılıkla sinemacı tarafından filme ‘son’ yazısı eklenmişti.)

Yılmaz Güney’in sinema serüveni çok öncelerde başlar, Atıf Yılmaz ile çalışmalarından öncesi de var, Adana’da afişleri yatak yapıp üzerinde uyuduğu sinemalarda, bölge işletmelerinde çalıştığı günler, fakat sinema ile ilk kez on yaşında tanışmış olması acaba kayıp mı kazanç mı?

Oyunculuğa başladığı günlerde / filmlerde, aynı zamanda senaryo yazımına katılıp, asistanlık da yapıyor (Atıf Yılmaz’a), ben sinemaya böyle üç koldan bir girişi başkasında hatırlamıyorum (yanılıyor olabilir miyim?)

Sonra zaman zaman, birbirine benzese de, oynadığı filmlerin bazılarının senaryolarını yazıyor, bazı kendi seçtiği bölümleri yönetiyor, bu yönetmenliğe geçtikten sonra da (başkalarının yönettiği filmlerde) devam ediyor; deneysel çalışmaya olanak vermeyen ortamımız, piyasanın talebi ile peşi peşine benzer film üretilmesi sonucunu doğuruyor. Kendi ağırlığını koymaya başladıktan sonra, istediklerini yapabilme olanağına biraz daha kavuşuyor ama senaryo yazarlığından önce gelen yazarlığı (öykü – roman) daha tam yerine oturmuş değildir, fakat kafada mevcut bir öykünün setlerde yazılan senaryoları ile zaman zaman dağınık (Ağıt), silâh romantizmi (Acı – Umutsuzlar) ağırlıklı sonuçlar elde ediyor.

Bu sitede daha önce de yer almış, Baba ve Zavallılar filmlerine ait yazılarda sözü edilen durumlar nedeni ile, ben Güney’in yapabileceklerinin bir kısmını çeşitli nedenlerle yapamamış olduğunu düşünüyorum. Yapılamayanlar için yakınmanın anlamı yoktur, yapılanlara bakılıp arkasını da / eksik kalanı da (yapılanamayanı da) düşününce, keşke böyle olsaydı demek de sonuç vermiyor.

Her ölüm erkendir derler, bazılarının ölümü daha mı erken?

Sinemaya giriş filmleri (Bu Vatanın Çocukları / Alageyik), giriş biçimi ile ilgi topluyorsa da, zorunlu ara vermesi (Boynu Bükük Öldüler’in yazıldığı cezaevine günleri) ile, araya zaman girmesi ile çabuk unutulması, geri döndüğünde hatırlanmaması, ancak dar bütçeli yapımlarda, kimi zaman sırf gelir için, ama zaman zaman kişisel tavrını (biçimini) koyarak bir Anadolu seferine çıkıyor, sonuç kendisine bir kitle bağlıyor, bir lâkap ediniyor: (‘Çirkin Kral’). Bu lâkabını korurken, sinemasınında düzeyini -kendi biçimi ile- kotarabildiği kadar yükseltme çabası… Geç tanıştığı sinemanın, görselliğini çabuk çözümlemesi, bu konuda kısa ama sinemasal doruklara ulaşması, şimşek gibi çakıyor. (Bana göre) Umut’ta bir özel arabanın çarpması sonucu ölen atını Çukurova’da kırsal araziye götürüp bırakma sahnesi, çocuklarının tren rayları arasında kömür toplarken oynadıkları oyun sahnesi…, birinci sahnenin destansı görselliği ardında, arabanın atına çarpması, karakolda haksız çıkması, filmde (filmlerinde) zaman zaman vurgulanacak, sınıf (sosyal katman) farklılığının belirtildiği içerik ile birleşir. Görselliği ve doğallığı ağırlık taşıyan ikinci sahne ise Baba’nın ilk bölümündeki çocukların tavuk kovalaması sahnesinin habercisidir. Daha öğrenmedikleri bir ayrılığın öncesindeki çocuklar acımasızca tavuğu kovalarlarken, kendileri de tavuk kadar çaresizdirler: (yaşam ne sürprizler hazırlar). Filmlerinde, öykü dışında, çevre gözlemleri yaparken -asıl / görsel sinemasını yaparken-, çocuklara yaklaşımı dikkate değer, çocuklar doğallıkları içinde, gerçek durumları ile görüntülenir. Son filmi Le Mur (Duvar) çocukları daha büyük yaşlarında ‘delikanlılıklarında’ ve cezaevi ortamında ele alırken, yaşamın daha katılaşan gerçekleri ile verilir.

Beyazperdeden, ince uzun bacakları üzerinde, dar siyah veya beyaz pantolonu ile yaylana yaylana geçerken, çirkin ama ‘onun’ yüzünde hiç de çirkin durmayan burnu, gözleri ile birlikteki gülüşü ile geçen Güney, aramızdan yirmi üç yıl önce ayrılmıştı, yurt dışında idi, vatandaşlıktan dışlanmıştı, yapabildikleri ile bile sinemamızda bir döneme damgasını vurmuştu. Sonuçta sinemanın her geçen gün gelişen teknolojisi ile -belki- yeni yetme seyircinin bu gün ‘gülebildiği’ filmler yaptı, ama yukarıda da kısmen değindiğim gibi, yapabildikleri düşündüklerinin az bir kısmı idi. İstediğini yapabilecek noktaya hiç bir zaman gelemedi ama kısmen ağırlığı koyduğu ve o günün tekniği ile yaptığı, en sıradan filmlerine serpiştirdiği politik göndermeleri ile olsun, zaman zaman sinemasının şiirselleştiği daha ağırlıklı politik filmlerinde olsun, fikirlerine katılın veya katılmayın, başından sonuna kadar hep bir ‘sinema adamı’ olmayı hak etti. Sinemamızdan geldi geçti, Yılmaz Güney’di.

(07 Eylül 2007)

Orhan Ünser

Tüm Şirketler

Tüm Şirketler, 24 – 30 Ağustos 2007 Haftalık (Weekly), 29 Aralık 2006 – 30 Ağustos 2007 Yıllık (Annual), Eski Yıllar (Ex Years Releases) yıllık (annual), Hafta Hafta (Week by Week) Box Office listesi için tıklayınız. Bu listeden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi‘nin gösterilmesi rica olunur.

Mamma Mia

Phyllida Lloyd’un yönettiği ve Meryl Streep, Pierce Brosnan, Colin Firth ile Billy Nighy’nin oynadığı Mamma Mia, 18 Temmuz 2008′de UIP Filmcilik dağıtımıyla UIP Filmcilik tarafından vizyona çıkarıldı.
Mamma Mia’da babasının kimliğini keşfetmeyi ümit eden genç bir kız olan Sophie Sheridan’ın duygusal ve mizahi öyküsü, ünlü pop grubu Abba’nın hit şarkıları eşliğinde anlatılıyor. Sophie Sheridan evlenme aşamasına gelmiş sevimli, genç bir kızdır. Nikâhının yapılacağı gününün hemen bir gün öncesinde annesi Donna’nın, 20 yıl önce seyahat ettiği Yunan adalarında yaşadığı geçmişinden üç erkek arkadaşı birden onların ziyaretine gelirler.

Mamma Mia yazısına devam et

The Women’ın Çekimlerine Başlandı

Meg Ryan, Eva Mendes, Annette Bening, Jada Pinkett Smith, Debra Messing ve Candice Bergen gibi başarılı kadın oyuncuların yer aldığı The Women’in çekimlerine başlandı. 1939 yılında George Cukor tarafından çekilen ve bir sinema klâsiği olan The Women, Diane English’in yönetmenliğini ve senaristliğini üstlenmesi ile yeniden sinemaseverlerle buluşacak. Bir grup kadının hikâyesinin anlatıldığı filmin kısaca konusu: Mary Haines’in mutlu evliliği, kocasının onu tezgâhtar bir kız ile aldattığını öğrenince bozulur. Bu durum günlerini kuaför salonlarında geçiren sosyetik kadınların dedikodu konusu olmuştur. Mary hem gururunu hem de kocasını geri kazanmak için zorlu bir mücadele içine girer.

Kültür Bakanlığı Destek Listesi

Sinema Destekleme Kurulu, 25 – 26 Ağustos tarihlerinde yaptığı toplantıda, 24 belgesel, 29 senaryo diyalog ve yazım geliştirme, 16 amatör yapım ile 1 belgesel yapım geliştirme ve 1 animasyon filme destek sağlama kararı aldı. Kurulun kararına göre, toplam 71 projeye KDV dahil 1 milyon 500 bin YTL destek verilecek.
Belgeseller arasında, 60 bin YTL ile doğrudan ve geri ödemesiz en fazla desteği Sinema Televizyon Film’in yapımcılığında, Savaş Güvezne’nin yönetmenliğini üstlendiği Beşiktaş’ta Bir Tayyare Fabrikası adlı proje alacak. Yönetmenliğini eski TRT Genel Müdürü Şenol Demiröz’ün yapacağı Ölüler Şehri belgeseline de 30 bin YTL destek verilecek. (Haber: Serpil Boydak)

  • Geniş bilgi için tıklayınız.
  • Antalya’daki Sinemaseverlere Müjde: Festivalde Gündüz Seansları Sadece 3 YTL

    Antalya Altın Portakal Film Festivali, Türk ve dünya sinemasının birbirinden önemli filmlerini ve dünyaca ünlü konuklarını ağırlamaya hazırlanıyor. 19 – 28 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan festival boyunca sinemaseverler 12:00 ve 14:00 seanslarındaki filmleri sadece 3 YTL’ye izleyebilecekler. Cinebonus / Migros AVM’de üç salon, AKM’de iki salon ile Antalya merkezde bulunan Prestige Sinemaları’nda bir salon hizmet verecek.

    Antalya’daki Sinemaseverlere Müjde: Festivalde Gündüz Seansları Sadece 3 YTL yazısına devam et

    Universal Pictures’ın Yeni Romantik Komedisi Leatherheads’ın Çekimlerine Başlandı

    Universal Pictures’ın yeni romantik komedisi Leatherheads’ın çekimlerine başlandı. Oscar ödüllü iki yıldız George Clooney ile Renee Zellweger’i bir araya getiren filmde Clooney ayrıca yönetmenliği de üstlendi ve filmin senaryo yazarları arasında yer aldı.
    Diğer yan rollerde John Krasinski, Jonathan Pryce ve Stephen Root kamera karşısına geçti. Konusu, Amerikan profesyonel futbol liginin henüz yeni kurulmaya başlandığı 1925 yılında geçen filmin çekimleri Kuzey ve Güney Carolina’da gerçek mekânlarda yapılıyor.

    Küllerinden Doğmak

    AB’nin desteği ile Kafkas Dernekleri Federasyonu, İstanbul Dostluk Kulübü ve TRT’nin proje ortaklığında gerçekleştirilen, Küllerinden Doğmak adlı belgeselin gala gösterimi, 05 Eylül’de Bahçeşehir Üniversitesi’nin Beşiktaş’taki merkezinde yapılacak.
    Yönetmenliğini Eniz Rıza’nın üstlendiği belgesel, Çerkeslerin yoğun olarak yaşadığı Düzce, İzmit, Sakarya, Bursa, Balıkesir, Eskişehir, Amasya, Adana, Kahramanmaraş, Kayseri, Sivas, Samsun’da 2 ayı aşkın bir çalışma ile gerçekleştirildi.

    Küllerinden Doğmak yazısına devam et

    Karamel

    Nadine Labaki’nin yönettiği ve Ismail Antar, Gisele Aouad, Yasmine Elmasri ile Sihame Haddad’ın oynadığı Karamel (Caramel), 09 Mayıs 2008′de Chantier Films dağıtımıyla Chantier Films tarafından vizyona çıkarıldı.
    Beyrut’ta 5 kadın düzenli olarak bir güzellik salonunda buluşurlar. Bu güzellik salonu birkaç neslin bir araya gelip dertleştiği ve birbirleri ile sırlarını paylaştığı, şehrin en renkli mekânıdır. Kuaför dükkanı, bu birbirinden çekici ve güzel kadınların annelik, aşk ve seks hakkındaki konuşmaları ve bitmek bilmeyen güzelleşme çabaları ile şehrin en eğlenceli yeridir.

    Karamel yazısına devam et

    Caramel, Fransa’da Vizyona Girdiği İlk Haftada İzleyenleri Büyüledi

    Geçtiğimiz hafta 182 kopya ile Fransa’da vizyona giren Caramel güçlü rakipleri Evan Almighty ve Grindhouse: Planet Terror’u geride bırakarak geçen hafta vizyona girenler arasında birinci oldu. Caramel’in, Fransa’da en fazla izlenen Arapça film rekorunu kırmasına kesin gözüyle bakılıyor. Ayrıca Caramel’in 2008 Oscar’larında En İyi Yabancı Film Ödülü’nü alması bekleniyor. Nadine Labaki’nin hem yazıp, hem yönettiği, ayrıca da başrolünü üstlendiği romantik komedi, Lübnan’da dört kadının günlük yaşamları ve aşklarını anlatıyor. Film, Chantier Films tarafından ülkemiz sinemalarında gösterilecek.

    Oğuz Adanır’dan Yeni Bir Kitap: İşitsel ve Görsel Anlam Üretimi

    PMP Yayıncılık, Oğuz Adanır’ın yeni kitabı İşitsel ve Görsel Anlam üretimi’ni yayınladı. PMP Yayıncılık daha önce Oğuz Adanır’ın Kültür Politika ve Sinema adlı kitabını da sinemaseverlere sunmuştu. Adanır bu incelemesinde Türkiye özelinde, Toplumsal Gelişme ve Sinema kavramından hareketle, Şimdiki Zaman Kavramı ve Sinema’ya kadar olan süreci analiz ederken, diğer taraftan Jean Mitry, Christian Metz, Julia Kristeva ve Herbert Schiller’le yaptığı söyleşilerde, işitsel ve görsel olan sanat eserinin nasıl anlamlar ürettiğine dair soruların yanıtlarını arıyor.

    Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu