İsmail Necmi’nin filmi Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım? Kuzey Avrupa’nın en dinamik ve yenilikçi film festivallerinden biri olan Reykjavik International Film Festival 2009′da Uluslararası Yarışma Bölümü ‘New Visions – Yeni Ufuklar’a seçildi. Reykjavik Uluslararası Film Festivali genç bir film festivali olmakla beraber dinamik yapısı ve yenilikçi tavrıyla Kuzey Avrupa’nın en prestijli film festivalleri arasında yer alıyor. İsmail Necmi’nin filmi ayrıca Ekim 2009’da yapılacak olan 38. Montreal Uluslararasi Yeni Sinema Festivali’nin Uluslararası Yarışma Bölümü’ne girme başarısını göstermiş ve yine Kasım 2009′daki 7. Bangkok Dünya Film Festivali resmi seçkisine alınmıştı.
İçimizdeki Düşman
Florent Siri’nin yönettiği ve Benoit Magimel, Albert Dupontel, Aurelien Recoing ile Marc Barbe’nin oynadığı İçimizdeki Düşman (L’Ennemi Intime – Intimate Enemies), 03 Temmuz 2009’da Pinema Film dağıtımıyla D Productions tarafından vizyona çıkarıldı.
Cezayir’de yaşanan savaş sırasında Fransız ordusunda bir bölüğün komutanı öldürülünce Teğmen Terrien, bölüğün başına getirilir. Bölükte hayattan ümidini kesmiş Çavuş Dougnac ile tanışır. Savaş ortamının zorlukları iki askerin kişiliklerini sınayacaktır. İsimsiz bir savaşta kaybolmuş iki asker, aslında en büyük düşmanın kendileri olduklarını fark edeceklerdir.
Zaman’ın Gergefcisi: Ömer Kavur
37 gün kalmıştı, 61 yılı geride bırakacak 18 Haziran’a… 2005 yılı. 12 Mayıs Perşembe, saat 21.15… Gülümsüyorsun. Birden geniş bir taşlıklı avluya inmiş gibi oluyorum. Altı yaşlarındayım. Kilimler, yastıklarla bezeli büyük odada kadınlar ağlıyor. Biri ağlayarak türkü söylüyor. Geniş salonda, taşlığa bakan pencereye yürüyorum. Taşlığa bakıyorum. Tuğlalardan yapılmış iğreti bir ocağın üstünde su ısıtılan kazanı, tahta bir sedirde çıplak yatan Azmi Enişte’yi görüyorum. Edep yerinin üstünde lifle, bir kalıp yeşil sabun var. Gömleğinin kolları sıvayıp suyun ısısını kontrol eden sakallı adam, dua mırıldanarak sabunu alıyor. Biri, elindeki teneke tasla kazandan aldığı suyu Azmi Eniştenin üstüne dökmeye başlıyor.
Zaman 1980 yıllarına dönüyor. Atıf Yılmaz ve Yavuz Özkan’la kurduğunuz ADAF FİLM yıllarına gidiyorum. Atıf abinin çekeceği Talihli Amele filminde oynamak için Adaf’a geldiğimde, filmin yapımcısı olarak tanışıyoruz. Adınızı, sinema eğitimli ilk yönetmen olarak ve YATIK EMİNE (1974), YUSUF İLE KENAN (1979) filmlerinizden biliyorum. Filmin bitiminden sonra Tepebaşı Deneme Sahnesi’nde oynadığımız Bahar Noktası oyununa geliyorsun. Aramızda abi kardeş ilişkisi tohumlarını atıyor. Araya uzun süren tutukluluk dönemim giriyor. AH GÜZEL İSTANBUL (1981), KIRIK BİR AŞK HİKAYESİ (1982), GÖL (1982) filmlerini katıyorsun zaman’a. Gün geliyor, Atıf abiyle karşılaşıyoruz. “Ömer film çekecek, ALFA FİLM’e git” diyor. Atıf abiyle paylaştığınız, Ahududu Sokaktaki Alfa Film’e girdiğimde, sıcak gülümsemenle karşılıyorsun. KÖREBE (1984) filminin prodüksiyon sorumlusu, çocukluk arkadaşın Sadık Deveci’yle tanıştırıyorsun. Tekirdağ’ın Saray ilçesinde çalışıyoruz. Hava oldukça rüzgârlı. O dönemler teknik malzemeler olmadığı için, oto çekimlerini Orhan’ı (Oğuz) kamerasıyla, otonun ön kaportasına bağlayarak çözüyorsun. Rüzgârın zorlayıcılığına rağmen, Orhan gereken plânları çekiyor. Filmin unutulmaz sürprizi ertesi sabah yağan kar oluyor. Bağlantılı sahnelerin çekimi bitmediği için, dokusu uyan, karsız bölge bulmakta oldukça zorlanıyoruz. İlk defa yönetmen asistanlığı yaptığım Çıplak Vatandaş filmi sonrası, Çalıkuşu dizisinde Osman Baba’yla (F.Seden) asistan olarak çalışmaya başladığım sıralar, AMANSIZ YOL (1985) filmine başlıyorsun. Sadık bize haber vermeden, sizin filmde oynasın diye, dizide oynayan Mine’yi (Çayıroğlu), resmen kaçırıyor.
Bu yüzden, iş programında bir hayli zorlanıyorum. ANAYURT OTELİ (1986) filminde oynamak üzere, Alfa Film’de tekrar buluşuyoruz. İskender abiyle tanışıyorum. Çekim mekânı Nazilli’ye geldiğimde, taksici sanki romandaki Anayurt Oteli’nin önünde indirmişti beni. Mekânlardaki titizliğini bir kez daha farkediyorum. Asistanlık yaptığımı öğrenince hayıflanıyorsun. Çekimlerin yapıldığı ve konaklama yeri olan otel maceralarını anlatıyorsun. Oyuncu olarak işim bitip döndükten sonra aldığımız haber, sahnesi olan oyuncuları çok üzüyor. Ark probleminden kaynaklandığı için, filmin 22 kutusu yeniden çekiliyor. 30/50 kutuyla film bitirildiği dönemde, oldukca kötü bir durumdu doğrusu. Asistanlık yapmam, birliktelikte yıllarca çalışmamızın adımı oluyor. Artık filmlerinin oyuncusu ve asistanıydım.
GECE YOLCULUĞU (1987) filmine başlayacaktın. Filminin mekân fotoğraflarını gösterip, tüm ayrıntıları aktarıyorsun. Mekânları görmüş gibi oluyorum. Yolları kapatan kar nedeniyle, gidişimizi bir süre erteliyoruz. Yollar da başlayan çekimler, Fethiye’ye kadar sürüyor. Oto çekimlerini, lata demirlerden yapılan bir mekanizmayla, kamerayı otoya monte ederek sağlıyorsun. Filmin ana mekânı Kayaköy’ün görselliği hepimizi büyülüyor. Daha önce de film çekildiği halde pek bilinmeyen Kayaköy, böylece daha da tanınmış oluyordu. Set aralarında, birbirimize fıkralar anlatıp duruyoruz. Aytaç’ın (Arman) deyimiyle, iki farklı kültürün birbirini bulmuş parçasıydık. Birlikte çalıştığımız filmlerin en keyifli olanıydı bence. Sinemada ilk kez staticam kullanmıştın. Montaj sırasında orada olan Cüneyt Arkın’a çekimleri izlettiğinde, “Bu kadar şaryoyu nasıl buldunuz” demişti. Film sonrası, seninle yolculuğumuzun uzun yıllar süreceği ALFA FİLM’e katılıyorum. Kültür Bakanlığı adına senaryolarını yazıp yönettiğim, İÇİMİZDEN BİRİ YUNUS ve GÖNÜLLER SULTANI filmlerini çekme şansı tanıyorsun. Sonra Alfa Film’i, Halep İşhanı’na taşıyoruz. İNGİLİZ TV adına GÜNEYDOĞU BELGESELİ çekmek için yola çıkıyorum. Sonra tadı unutulmaz GİZLİ YÜZ (1990) filminin mekân araştırma günleri başlıyor. Saat Kulesi olan kentleri dolaşıyoruz. Çalıkuşu’nda çalıştığım Mudurnu ve Göynük’e götürüyorum seni. Görselliği harika ama içi küçük saat kulesi, aklının bir kenarında kalıyor. İstanbul Sarayburnu’ndan, Kastamonu’ya sürgüne
gönderilen saat kulesinde, çalışmakta karar kılıyoruz. Önemli mekânlardan birini bulamadığımız için, Sadık’la tekrar yollara düşüyoruz. Ve garip bir kokuyla elimizdeki haritada adı bile olmayan Ulus kasabasını buluyorum. Dönüşte görüntülerini izleyip, heyecanlanıyorsun. Ertesi sabah birlikte Ulus’a gidiyoruz. Gereken mekân, Arnavut taşlı geniş meydan, tam ortasında duran ahşap yapı ve penceresinden görünen bisiklet tamircisi. Ahşap binaya bir otel tabelâsı, bisiklet tamircisinin dükkânının da, saat tamircisi dükkânına dönüştürülmesi yetiyor. Safranbolu’da mandra arıyoruz. Bulduğumuz mandralar ya dış görüntüsüyle ya da iç mekânıyla bir türlü içimize sinmiyor. Mandra aramada bize yardımcı olan Kültür Müdürü “Ömer bey, siz de dışını bir yerde, içini başka yerde çekin” diyor. Mekân titizliğini bildiğim için, ortamı şakayla yumuşatmaya çalışıyorum. Sonuçta mandra mekânının iç ve dışı sahnelerini farklı yerlerde çekmek zorunda kalıyoruz. Filmin stüdyo işlerinin bittiği gün, ikimizi ilgilendiren nedenle Alfa Film’den kopuyorum. İkibuçuk yıl geçiyor aradan. Arıyorsun, yeniden dönüyorum Alfa’ya. Oturduğum odaya sanki hiç dokunulmamış. Aramıza köpeğin Wanda katılıyor. ATV’ye çekilecek FANTASTİK ÖYKÜLER (1993) dizisi hazırlığına başlıyoruz. Dizi 2 bölümle kalıyor. Ardından peşini hiç bırakmayacak ilk tatsızlık başlıyor. On Yönetmenle kurduğunuz Vakfın cekeceği beşer öykülü iki filmin, birini Alfa olarak üstleniyoruz. Beş öyküden biri olan BULUŞMA (1995) filminde Wanda’yı da oynatıyoruz. Sette YUNUS NADİ Uzun Metrajlı Sinema Senaryo Ödülü aldığım haberini veriyorsun. Senaryosunu yazdığım TÜTÜNBANK eğitim filmini
birlikte kotarıyoruz. Gizli Yüz filminin mekân araştırması sırasında ilgini çeken Göynük saat kulesi, AKREBİN YOLCULUĞU (1996) filminin ana teması oluyor. Yine, o tadı hoş mekân araştırmalarımız başlıyor. Göynük’deki Sülüklü Göl’ü buluşumuz da ilginçti. Tıpkı görselliği gibi. Çekim öncesi, çekimler sırasında yaşadığımız olaylardan dolayı keyfim kaçıyor. Olanları konuşuyoruz. Sabret diyorsun. Sonuçta olayların birikimleri, üç yılı dört duvar arkasında geçirmeyi becermeme rağmen, tahammül sınırımı zorlanmaya başlıyor. En zor sahnenin çekimi sonrası saatlerce düşünüyorum.
Filmin bir haftalık üç oyunculu, en hafif sahneleri kalmış. Söylenecek her şeyi göze alarak, gecenin 03.00 de taksiyle Göynük’ten İstanbul’a dönüyorum. Ve araya üçbuçuk yıl giriyor. İlk adı Kara Güneş olan MELEKLER EVİ (2000) filmine oyuncu olarak çağırıyorsun. Bildik oyuncular dışındakilerine cast çalışmalarını, Dilson Oteli’nde filmin basın kokteylini yapıyoruz. 7 kişilik ekibin içinde Şanlıurfa’ya uçuyoruz. Ön çalışmaların ardından ekip geliyor. İlk gün, çekim sabah 04.30’a kadar sürüyor. Gün ağarırken, iki ayrı mezhep için aralıklı okunan ezan günü selâmlıyor. Kervansaray çekimleri için Harran ovasının derinliğindeki Hanel Bahrür’e gitmek üzere 7 araçlı konvoyla yola çıkıyoruz. Uzun süre yeşilliğin olmadığı yolda ilerliyoruz ve kayboluyoruz. Sonuçta Kervansarayı buluyoruz. Mihmardarımız Bakır’a (Bekir) çıkıştığımda, “Abe, ben Zafer Par’a dağlar küçüldü şehre yahlaştıh diyorum, o bana kızıyor” deyince, kızgınlığımıza serinlik oluyor. Kervansarayın ilerisinde 5/6 evlik köyün ilkokulunun önünde, yeşillik olarak cılız bir fidan göze çarpıyor. Ayak bileklerine kadar uzanan beli kemerli, renkli giysileriyle oldukça alımlı duran kadınlar, acıyla bakan yalın ayak çocuklar yoksulluklarıyla gülümsüyor.
Filmin bitim sonrası, peşinde olan aynı tatsızlık yeniden filizleniyor. Fono Film’deki stüdyo işlemlerini yükleniyorum. Aklının stüdyoda olduğunu bildiğimden, sık sık bilgi veriyorum. Ve iş bitiminde kopya basımları için, Macaristana gidiyorsun. Sık sık haberleşip görüşüyoruz. Ardından, adına Amerika da hafta düzenlenip, filmlerin gösteriliyor. Gerekmedikçe Alfa’ya uğramadığım için, tesadüfen karşılaştığım Sadık ayrıldığını söylüyor. Sadık’la birlikte Derviş’in (Zaim) Çamur filminde çalışırken, ilk kez biz’siz KARŞILAŞMA (2002) filmine başlıyorsun. Sonrası mı? Oldukça üzücü olaylarla, zorlu günler kanırtarak geçmeye başlıyor. Yine Alfa’da yanındayız.
Gün geliyor Wanda’nın yokluğunu Linda’yla doldurmaya çalışıyorsun.
2005 yılı. 12 Mayıs Perşembe, saat 21.15… Gülümsüyorsun.
Duyanlar buruk sesleriyle arıyorlar. Şaşkın, ağlamaklı yüzleriyle geliyorlar. Kendini kanıksatan ölüm, yine de acıtıyor. Hepimizi acıtıyor. Ertesi gün evden ayrılıyorsun.
Gece Sadık’la evinde kalıyoruz. Kapısı kapalı odanın önünde durmuş, “Aç” dercesine bakan Linda’ya kapıyı açıyorum. Odaya girip bakınıp, yatağının üstüne çıkıp her kıyısını kokluyor. Sonra kaçar gibi odadan çıkıyor. Sadık’la birlikte yaşadığımız anılarımızı konuşuyoruz. Uyku tutmaz halimle salondaki yer yatağına uzanıyorum.
Gelip oturuyorsun gülümsemenle baş ucuma. Gözlerimi açıyorum, yoksun. Gözlerimi kapatıyorum, yine gülümsüyorsun. SOĞUK VE UNUTULMAYA KABUK TUTMUŞ BİR YARA GİBİ UYUYORUZ. Gün ışıyor. Linda herşeyin farkındaymış gibi tatsız. Cenaze arabasında, evin önünden geçiyorsun. Linda anlamsız gözlerle, boş boş bakıyor. Emek Sineması’nda toplanıyoruz. Herkes hüzünlü. Belgeselini izliyor, seni konuşuyor sevenlerin. Gücüm tükeniyor. Cenaze arabasına biniyorum. Birlikte önce Teşvikiye Camisi’ne sonra Zincirlikuyu’ya gidiyoruz. Ömer abiyi, zaman’ın içindeki giz dolu derinliğe, hikâyesini anlatacak filmiyle başbaşa bırakıyoruz. Sadık’la evine dönüyoruz. Çalışma masana tekrar bakıyorum uzun uzun. Linda kalacağı yeni bir eve götürülüyor. Sadık’la uzun uzun seni konuşuyoruz. Işıklarını yakıp çıkıyoruz. Dönüp pencerene bakıyorum. Gülümsüyorsun…
(30 Haziran 2009)
Arslan Kacar
Umut Sanat Filmcilik
Umut Sanat Filmcilik, 12 – 18 Haziran 2009 Haftalık Box Office listesi için tıklayınız.
Sonsuz
Cemal Şan’ın yönettiği ve Ferhat Gündoğdu, İsmail Hacıoğlu, Şevket Çoruh ile Ayça Bingöl’ün oynadığı Sonsuz, 18 Eylül 2009′da Özen Film dağıtımıyla Fergün Yapım tarafından vizyona çıkarıldı.
13 yaşında hapise girmiş olan Serhan, tedavi olmak için yattığı hastanede Volkan’la tanışır. Volkan, dj.lik yapmakta olduğu barda çalışan Tuğçe’ye yakınlık duyunca, bar sahibi Cihan ile çatışmaya girer. Cihan, sert karakterli birisi olmasına rağmen sanatın her türüne tutkun bir adamdır. Hayatındaki en büyük hayali bir kitap yazabilmektir. Volkan, Serhan’a hayattaki son günlerini güzel yaşatmaya çalışırken Cihan’ın gölgesi üzerlerinde olacaktır.
- Basın Bülteni
- Fotoğraflar
- Web Sitesi
- Fragman
- Emir Batuş Yazıyor
- Diğer haberlere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Sonsuz yazısına devam et
Beyoğlu Sineması’nda Yılmaz Güney Filmleri Gösterimi
Güney Film, sekiz adet Yılmaz Güney filminin yeni kopyasını bastırdı.
Beyoğlu Sineması, söz konusu sekiz film ile birlikte Umut ve Yol filmlerini de programa alarak 26 Haziran – 16 Temmuz tarihleri arasında gösterime çıkarıyor.
Film gösterimleri her gün her seansta 5 TL ücretle yapılacak.
Beyoğlu Sineması’nda Yılmaz Güney Filmleri Gösterimi yazısına devam et
Yılın Sinema Filmi “Ejder Kapanı”nın Çekimleri Başladı
Uğur Yücel’in yönettiği Ejder Kapanı’nın çekimlerine İstanbul’da başlandı. Yapımcılığını TMC Film’in yaptığı filmin çekimleri Haziran – Temmuz aylarında 7 hafta İstanbul ve 1 hafta Erzincan’da gerçekleştirilecek. Ejder Kapanı’nın oyuncu kadrosu Uğur Yücel, Kenan İmirzalıoğlu, Nejat İşler, Ceyda Düvenci ve Berrak Tüzünataç gibi isimlerden oluşuyor. Polisiye-gerilim tarzındaki filmin aksiyon sahneleri için Fransa’dan gelen özel bir ekip çekimlere teknik destek verecek.
Yeni Bir Gerilim Filmi Geliyor: Konak
Ülkemizde Okul filminin 836.000 kişilik izleyici rakamına göze diken iddialı bir proje geliyor. Cem Akyoldaş yönetiminde, İstanbul, Üniversite kampüsü ve Safranbolu gibi mekânlarda çekilecek ve 4 haftada bitirilecek olan Konak’ın başrollerinde Almeda Abazi, Kerem Fırtına, Paşhan Yılmazel ve Ogün Kaptanoğlu oynuyor. Filmin konusu şöyle: 6 üniversiteli arkadaş, hocalarının verdiği “kültür mirası projeleri” ödevi için aynı gruba düşerler. Safranbolu projesinden sorumlu grup, buldukları boş bir konağa yerleşir. Baştan her şey güzeldir ama saatler gece yarısına yaklaştıkça sıra dışı şeyler olmaya başlar.
Yeni Bir Gerilim Filmi Geliyor: Konak yazısına devam et
TMK Mağduru Çocuklar İçin Sinema ve Felsefe Atölyesi
Sinemacı-Felsefeci-Yazar Metin Gönen, Çocuklar İçin Adalet Çağrıcısı olarak, TMK Mağduru Çocuklar için Sinema ve Felsefe Atölyesi öneriyor. Çalışmada, iki ayrı atölye formatı söz konusu. Birincisi, klâsik bir film yapım ve yönetim atölyesi tarzında sinema odaklı bir eğitim, kolektif çalışma ve aynı zamanda eğlenceli bir ortak yaşam deneyimi. İkincisi, bir hafta boyunca belli filmlerin aracılığıyla her gün bir konuyu ele almak. Her gün, seçilen bir konuda sinema tarihinin önemli bir filmi üzerinde sinematografik ve felsefi olarak çalışılarak yapılan bir sinema-felsefe, kolektif çaba-yaşam ve demokrasi okulu atölyesi.
Tüm Şirketler
Tüm Şirketler,
12 – 18 Haziran 2009 Haftalık (Weekly),
02 Ocak – 18 Haziran 2009 Yıllık (Annual), Eski Yıllar Yıllık (Ex Years Releases Annual), Hafta Hafta (Week by Week) Box Office listeleri için tıklayınız. Bu listelerden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi‘nin gösterilmesi rica olunur.
Kara Köpekler Havlarken, İtalya’da Yarışıyor
Kara Köpekler Havlarken, 21 – 29 Haziran tarihleri arasında düzenlenen İtalya’nın en köklü festivallerinden 45. Mostra Internazionale del Nuovo Cinema / Pesaro Film Festivali’nde yarışıyor. Filmin başrol oyuncularından Volga Sorgu filmin gösterimine katılmak için İtalya’ya davet edildi.
Aynı hafta içerisinde 31. Moskova Film Festivali’nin Asian Extreme bölümünde de ülkemizi temsil edecek olan Kara Köpekler Havlarken, iki varoş delikanlısı Selim ve Çaça’nın şehrin kanunsuzları arasından sıyrılarak yaptıkları sınıf atlama mücadelesini anlatıyor.
Şiddetin Yeni Ozanı: Takashi Miike
Japon yönetmen Takashi Miike’nin filmlerindeki korkutma tarzı, Hollywood korku tarzının tam karşıtı ve seyircisine korkuyu ruhunda hissettiriyor. Miike’nin filmlerinde insanı gerçekten titreten ve irkilten şiddet var. Şiddetin bu yeni ozanının birkaç filminin ruhunun içine gezinmek istedik.
Japon sinemasının öne çıkan yönetmenlerinden Takashi Miike’yle ilk, 2001’deki 20. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde karşılaşmıştık. Festivalde, “Genç Bir Yönetmen Mercek Altında” bölümünde sinema macerasının başında çektiği filmler sunulmuştu. 1960 yılında Osaka’da doğan Miike’nin filmlerini seyrederken, şiddetin insanın doğasının bir parçası olduğunu fark ediyorsunuz. Gerçekten bu çok ürkütücü bir keşif. Hayvanlar, besin zinciri içerisinde ve doğanın dengesini bozmadan kendinden daha savunmasız hayvanları avlayarak besleniyorlar. Ya insanın şiddeti? İnsanlar neden şiddet yaratıyorlar? Neden her şeyi yok ediyorlar? Miike, ister fiziksel, ister zihinsel, insanın yarattığı şiddeti ürkütücü biçimde yansıtıyor filmlerinde. Şiddeti yaşatanlar onlarca yıl önce ölmüş hayaletler de olabiliyor, bir Yakuza da. Belki de hiç umulmayacak bir sıradan insandan da gelebiliyor şiddet. Miike’nin festivalde gösterilmiş çarpıcı bir filmi vardı. 1999 yapımı “Odishon-Ölüm Provası” filminde her şey öylesine masum başlayıp gelişiyordu ki. Bu şiddet nasıl oluştu diye de düşünüyordunuz. Karısının ölümünden yedi yıl sonra genç ve güzel bir kadın bulup, geride kalmış gençliğini bir daha yaşamak isteyen bir televizyon yapımcısını anlatıyordu film. Yarım kalmış bir filmini üstlenen Ayoma, provalar için seçilen genç oyuncular içinde Asami’ye aşık
oluyor. Öylesine masum görünüşlüdür ki Asami. Miike, o masumluğun ve melekliğin ardındaki kötücüllüğü yavaş yavaş göstererek gerçekten insanın kanını donduruyordu. 1998 yapımı “Chûgoku no chôjin-Çin’in Kuş İnsanları” sıradışı bir filmdi. İki Japonun, kuş uçmaz kervan geçmez bir Çin köyü olan Yun Nan’da saflığı ve hiç bilmedikleri hayatları keşfedişlerinin varoluşsal filmiydi. Yun Nan sakinleri, ne Mao’nun devrimlerinden, ne de dünyanın şu an nereye gittiğinden haberleri vardır. Teknolojinin doruklarında yaşayan bir ülkeden gelen iki Japon, kendi dünyalarında yüzyıllardır süren kültürlerini yaşayan Yun Nan köylülerine hayran olurlar. Bir yol filmi de olan bu yapıtında Miike, yine şiddeti aralara serpiştiriyordu. Şiddet, hayatın vazgeçilmez doğal bir olgusu Miike için. Bu filmin ilginç anıysa, köylülerin sallarının dev kaplumbağalar tarafından çekilmesiydi herhalde.
Mükemmelliyet nedir?…
Miike, 2004 yapımı “İzo” filminde mükemmelliyeti arıyordu. Miike’nin “İzo”su vahşi, kanlı, felsefi, mitolojik ve sinematografik bir filmdi. Miike, batı sanatından ve mitolojisinden de bolca katkı sağlıyordu filmine. Filmin başrolünde hayaletler vardı. Hayaletler, 19. yüzyıldan 21. yüzyıla gelmişler ve intikamlarını şiddet saçarak çözüyorlardı. Hayaletlerin bir bölümü de Yakuzalık yapıyordu filmde. Gerçeküstücü bir anlatımın olduğu filmde, Japon kültüründen de besleniyordu yönetmen. Eski çağların samurayı yarı ölü-yarı diri İzo’nun kılıcı, iyi ve kötü ayırdetmeden her önüne geleni öldürüyordu. Filmin girişi çok çarpıcıydı. Hz. İsa gibi çarmıha gerili yaşlı İzo, kötü samurayların kılıçlarıyla vahşi bir biçimde katlediliyordu. Ön jenerik sonrasındaysa insanların yarattığı savaşlar, kıyımlar, diktatörlükler, felaketler, günlük hayat, tarlalarda çalışan emekçiler video klip estetiğiyle birbiri ardına akıp gidiyordu. Kılıcıyla her önüne geleni kıyan İzo, bir Deccal miydi? Her ölüşünden sonra yeniden diriliyordu. İzo’nun annesi, filmin bazı bölümlerinde farklı yaşlarda İzo’nun karşısına çıkıyordu. Anne, İzo’yu baştan çıkartıp onunla da yatıyordu. Tıpkı “Oedipus kompleksi” gibi bir şeydi. Evet, Miike mükemmeliyeti arıyordu “İzo”yla. İki yaşlı insanın mükemmelliyet üzerine konuşmaları da gerçekten etkileyiciydi. Yaşlı adamlardan biri şöyle diyordu: “Mükemmel aşama, mükemmel kalmak için mükemmellik yaratır…” Ondan biraz daha genç olanıysa, “Mükemmelliği yaratan mükemmelsizlik, varlığın temel doğasıdır” der. Sonunda insan Tanrı’nın düzeyine çıkacak ve saçmalık bir kaosa dönüşecek. Mükemmelliyetin sonu saçmalığa (absürdlüğe) varır diyor yönetmen “İzo” filmiyle. Filmin estetiği, gerçekten kaotik ve bir cangılın içerisindeymiş gibi ya da sürekli bir kâbus hissini yaşatıyordu. İzo Okada’nın 1832-1865 yıllarında yaşamış bir samuray ve suikastçı olduğunu da belirtelim. Bu filmin müzikleri de mükemmeldi.
Sıradışı korku…
2004 yapımı “Sam gang yi/Three… Extremes-Üç Sıradışı” adlı üç yönetmenli antolojik (güldesteli) bu filmde Miike’nin kendi bölümünün adı “Box-Kutu”ydu. Filmde yine hayalet vardı. İki küçük kız kardeş bale yapıyorlar. Baba, kızlardan birisine daha çok ilgi gösteriyor. Yani, baba küçük kızıyla yatıyor. Diğer kız kardeş, babasının ilgi gösterdiği kızdan nefret ediyor ve kardeşinin ölümüne neden oluyor. Elbette yıllar geçse de trajedi yaşanıyordu. Bu kısa filmde Miike’nin tüm bir sinema esteteği görülebiliyordu. Dingin, ama yer yer sert anlatımlı bu filmle Miike sineması biçim ve içerik olarak perdeye yansıyordu. Miike’nin filmlerinde genelde karanlık çok az ve ışıklar daha yoğun olarak kullanılıyor. Yönetmenin filmlerini seyrederken, gerçekten zihinsel anlamda korkuyu ruhunuzda hissediyorsunuz. Bunları, kamera kullanımlarıyla, mekânların yansıyışlarıyla, fonda duyulan ve insanı geren müzikleriyle yaşıyorsunuz. Miike filmlerinde çoğunlukla Hollywood tarzı yoktur. Miike’nin korku tarzı neredeyse Hollywood’un korku yorumlayışlarının tam tersidir. Miike’nin filmlerinde çoğunlukla müzikler çığlık atmaz. Genelde müzikleri tını gibidir. Bu müzikler sürekli insanların zihninde de çalmayı sürdürüyor ve insan tuhaf bir biçimde gerilimin içerisine giriyor. Miike, kamerayı çoğunlukla sakin kullanıyor. Arada bir kurguyla beraber kamerası da sertleşiyordu. Ama hepsi bu kadar.
Şiddetin vahşeti…
2001 yapımı “Koroshiya 1/Ichi the Killer-Katil İchi”, Miike sinemasının en şiddet yüklü, en sadist, en psikopat ve en vahşi filmlerinden. Bu filmin bazı sahnelerine bakabilmek gerçekten cesaret işi. Kasap çengellerine asılı insanları, kopan bacakları, kolları ve fışkıran kanları gördükten sonra Miike’nin şiddetten haz alan bir sadist olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz. Film, 1968 doğumlu Hideo Yamamoto’nun mangansından uyarlanmış. Manga, Japon çizgi romanlarına deniliyor. “Katil İchi” filminin de kameramanı Hideo Yamamoto. Ama mangacı Hideo Yamamoto’yla isim benzerliği dışında pek yakınlıkları yok gibi kameraman Hideo Yamamoto’nun. Filmde en acımasız katil olarak gösterilen “sarışın” Kakihara (Tadanobu Asano), bir eşcinsel. Gangster Kakihara, her yerde İchi’yi arıyor. İchi’yi kimse tanımıyor. Ama, bıraktığı imzalar irkiltici ve şiddet yüklü. Seyirci de İchi’nin kim olduğunu hep merak ediyor. Aslında yönetmen İchi’yi en başından beri seyirciye gösteriyor. Bu şiddetleri yaratan İchi’nin daha karizmatik olmasını beklediğinden olmalı seyirci ortalarda dolaşan İchi’nin kim olduğunu algılayamıyor. Sinemanın en psikopat manyak filmleri üzerine yazmayı düşünsek mi acaba?
Bir manga daha…
Miike’nin 2004 yapımı “Zebraman-Zebra Adam”, 1970’li yıllarda Japonya’da popüler olan bir fantastik diziymiş. Miike’nin bu filmi, bu fantastik dizinin fanatiği bir orta yaşlı adamın hikâyesi. Senaryosunu Kankurô Kudo’nun yazdığı “Zebra Adam”, manga sanatçısı Reiji Yamada’nın yarattığı bir eser. “Zebra Adam”, yani Shinichi İchikawa (Sho Aikawa), bir öğretmen. Kendisine terziden “Zebra Adam” kostümleri diktiriyor ve sonra “Zebra Adam” gibi kötülüklerle savaşmaya başlıyor Shinichi. O, kendinin de inanamadığı süper bir kahramana dönüşüyor sonra. Aslında o ezik ve yılgın biri. Ne öğrencilerinden ne de meslektaşlarından pek saygı görmüyor. Suçlar da çoğalıyor bu arada. “Zebra Adam” Shinichi, kötülüklere karşı savaşa girişiyor. Belki de bu film, Miike’nin ailecek görülebilecek neredeyse tek filmi gibi. Düz anlatımı, klâsik açıları, parlak ışık düzenlemeleri bu filmin estetiğini oluşturuyor. Yine de bir Takashi Miike filminde olduğunu da unutmamalı insan. Sinemaseverler Takashi Miike’yi 2003 yapımı “Chakushin Ari-Cevapsız Arama” filmiyle daha iyi hatırlayabilirler.
(28 Haziran 2009)
Ali Erden
2012’nin, İlk Fragman İlk Uydu Yayın Bilgileri Açıklandı
Roland Emmerich’in yönettiği ve John Cusack, Chiwetel Ejiofor, Amanda Peet ile Oliver Platt’ın oynadığı 2012′nin ilk fragmanının uydu yayın bilgileri açıklandı. Dünyanın sonunu getiren bir felâketin ardından kurtulanların mücadelelerini anlatan 2012, ülkemizde Warner Bros. tarafından gösterime çıkarılacak.
İki Usta Buluştu, Miki Manojlovic Gezici Festival’e Konuk Oluyor
Sırbistan’ın Novi Sad şehrinde 06 – 14 Haziran tarihlerinde düzenlenen Cinema City Film Festivali’nin uluslararası yarışmasının jüri başkanlığını Tuncel Kurtiz yaptı. Kurtiz ve Emir Kusturica’nın Underground adlı filminin oyuncusu Miki Manojlovic festival organizasyonunun yaptığı bir sürprizle bir araya geldi. Miki Manojlovic, Kurtiz’in davetini kabûl edip bu yıl 15. yılını kutlayacak Gezici Festival’e katılma sözü verdi. Gezici Festival, Kars’ın yeni belediye başkanının festivali iptâl etmesiyle kendisine yeni bir şehir arıyor. Halen Urfa ve Antakya Belediyeleri ile görüşmekte olan festival bu yıl 04 – 20 Aralık 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilecek.
İki Usta Buluştu, Miki Manojlovic Gezici Festival’e Konuk Oluyor yazısına devam et
Mania Akbari’nin Oğlu Amin Maher Tutuklandı
Dünyaca ünlü İran’lı yönetmen Abass Kiarostami’nin yönettiği 10 (Ten) adlı filmde oğlu Amin Maher ile birlikte oynayan Mania Akbari, oğlu Amin Maher’in, İran Cumhurbaşkanı adayı Musavi’yi desteklediği için tutuklandığını ve işkence gördüğünü web ortamından yaptığı duyuruyla açıkladı. Rejim tartışmaları yoğunlaştığında sanatçılara ve sinemacılara yapılan baskılar memnuniyetsizlik yarattıyor ve her kesim tarafından kınanıyor. Mania Akbari, 08 – 15 Mayıs 2008 tarihleri arasında yapılan 11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali nedeniyle Ankaraya da gelmişti. (Haber için Cüneyt Cebenoyan’a teşekkür ederiz.)
Mania Akbari’nin Oğlu Amin Maher Tutuklandı yazısına devam et